Kur'an Okumaları Müzakereler Usûle Dair

Bu Evin Rabbine İbadet Etsinler

Bu Evin Rabbine İbadet Etsinler | Ha-Mim

Ali – Bismillah,

Kendime verdiğim ve epey bir süre de cevaplamak için çalıştığım bir ödevi paylaşalım:

Kureyş, 106:3 – “Fel ye’budu rabbe hazel beyt.” “Bu evin rabbine ibadet etsinler.”

Usul: Lügat, ansiklopedi, diğer tercümeler veya tefsir kitaplarına bakmadan, önceki bildiklerinizi de kopyalayarak kullanmadan, yalnızca kendi insanlığınızı kullanarak düşünün.

Dikkat, daha önce şu veya bu “otorite” âlimden duyduğunuzu da şimdilik bir tarafa bırakın ve “Benim Rabbim şimdi ve burada bana konuşuyor. Ne diyor acaba?” diye düşününüz. Biliyorum, insanın kültürünü, imanına taşımaması çok zor ama siz zora talipsiniz. Zoru başarmak için dua edebilecek birikime sahipsiniz.

Duygularınızla baş başa kalarak ilk aklınıza gelenleri yazın. Bu ayetteki kelimeler sizin için ne anlam ifade ediyor olabilir?

Ben Arapça aslını biliyorum diye kendinizi avantajlı veya bilmiyorum diye de dezavantajlı olarak düşünmeyiniz.

“Bu” : Neden “bu” diyor ki?

“Ev” : Ne evi? Hangi ev? Lütfen daha önce duyduklarınızı kopyala/yapıştır yapmayınız. “Aaa ben bunu biliyorum Kâbe’yi kastediyor” demeyin. Allah ” Kâbe” demesini bilmeyen birisi olamaz!!

“Rabbine” : Evin Rabbine? Rabb’ kelimesine yüklediğiniz anlamı iyi düşününüz. “Rabbin kim?” diye sorulunca çocukça, hemen, “Rabbim Allah” diye cevap yerine, “gerçekten bu evi evirip çeviren, terbiye eden, bakımını yapan, hazırlayan kim olabilir ki?” diye samimiyetle kendinize, “insanî duygularınıza” sorun. Korkmayın sorun: “Vicdan yalan söylemez”.

“İbadet”: ibadet ne demek? Ezbere cevap vermeyin. “Kulluk demek” demeyin. “Kulluk” ne demek? “Namaz falan canım” demeyin. Siz “kulluktan” ne anlıyorsunuz? Önemli olan o. Ne hissediyorsunuz “Ben bir kulum” dediğiniz zaman? Sorun, gerçekten ben ibadetten ne anlıyorum? Hür düşünün, fakat siz düşünün. İnternetten falan “ibadet” ne demek, “başkaları bundan ne anlamış” bakıyım, falan demeyin, imanı bilgiye indirgersiniz!! Tehlike çanları çalmaya başlar.

Kendini tanıma imkânı veren bu testi kendiniz yapın, kimseyle tartışmayın konuyu. İsterseniz, fıtri olarak kendi içinizden geleni burada paylaşabilirsiniz. Cesaret ister, bu da ayrı bir konu. Ama korkmayın, Allah zaten biliyor.

Cevaplarınızı paylaşırsanız memnun olurum.

Mehmet Ali – “Ev” kâinat olsa gerek. Bizi bu evde misafir edip bir amaç için eğitime tabii tutanı, Rabbi, tanımak da “ibadet.”

Ki O ev sahibi bizim burada ihtiyacımız olan ne varsa vermiş olduğunu görüyoruz ve devamında da vermeyi vaat etmiş; o yüzden korkuya mahal de yok. Karnımız tok, sırtımız pek, yarınımız garanti. Gel keyfim gel; tek iş, şükret ki nankörlük etmemiş olasın.

Benden bu kadar.

Zafer – Bence ev ile kalp, “bu ev” ile de en yakınımdaki olan kendi kalbim kastediliyor.

Evin Rabb’ine ibadet etmekten ise, evi temiz tutmayı anlıyorum.  Malum kalp sever.  Kalbimizi, onun Rabbi’nin razı olmadığı her türlü sevgiden arındırarak temiz tutarız.

Zübeyir – Ev’i (‘hane’ diye ilave bir meal de verilebilir mi diye aklıma geliyor) temsili olarak ele alırsak,

“Ev” ya da hanenin vasıflarından kısaca:

(1)   İçinde (değişik vasıflarda) sakinleri olan, sakinlerin ihtiyaçları verilip zararlı şeylerden korunulan

(2)   Tedbiri ve idaresi olan yer/şey anlaşılabilir mi?

