Risale-i Nur Okumaları Usûle Dair

Delil-i İnayet

KAİNATIN ŞAHİTLİĞİ ALTINDA YARATICIYI TANIMA

İşaret

Cehl-i mürekkebi intaç eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etse ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyânı olan mümâresât-ı ilzâmiyattan nefsini tahliye etsen, hurdebinî bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin şuursuz, mecrâ ve mahrekleri tahdit olunmayan ve imkânâtında evleviyat olmayan esbab-ı basita-i camide-i tabiiyeden husûl-pezir ve destgâhın masnuu olduğunu, kendi nefsini kandırıp mutmain ve ikna edemezsin. Meğer her bir zerrede Eflâtun kadar bir şuur ve Calinos kadar bir hikmeti ispat ettikten sonra, zerrât-ı saire ile vasıtasız muhabereyi itikad ve esbab-ı tabiiyenin üssü’l-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzâdaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dâfianın içtimalarının hortumu üzerindeki muhaliyetin damgasını kaldırabilsen… Eğer nefsin bu muhalâta ihmal verse, seni insaniyet defterinden sildirecektir.

Fakat caizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb ve def’ ve hareket, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Fakat kanun kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten haricîliğe ve itibardan hakikate ve âletiyetten müessiriyete gelmemek şartıyla kabul ederiz.

Ülfet tehlikesi

“Cehl-i mürekkebi intaç eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etse”

Bu cümledeki önemli kelimelerden biri cehl-i mürekkeptir. Cehl-i mürekkep, cehaletin terkiplisidir, cehalet içinde cehalettir. Cahil olduğu halde cahil olduğunu bilmeyendir, yani bilmediğini de bilmez. Böyle bir cehaleti netice veren, insanı böyle cahil bir duruma sokan nazar-ı sathiyi, yüzeysel bir bakışı doğuran ülfetten sıyrılıp çıkmak gerekir.

Birinci aşama, yüzeysel bir bakış ile olayları anlamaya çalışmaktan uzak kalmak istiyorsak ülfetten, alışkanlıklardan kurtulmalıyız. Dünyaya hep ülfet nazarıyla baktığımızda hep döndüğünü görüyoruz. Rüzgar eser, yağmur yağar, bırakılan eşya yere düşer. Bütün bunlar hep sathi nazar ve ülfetle gördüğümüz olaylardır. Bir eşya havadan daha yoğun moleküler bir yapıya sahipse, yere doğru hareket eder ve biz de ona “düşmek” deriz. Hep öyle gördüğümüz için “Tabii düşer canım” deriz. Düşmek neyin nesidir, diye hiç düşünmemişizdir. Isınan hava yükselir, onun yerini soğuk hava doldurur. Bu ısınmak nedir? Nasıl oluyor da hava yukarı çıkacak bir sistem oluyor? Soğuk havanın hareketi nedir? Bunları sormadan hemen “rüzgar” deyip geçmişiz.

Ülfet bir başka kelimeyle ünsiyet çok vahim bir durumdur. İnsanı cahil olduğunu bilmeden cahil eder. İnsanı, bu alemin ne anlama geldiğini düşünme konusunda ve varlıklar üzerinde tefekkür etme alanında çok yüzeysel bırakır. Bu nedenle ülfet denilen durumdan kendimizi uzak tutmanın yollarını aramalıyız.

Ülfetten uzak kalmanın yolunu, çok bilinçli bir şekilde kendimize devamlı sormalıyız. “Ağırlıklarından dolayı cisimler yere doğru düşer” demek çok basit bir açıklamadır, insani bir özellik değildir. Neden ısınan su buharlaşır? Nasıl buharlaştığını incelemek zorundayız. Suyun buharlaşmasını incelediğimizde kendi kendine gerçekleşecek bir olay olmadığını, gayet bilinçli bir tercih ile meydana geldiğini anlarız. “Bir Yaratıcı var ve kasıtlı bir şekilde bu dünyaya vücut vermiş” sonucunu içeren imanın, hayatımızda etken olmaması, dinin sadece belli faaliyetlere indirgenmesi ya da sıkıştırılması ülfetten kaynaklanır.

Bir maddenin nasıl oluyor da yere doğru çekildiğini düşünmediğimiz için imanımızın iktizası olan hali yaşayamıyoruz? Ya namaz vakti gelince namazımızı kılarken ya da birisi bize bir şey soracak biz de yalan değil de doğruyu söylediğimizde dinimizin iktizasını yaşayacağımızı sanıyoruz. Din, bu kadar dar bir anlayışın içerisine sıkıştırılamaz. Dini, namaz kılmak, oruç tutmak, yalan söylememek, içki içmemek, kumar oynamamak, zina etmemek gibi belli uygulamalarla sınırlandırmak insaniyete yakışmayan bir durumdur. İmanın son kertesinde alacağı şekli gösteren uygulamaların tabanını yani pratik hayatta 24 saatte yaşadığımız imanın gerekçeleri hiç gündeme getirilmez. Türkçede çok kullanılan bir deyimle açıklamaya çalışalım: Namaz zurnanın son deliğidir, yani namazın temelinin olması için önceki deliklerden ses çıkması gerekir. Oturmamızda, konuşmamızda, yürümemizde, görmemizde, duymamızda Yaratıcımızın bize ikramının görülmemesi imani bir hal değildir. Tabanı yoksa o halde namazı niye kıldığımızın, orucu niye tuttuğumuzun farkında değiliz demektir. İman tesis edilmeden, imani bir hayat yaşanmadan belli ritüelleri uygulanması sathilik ve basitliktir.