Ayrıca “Bu Ev” (haza-l beyt) diyor ise benim çok yakından tanıdığım bir evden bahsediyor olmalıdır diye akla geliyor. O da:

a) enfüse baktığımda ruhum beden hanesine

b) afaka baktığımda ruhum ve bedenim kâinat hanesine (belki bu kâinatı da dünya ve kâinat diye de ikiye ayırabilir miyiz) işaret ediyor olabilir.

Yani öncelikle bedenim ve sonra ilişki içinde olduğum onunla beraber yaratıldığım afaktaki kâinat “bu ev” olabilir belki. Çünkü o bedeni ve kâinatı da çok yakından tanıyorum, onun içinde besleniyor ve büyütülüyorum. Ayrıca beden evindeki ve kâinat evindeki değişik unsurlarında her birinin terbiye ve idaresini de çok yakından görüyorum. O zaman bu ayete bakarak “bu beden evi ve/veya kâinat evi terbiye ediliyor, ihtiyaçları veriliyor, yani bir Rububiyete mazhar oluyor” diyebilirim.

Gerçi haza-l beyt bir ev gibi okunuyor. Yukardaki yoruma göre iki ev (veya üç) olmuş oluyor. Ama bakışa ve makama göre her ikisi tek tek ele alınabilir mi acaba?

O zaman da “Rabbi haza-l beyt” benim çok yakından tanıştığım birbiri içindeki enfüsi ve afaki evde tasarruf, idare ve terbiye eden Rab olabilir mi?

İbadet ise gerçek tasarruf ve terbiye sahibi kim ise O’nu tanıyarak, O’na sığınmakla ihtiyaçlarını ondan istemek manasında anlaşılabilir mi?

Öyle anlarsak, “Fel Ya’budu Rabbe Hazal Beyt” ayetini “benim çok yakından tanıdığım bu beden hanesini ve/veya kâinat hanesini kim idare ediyor terbiye ediyorsa ancak ona ibadet etmeliyim, onun tasarruf, idare ve terbiyesini görüp, onu tanıyıp ona sığınmalıyım” şeklinde yorumlayabilir miyiz?

Erkan – Ben de “ev”in kâinat olabileceği kanaatindeyim.

Bütün mahlûkat bu ev halkıdır. Burada meskûn haldeler. Burada yaşıyorlar. Ev sahipleri (Allah) tarafından her tür ikram ve ihsana muhatap haldeler.

Bütün mahlûkat içinde insan özel bir konuma sahiptir. Ev sahibini tanıyıp tanımama noktasında hür bırakılmıştır. Diğer mahlûkat böyle bir özelliğe sahip değil. Onlar Ev Sahibi tarafından kendilerine gösterilen yer (vücud) ve konumda (Sahibi tanıyıp bilme-ibadet) bulunuyorlar. Bu bakımdan mükemmel bir uyum ve ahenk içinde Sahiplerine bağlılık ve tanıma durumunda olmakla O’na ibadet ediyorlar.

İnsan da bu ahenge uyum sağlayıp, düzeni bozmamak ve kendine her tür imkânı veren Ev Sahibine nankörlük etmemek için O’nu tanımalı yani O’na ibadet etmelidir. Böyle yapmadığı zaman, kendi dışında her mahlûka ihsan edilen daha da önemlisi öğretilen davranış biçiminden mahrum kalıp, her şeyi ama her şeyi “kendi kendine oluyor bitiyor” biçiminde açıklamak zorunda kalacaktır. Oysa Ev Sahibi evde nasıl davranılması gerektiğini öğreten terbiye edici vasıftadır. İnsan bu Rabbe iman edince evde mutlu ve huzurlu yaşayacaktır.

Zübeyir – Daha önceki emailde “yakından tanıdığımız ev/hane” yerine “bizzat içinde bulunarak yakından tanıdığımız ev” desek daha iyi olur diye aklıma geldi.

Ayrıca, üzerinde konuştuğumuz Kureyş sûresi ile ilgili daha önceleri “Kureyş bizim için ne ifade ediyor?” diye aklıma gelmişti. O zaman aklıma gelenlerle şimdi konuştuklarımızı birleştirince şimdi şöyle bir soru geldi aklıma:

Acaba Kureyş deyince Kureyş’in öne çıktığı şeylerden olan (1) “ticaret ve tüccarlık” ve/veya (2) “bir şeylerin idaresi onlara verilmiş olanlar ve hemcinslerine tasarruf anlamında üstün kılınmış olanlar” anlaşılabilir mi?

Yani “Li ilafi kureyşin ilafihim rıhleteşşita i ves sayf” derken ilk görünen (esas demek istemiyorum) mana tüccar sınıfına yazda ve kışta (deniz ve karada) seyahat kolaylığı, emniyet ve rızık kolaylığı veren bu dünya evinin ve (maddi yönü ile) ticaret hanesinin sahibi ve Rabbi’dir denilmiş olabilir mi?

Ayrıca ve belki de daha önemlisi; insan da kâinat ile alışveriş halinde yaratılıyor. Bu anlamda insanlar Kâinatın Kureyşi olarak alınabilir belki de. Çünkü insanın kâinattaki alışverişi de o kadar kolaylaştırılmış ki her şey insanların istifadesine açılmış. Sadece maddi yönüyle bile dünyayı ev/hane olarak alırsak, insan olarak bu dünya (ticaret)hanesinde önümüze konulan ihtiyacımız olan şeyleri elde etmek manasında kolayca alışveriş edebiliyoruz. En uzak şeyler ve en zor görünen şeyler en beklenmeyecek zamanlarda bile (kışa referans) yakınımıza getiriliyor. Yani cömert, zengin ve muktedir bir ev sahibinin misafirine ettiği karşılıksız ikramlar gibi.

Bununla beraber hemcinsleri olan diğer yaratılmışlar üzerinde de bu dünya hanesinde (yaratıcının teşhiri ile) tasarruf anlamında üstün kılınmış olanlar da insanlar. Bu hanenin hepsinde yapılan tedbir ve tasarrufu da böylece en çok ve en geniş bir şekilde insan görüyor. O zaman en çok bizim bu dünya/kâinat hanesinin Rabb’ini görüp ona ibadet etmemiz gerekir diyebiliriz. (Sizce bu ayetlerden bu yorum çıkar mı?)

Biraz zorlama bir yorum mu olur bilmiyorum ama bu ayetlerden hareketle “Manevi yani mana yönü ile de baksak dünya/kâinat hanesi şuur ve nazarımızla eşyanın mahiyetine yolculuğumuz kolaylaştırılmış” da diyebilir miyiz? Açıkçası önce aklıma geldi, kendimce “zorlama” diye düşündüm. Ama yine de paylaşayım dedim. 

Abdullah Berâ –  Öncelikle teknik olabilecek bir soru. ayetleri anlamaya çalışırken ayetin öncesini ve sonrasını dikkate almalı mıyız? Her bir ayeti kendi başına yorumlayabilir miyiz?

 “Bu evin rabbine ibadet etsinler.” derken “bu” kelimesi evin gözümüzün önünde olduğunu gösteriyor. Ev âlem-i şehadet. Yani kâinat, sosyal olaylar, bütün letaifimiz, duygularımız, hislerimiz,  kalbimiz vs.

Ayrıca vahiy delil getiriyor “bu” kelimesi ile. Körü körüne inanmamız istenmiyor.

Bu evde yapılan terbiyeyi görmemiz lazım Rabbe ulaşmamız için. Belli bir kasıt ve irade ile yapılan terbiyeyi görmeden terbiye edene ulaşmak mümkün değil. Bir yerde üstat bunun sıralamasını yapıyor. Hani

fiil–>isim–>sıfat–>Zat.  http://www.erisale.com/#content.tr.4.197

“Bu evin Rabbine ibadet etsinler”, yani onları bu evde terbiye eden (maddi ve manevi olarak rızıklandıran, mutlak kudretini, ilmini, rahmetini, hikmetini gösteren tanıtan)  Zat’tan başkası onlara ebedi hayatı veremez, ihtiyaçlarını karşılayamaz. O’nu tanısınlar, şükürlerini ona yöneltsinler. İbadet tanımak demek. Bu evin Rabbi’nin bizim O’nu tanımamıza ihtiyacı yok ama bizim O’nu kendisini tanıttığı şekilde tanımaya ihtiyacımız var.

Ali – Ne derler? “Ölsem gözüm arkada kalmayacak,” elhamdülillah. Çok zor değilmiş, değil mi? Ne güzel, ne anlamlı, ne tatmin edici yorumlar! Maşallah.