İmanın temel esaslarının yaşanması için kimseden filozof ya da ilahiyatçı olması beklenmez. Yürüdüğümüzü, oturduğumuzu düşünmek yeterli olacaktır. Rüzgarın nasıl estiğini bilmek için fizik kanunlarını bilmek gerekmez, sadece rüzgarın kasti bir fiil olduğunun farkında olmak yeterlidir.  Üzerinde oturduğumuz dünya evi boşlukta duruyor, üstelik bu dünyanın döndüğünü söylüyorlar, sadece kendi etrafında değil, güneşin etrafında da dönüyor, güneş sistemiyle beraber bir galaksinin merkezi etrafında da dönüyor yani 3-4 çeşit dönmeyi birden yapıyor. Bunların hepsi gerçekleşirken biz rahat bir şekilde oturuyoruz. Demek ki bütün bu olaylar hikmetle, kasıtla bize takdim ediliyor. “Kainatın Yaratıcısı Allah, ben O’na inanıyorum. Her şeyi O yarattı” diyerek ülfetle geçiştirme şeytanın vesvesesidir, teklifidir. Şeytan “Tamam, kainatı Allah yarattı, durma bunun üzerinde, geç” diyerek günlük hayatımıza sokmaz. Şeytan kâinatın bir yaratıcısı olması gerektiğine inanan bir insana, “Bu dünya kendi kendine oluşmuştur” diye teklinde bulunmaz.

Vehimlerin tuzakları

Ülfetten sıyrılıp çıkınca bu kez “Akla karşı sedd-i turuk eden evham âşiyânı” gelir. Vehim akla karşı bütün yolları kapatır yani aklı çalışmaz, düşünmez hale getirir. Vehimler gözümüzde büyür. Bazı bilim adamları, kainatın kendi kendine oluştuğunu ve bir Yaratıcıya gerek olmadığı fikrini ortaya sürerler. Ama kainata baktığımızda, kendi kendine olmuşa pek benzemiyor. Çünkü her şey devamlı değişiyor. Eğer bir şey kendi kendini var ettiyse kendini değiştirmez, varlığını sabit kılar. Niçin başkasının değiştirmesine müsaade etsin? Bilim adamlarının çoğu her gün çıkıp, kainatın nasıl oluştuğunu izah ettiklerini söylüyorlar. Bu durum karşısında biz de “Adamın bir bildiği vardır. Belki ben bilmiyorumdur” diyerek aklımızı kullanmanın yolunu kapatıyoruz. Böylece bir şüpheyi barındıran bilgiyi, “Onların dediği doğru olabilir mi?” fikrini çay demler gibi demlemeye bırakıyoruz. Çay demlemede olduğu gibi çay rengini suya vermeye başlıyor ve beyaz olan su kırmızıya dönüşüyor. İlim adamların fikirleri de bizim içimizde demlenmeye başlıyor, “Biz Müslümanız ama bilgili olanlar öyle demiyor” şeklindeki şüpheler içimizde kalıyor.

Bu durumdaki insan “mümâresât-ı ilzâmiyattan nefsini tahliye etse”. Vehimlerin arkasına düşen bazı insanlar taklidi imana sahip Müslümanların yaptıkları yanlışları, dinden uzaklaşmak için kendilerine delil yaparlar. Din eğitimi görmemiştir ama 3, 5 kuruş para toplayıp hacca gider. Çünkü oraya gittiğinde bütün günahlarının affedileceğini ve böylece ahireti garantileyeceğini düşünür. Bu Müslümanı inceleyen kişi de bu adamın hayatındaki dünya hırsı, bencillik gibi hataları görünce ‘din yanlış’ sonucuna ulaşır ve vehimlerine malzeme toplar. Dine karşı kendini haklı çıkartmak için çatışmaya girer, dinin hakkaniyetini reddetme hususunda muhatabını ikna etmek, ilzam etmek, susturmak için delil üzerine delil toplar. “Siz, Yaratıcı bu kainatı yarattı diyorsunuz ama bir patlamayla  olmuş” diyerek inançtan uzaklaşmaya çalışır. İddialaşmak için vehimleri toplayıp getirmeye başlar. Nedir o patlayan şey? Patlama özelliği nedir? Bu soruları düşünmez. Atomun kendisi patlamış sonra dağılmaya başlamış. Kim dağıtıyor? Dağılmak nerden çıktı! Dağılma özelliği varmış. Atomun kendisi “Ben dağılacağım” diye karar mı almış? Atomun iradesi nerede? Atomun içerisine girdiğinde irade mi görüyorsun? Hiç bu konulara girmeden yüzeysellik arkasında, sadece vehme kapılıp inatla kendini haklı çıkartmak için mantık oyunlarına girmeye çalışır.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

2 Yorum

  • İslam tarihini az çok okuyoruz ,sohbetler dinliyoruz,flmler seyrediyoruz. Fakat bu bilgi yığınını böyle anlamlı bir şekilde düzenleyip sıralayan bu sıralamadan,bu düzenden şu an içinde bulunduğumuz kaos için yol haritası çıkaran yazılara pek rastlayamıyoruz. Allah razı olsun.  Tarihi değerlendirmekte usul arayışında olmazsak günümüzü düzene sokmak için de tabiri caizse paldır küldür davranıyoruz. Allah razı olsun . Ben yazıdan çok yararlandım.