Hürriyet çok önemliymiş. Çok naziktir. Kırılır, istismar edilir diye ihmal edilmemeli. Dikkatli bir şekilde kullanılmalı. Anarşiye veya ukalalığa götürmemek için dua etmeliyiz. Nur Dede’nin Münazarat’ının önemini bir defa daha anladım.

Ne güzel bir tefekkür sofrası bu yazılanlar. Demek ki, bir kırılma noktası yaşanması gerekiyormuş. Kırılma noktasını “imanı bakış açısı”nı kazanmak olarak görüyorum. Risale-i Nur mesleğinin muhatabına kazandırmayı amaçladığı bu “iman hürriyeti” galiba. Ne dersiniz?

Dikkatimi çeken noktalar:

1- Kur’an ayetlerini tarihi bağlama yani Esbab-ı Nuzule mahkûm etmemek gerekiyor.

Bir ayeti tarihi bağlamından çıkartmak gerektiğini, Nur Dede açıkça söylemiyor (Nur Dede’nin Muhakemat‘ında işaretler var ama yine Yeni Said açıkça söylemiyor). Fakat pratikte yaptığı bu. Üzerinde Risale yazdığı her ayeti tarihi bağlamına hiç indirgemeden, “imanı bakış açısıyla” “imanı tahkik” için değerlendiriyor.

2- Her zaman benim Rabbim şimdi ve burada bana konuşuyor. Bana, benim insanî sorularıma cevap vermek için “Rehber konuşma” yapıyor:

Ayetlere muhatap olurken insanî sorularımı daima ön planda tutacağım: “Bana niçin bunu anlatıyorsun, ey benim Rabbim?”

3- Tercümelerin kısırlığının daima bilincinde olacağım.

4- Tercüme veya tefsir yapanların, “Delilsiz, keyfi açıklama yapıyorsun,” gibi ithamlara uğrama endişeleriyle mutlaka “selef-i salihin”den referanslı bir açıklama yapma sınırlılığının bilincinde olarak onlara bakacağım, eğer gerekiyorsa,

5- İlim yapma endişesiyle Kur’an okumayacağım. “Bu anlayışının kaynağı ne?” diye soracaklar diye korkmayacağım. “Ben bir insanım. Benim Rabbim, bana konuşuyor.”

6- Sorumluluğun şahsiliği prensibi: “Ben böyle anladım. Bu anlayış, yalnızca beni bağlar. Beğenmedi isen bana yardımcı ol, saldırma, lütfen”, tarzını kendime benimseyeceğim. “Her müstait içtihat eder, fakat teşri’ edemez” prensibi. (Hakikat Çekirdekleri’nden)

7- Başkalarının anlayışından faydalanmaya açık olacağım. Benim insan olarak ihtiyacıma cevap vermek isteyenleri dinleyeceğim. Fakat bana bilgisini (enformasyon yükünü, Nur Dede ona “odun” diyor; “Yak onu, nura dönüştür” diyor. İlginç bir anlayış!), ya da şahsi faziletini ileri sürerek tahakküm kurmak istememesi şartıyla.

8- Kur’an Arapça dilinde inzal olmuştur. Kur’an’a muhatap olmak için Arapça bilmek bir “alet”e sahip olmaktır ama şart değil. Hür insan olmak şart, galiba. Kur’an, insanın insaniyetine hitap eder, Arapça bilgisine değil!

Arkadaşlarımızın yazdıklarından çok faydalandım. Allah hepinizden razı olsun.

Özellikle kâinatı “ev” olarak görmek ve kâinat ile “kalbi” birleştirerek Rabbi tanımak ve Ona müteşekkirane mukabele etmek (ubudiyet), ana noktalardı. Biliyorsunuz, bu güzel anlayışı Risalelerden başka elimizdeki mevcut tefsirlerde bulmak zor. Risale insanı “müfessir” mi yapıyor, dersiniz? Yetiştiriyor, elhamdülillah. Tekrar tekrar söyleme ihtiyacı hissediyorum: Rabbimizin konuşmasına muhatap olmak için hür olmak şart. Risale-i Nur tefsirini de hürce okumak şart.

Zubeyr’in, “…eşyanın mahiyetine yolculuğumuz kolaylaştırılmış.” cümlesine ne dersiniz? Çok ilginç buldum, maşAllah. Münazarat kitabının, Yeni Asya yayınlarında çıkan, diğer Latin Harflerle daha önce basılanlarda olmayan (Aslı Osmanlıca “Asar-ı Bediiye” de var) baş kısmında “ilafihim rıhlet’eş-şitai ve’s-sayf” ayetine referans verilecek şekilde bir “seyahat”ten bahseder, Nur Dede. Malumu olanlar oraya bakarak bu latif anlayışı değerlendirebilir.

Allah razı olsun.

Öncelikle teknik olabilecek bir soru: Ayetleri anlamaya çalışırken ayetin öncesini ve sonrasını dikkate almalı mıyız? Her bir ayeti kendi başına yorumlayabilir miyiz? 

Bu soru için şöyle diyebilirim;

Şahsi anlayışımı paylaşıyorum. Hem her bir ayet kendi başına alınabileceği gibi, öncesi ve sonrasıyla da ayrıca değerlendirme yapılır. Hatta Risalelerde çokça gördüğümüz gibi, bir ayetin bir parçası da parça olarak bağımsız bir şekilde anlamaya çalışılabilir. Ama biz kendi haddimizi bilerek dikkat etmeliyiz. Nur Dede, ayetler canlı olduğu gibi, her bir parçasının da canlı olduğunu söyler ve pratikte de uygular. Risalelerde geçen ayetlere dikkat edecek olursak, içlerinde çok “ayet parçaları” var, ayetin tamamını almamış. Maksada hitap eden kısmını almış.

Teşekkürler.

Mehmet Ali – Dediğiniz gibi, Risalenin unique anlayışı var arkadaşlarda. Böyle bir ayeti gündemimize getirerek onun pratiğini yapmamıza vesile olduğunuz için teşekkürler. Devamını bekleriz.

Peki, surenin diğer ayetlerini de düşünsek mi birlikte? Toplu olarak tüm sureyi tefekkür etmiş oluruz. Mesela, birinci ayette Kureyş’ten bahsediliyor ya? Kastedilen nedir? Şu anda Kureyş falan kalmadığına göre…

Kureyş kelimesi için Asad şöyle bir dip not düşmüş:

“for the safeguarding of the Quraysh”, i.e., as the custodians of the Kabah and the tribe in the midst of which the Last Prophet, Muhammad, was to appear. Thus, the “security of the Quraysh” is a metonym for the security of the Kabah, the focal point of the Faith based on the concept of God’s oneness,” 

Bundan hareketle, bugünkü “Kureyşlileri” düşünmek gerekiyor herhalde bu ayeti okuyunca yani Allah’ın mesajına sahip çıkan kim ise.

İkinci ayetteki “secure in their winter and summer journeys”dan kasıt da herhalde, dünyada yaşarken içinde bulunduğumuz her türlü kontekst yani kış olsun yaz olsun, kolay şartlar olsun zor şartlar olsun. Doğru mu?

Daha sonra sizin ilk başta verdiğiniz ayet geliyor, beyt ile ilgili olan. Onun hakkındaki düşüncelerimizi paylaştık zaten.

En son ayette diyor ki,  “who has given them food against hunger, and made them safe from danger.” Burası da açık diye düşünüyorum ben; herkesin her türlü ihtiyacını karşılıyor Yaratan. Korkuya sebep yok çünkü varlığımız garanti. Yok olma gibi bir derdimiz olamaz. O Yarattı ise ve O ezeli ve ebedi ise, biz de varlığımızı garanti etmişiz demektir. Hani Üstat diyor ya, “ebedi nimetler ebedi nazırlar ister” diye…

Sizin ya da diğer arkadaşların başka yaklaşımları olursa onları da duymaktan memnun olurum.

5- İlim yapma endişesiyle Kur’an okumayacağım. “Bu anlayışının kaynağı ne?” diye soracaklar diye korkmayacağım. “Ben bir insanım. Benim Rabbim, bana konuşuyor.” 

Bunu sormaları ihtimaline karşılık ben, Risaleleri ve Said Nursi’yi referans gösterdiğim için, pek insanların sesi çıkmıyor. Ses çıkartmak istediklerini seziyorum. Mesela, nasıl bu kadar emin konuşuyorsun diye itirazlar geliyor bazen. Ben de, “ben devlerin omuzlarına oturmuş bir cüceyim; bu ilmin benden geldiğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz; ama bu ilmin kaynağını kökleri çok derin, şuralara uzanıyor” deyince, itiraza kimse cesaret edemiyor. Artı, mantıklı gelmiyorsa reddet kardeşim diye hürriyet de verince, insanlar bakıyor, hakikaten mantıklı; o zaman kabul ediyorlar.

öncelikle teknik olabilecek bir soru. ayetleri anlamaya çalışırken ayetin öncesini ve sonrasını dikkate almalı mıyız? Her bir ayeti kendi başına yorumlayabilir miyiz? 

Her ayet kendi başına yorumlanabilir şu şart ile: kontekst dışına çıkartmaz isek. Bunu açmamız gerek şöyle ki; bizim günlük dilde kullandığımız bir tabir vardır; cımbızla bir lafı çekip çıkartmak diye… Genellikle, yanlış anlamlar yüklenen alıntılar için verilir bu benzetme. “Aslında ben onu demek istememiştim kardeşim, sen benim bir lafımı cımbızla çekip almışsın…” İtiraz budur.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bir kelime ya da cümlenin daha geniş bir bağlamın içerisinden çıkarılması DEĞİL; o içinden alıntı yapıldığı kontekstin ruhuna aykırı olarak anlam verilmesidir.

Yani “hermeneutik ağından” çıkarılmasıdır yanlış olan. Bu teknik bir laf olabilir bu konuları çalışmamış olanlar için ancak çok zor bir şey değil; sadece bilenler varsa onlara referans olsun diye söyledim. Basitçe bu, şu demek: 4M ile ifade edilen bir anlam ağının içerisinde değerlendirilir her cümle ya da kelime: Mütekellim, Muhatap, Maksat, Makam. Yani kim, kime ne maksatla ve hangi makamdan konuşuyor. Bunu tespit ettiğimizde, isterseniz bir ayet değil, bir ayetin bir hecesini hatta bir harfini bile çekip çıkartıp masanın üzerine yatırabilirsiniz. Cımbızla çektin ama denmez buna. Çünkü o kelimenin bağlı olduğu konteksti hala muhafaza ediyorsunuz. Asıl önemli olan odur. Değilse, tek bir ayet değil, isterseniz sureyi bile alsanız hata etmiş olursunuz. Ve de onun sonu gelmez.

Şu meşhur, Bektaşi fıkrasına bakalım örneğin. Ne diyor Bektaşi, namaza yaklaşmayın diye ayet var Kur’anda. Bu doğru mu yanlış mı? Öyle bir ayet parçasının olduğu doğru da, o parçanın konteksti dışında değerlendirildiği için yanlış. Çünkü Yaratıcı, bize, iman maksadı ile ders verdiği bir kitapta bu anlamın olması mümkün değildir. Dolayısı ile Bektaşinin yaptığı hata, bir ayetin bir parçasını cımbızla almak DEĞİL; kontekste uymayan değerlendirmeye sebep olacak şekilde ayeti almaktır. Arada çok fark var.

Bu farkı gözetmezsek eğer, biz hiç bir yerden herhangi bir alıntı falan yapamayız asla. Akademik referans yapma durumunda arkadaşlar da bunu düşünsün; mantıklı olduğunu daha rahat anlayabilirsiniz.

Demek ki, bir ayet ya da bir kelimenin tek başına çıkarılıp anlama çalışması yapılmasında bir sakınca yok– yeter ki, hermenetik ağının dışına çıkarmayalım.

Ali – Allah razı olsun hepinizden.

Kış ve yaz seyahati için “kolaylaştırdık” anlamı, üzerinde durunca, her türlü “geçiş” döneminde, yazdan kışa, veya kıştan yaza, hep bir kolaylaştırılma söz konusu. Biraz Nur Dede’den kopya ile hem rahat görünen ortamdan, hem de zor görünen ortamdan geçerken, hep bir kolaylık var. Mesela, bir musibette, bir taraftan geçmiş günahların affına vesile olma, yani geçmişteki hatadan vazgeçirmek için bir ikaz var (Rahmetten gelen bir ikaz). Aynı zamanda, bir mükâfatın başlangıcıdır musibetler. Eski hatamızdan vaz geçince yeni durum terakkiye vesile olacaktır.

Yanlış yolda giden bir kişi, eğer ikazı dinlerse: Önce yanlış yolda gittiği için hedeften uzaklaşıyordu ya, şimdi uzaklaşma işlemi duruyor. Bir de geri döndüğü için ikinci bir mükâfat olarak hedefe, maksada yaklaşma başlıyor.

Bir kişi küfürden vaz geçince, sanki bir kâfir ölmüş oluyor. Fakat aynı zamanda bir yeni mü’min doğmuş oluyor. Yani, iki kişi kazanılıyor. Bir zarar veren kişi zarar vermekten vaz geçiyor. Artı, fayda veren bir kişi kazanılıyor. Bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor. Bir evi yıkan kişi, evi yıkmaktan vaz geçince oturmuyor, evi yapan kişi haline geliyor.

Diyelim, inançsızlar 5 kişi idi, İnananlar da 5 kişi. Bir inançsız imana girince oran çok değişiyor. Dörde altı oluyor. İki kişi imana girse, üçe yedi oluyor. Dikkat edilirse, 2 kişi değişmesine rağmen değişme oranı yarıdan az iken, aynı beşte iki, sonuçta yediye üç oluyor ki, yarıdan fazla oluyor.

Yaratılıştaki bu sır çok ilginç. Nötr hal yok. Öyleyse, İmana ait meselelerde, gafletten çıkacak ufak bir teşebbüs netice itibariyle çok bereket getiriyor. Bir küfürden vaz geçivermekle koca bir Cennet kazanılıyor.

Belki ilgisiz gibi görünüyorsa da, “Her geçiş” döneminde Rabbimizin bizim için bir “güven” vermesini, görüyorum bu ayette. Kolaylaştırıcılığını hissediyorum.

Sanki senin devamlı vurguladığın bir mesele var ya: “Paradigma değişimi”. İşte tam bunu söylüyor Rabbimiz:”Korkma, bir durumdan, bir anlayıştan diğer anlayışa “seyahat” ederken, ben sana “güven” veriyorum, korkma geç, “kolaylık” vadediyorum. “Yapamam”, “Alışkanlıklarımdan vaz geçemem” diye çekinip durma. Benden işte, ben kolaylık veririm. Bana güven ve “Yapabilirim” de. Senin açıklamanla (çok güzel), bize yeni bir hak mesaj geldiğinde “paradigma değişimi” yapmak gerekirse, şartlarınız ne olursa olsun, (kışın zorlukları, yazın kolaylıkları temsil ettiğini düşünelim) gereken değişikliği hemen kendin için uygulamaya koyul. “Korkma, Ben seninleyim!” diyor. Rabbimiz “güven” veriyor, “kolaylık” vadediyor.

Dualarınızı beklerim.

Abdullah Berâ – Emniyetin nasıl sağlandığı olayı “bu evin Rabbine ibadet etsinler” kısmında açığa kavuşuyor. Yani sizin bu yolculukları yaparken emniyette olmanız, bu evin Rabbine ibadet ederek (daha önce verilen manaları buraya dâhil ederek) olabilir. Yani sırat-ı müstakimde olabilirsiniz. Emniyetli yol bu evin Rabbine ibadet ederek bulunabilir ancak. Katılanlardan Allah razı olsun.

Katılanlar: Ali Mermer, Mehmet Ali Akgün, Zafer Özdemir, Zübeyir Nişancı, Erkan Göktaş, Abdullah Berâ

Yazar hakkında

Müzakereler

Çeşitli imani konular üzerine yapılan e-posta yazışmaları Müzakereler kullanıcı ismiyle yayınlanmaktadır.

Ahmet için bir yanıt yazın X

5 Yorum

  • Ev insanın bedeni diye düşündüm. Rabbi ise terbiye edicisi, sahibi. O’na ibadet ise O’nun evini temiz tutmak, elimizden geliyorsa güzelleştirmek, evi doğru kullanmak. Nasıl ki bir kiracı, evde hasar oluşturursa eve zarar verirse; ev sahibi bunun bedelini ondan alıyor, işte “bu evin” sahibi dahi verilen zararın hesabını sorar. Allah razı olsun. 

  • Imani bir nazarla ayetlere grup halinde soru-cevap tarzında muhatabiyetde bizi değiştirecek güzel nurani manaların açıldığını farkettim . Ayetlerin hakikatlerinin Müzakere  perdesinde rahmeti ilahiye tarafından İhsan edildiğini hissetmeme vesile olan hoş bir metin ..Allah razı olsun. 

  • “Bu evin rabbine ibadet etsinler.”ev denince bende içine yabancının ( yabancı düşmandır çünkü.) alınmadığı mekan ve içinde kendimizi güvende hissettiğimiz yer olarak algılıyorum. dolayısıyla içinde insanlığımı hissettiğim her yer evim ve güvendeyim. eğer bu kalbimde olsa kainatta olsa değişmeyeceğini hissediyorum. çünkü kainatta eğer bu evin sahibi olan rabbimin  benim için yarattığı yer ise bana içinde düşman yoktur ve ben güvende hissedebilirim. gökten kuyruklu yıldız geçse bile.” bu”da ki vurguda benim içinde olduğum yere vurgu var. bu evin,” bu insanlığını gördüğün yer” gibi ve kendimle o yerin benimle bir yaratıp karşıma koyan beni terbiye edene vurgu olmuş .ben de “bu evle” beni yaratanı tanıdım  ve gereğini yerine getiriyor sana itaat ederek ibadet ediyor olmam kaçınılmaz olarak gerekli. yoksa bu evin sahibine itaatsizlik ve edepsizlik yapmış olurum ki; cezası da dostları kaybedip düşman kazanmak olsa gerektir diye düşündüm.çünkü “bu evin” dışına çıkartılacağım.güven gidecek, dostlar gidecek her taraf yabancı ve düşmanla dolacak hep tavşan ürkekliğinde bir hayat yaşayacağım. nerde aslanlar gibi kükreyerek yaşamak nerde tavşanın çıttan girecek delik arayacak halleri. akıllıysa,  insan olan bunu kıyaslayacak ?bu arada örnek açıklamalar olmasa bu yoruma da gelmeyecektim. örnek çalışmalar, ilkler hep zor ve en çok çalışmayı gerektirir. ama zorun başarılmasına cehd etmiş kardeşlerimi tebrik ediyor yeni ufuklara açılmanızı / açmanızı dua ederek destekliyorum.

  • Allah razı olsunHür fikirlerin hür bir şekilde vicdanının sesini dışarı yansıtması ile güzel bir kemal-i akıl ortaya çıkmış. Bu meselede “Beyt” kelimesi bir anahtar gibi. Yani sadece “hazel beyt” sözü ile bile surenin tümüne ait çözümler bulunabilir.Mesela Beyt (ev) benim için neyi ifade eder.Benim için ev, benim soğuktan ve sıcaktan sığındığım yerdirBenim için ev, düşmanlardan ve muzırrattan korunduğum ve sığındığım yerdirBenim için ev benim tüm ihtiyaçlarımın görüldüğü, içinde düzenin olduğu,ve bu düzen içinde yaşayan her kesin kendine ait bir sorumluluğunun olduğucocuklarımın ve dolayısıyla benim terbiye edildiğim bir yerdir.Daha bu uzayıp gidebilirPeki kainatta (çöl yollarına düşmüş bir bedevi gibi) yalnız bir adam olan kişini beyti ne olabilir.Elbette tek sığınağımız olan Maik-ül Mülk olan Kadir-i Rahimimize ulaştıran her türlü işaret olabilir.O, rahmetiyle bizim her türlü açlık ve susuzluk fakriyetimize cevap verdiği gibiKudretiyle manevi ve maddi hastalık musibetlerimizi de giderebilir.

  • Surenin tamamından hareket ederek bu ayeti anlamlandırmaya çalıştım, şöyle ki;
    Kureyş’in bulunduğu coğrafi alana bakıldığında tarıma elverişli olmayan, yağmur almayan, volkanik kayalarla kaplı, aslen ticaret yolları üzerinde de olmadığından mekan olarak yerleşime ve geçinmeye müsait değil. Tek hususiyeti içinde barındırdığı Kabe ve zemzem. Bir şekilde Hz İbrahim’in duasının kabulü ile insanların ilgisini kazanmış, doğru, yanlış ibadet kastı ile ziyaret ve ardından ticaret merkezi hüviyeti ile geçimlik yerleşim merkezi olmuş. Yani asli özellikleri itibari ile yerleşmeye müsait değil iken bir lütuf ve kerem eseri olarak çöl ortasında bu vaziyeti almış hatta insanlara sevgili bir mekan olmuş.
    Mekke ve Kureyş’e bu halin verilmesini bir metafor olarak kabul edersek, uzay boşluğunu Arabistan çölü, dünyamızı da Kureyş gibi düşünebiliriz. Dondurucu bir soğuk, yakıp yokedici sıcaklık, ultraviyole ve elektromanyetik dalgalarla aslen yerleşime ve hayata müsait olmayan bir ortamda aşırı sıcak, soğuk, öldürücü ultraviyole ve elektromanyetik dalgalardan, göktaşlarından korunmuş, uzayda korkunç bir süratle, yaz kış demeden, emniyetle seyahat ettirilen, içinde sakinlerinin her türlü ihtiyacının umulmadık bir şekilde karşılandığı bir evin sahibini, Rabbini merak edip tanımaya çalışmayan, ona bir iştiyak duymayan, onun marziyatını öğrenmeye bir isteği olmayan insana insan denir mi?