Usûle Dair

Müesseseleşmiş Din

Müesseseleşmiş Din | Ha-Mim

1- Dinin müesseleşmesi, insanın dine yabancılaşmasının başlangıcıdır.

”Müesseseleşmeyi”, cemaatlaşma veya bir cami yapıp o camide toplanma, veya Cuma namazında hutbeyi belli bir kalıp içine sokmak gibi şeyler olarak görmüyorum.

Dine taalluk eden meselelerin ”kalıplaştırılması”, özellikle rituellerin ve imana taalluk eden konuların yalnızca şekillere indirgenmesi (şekillerini öğrenmek ve onlara konsantre olmak gibi) ve dolayısıyla onların tabanında olan iman ve üstlerinde olması gereken ihsan boyutlarından mahrum bırakılması olarak anlıyorum. Böyle bir halde insanlar dini bir kalıp içinde görecek duruma geliyorlar. Yani kafaların, kalblerin, ruhların bir kalıba mahkum edilmesi diye anlayabiliriz bu müesseseleşmeyi veya bir başka deyişle kurumsallaşmayı.

Böylesi bir durum ilk bakışta dini sağlama alma olarak telakki edilebiliyor. Yani, ”Ne yapılması gerekiyorsa biliyorum ve yapıyorum elhamdulillah” denebilecek bir hal gibi görünebiliyor.

Bu durumun gerçekten dinin hakikatlerine bir yabancılaşma olduğuna inanıyorum. Dinin ihtiva ettiği her türlü meselesini, yani rituellerini kurallardan ibaret görmek; imana taalluk eden yönünü yalnızca ‘iman edilmesi gereken konular’ olarak öğrenmek; dinin bir halet-i ruhiyeyi içeren boyutunu (ihsan denilen mesele ki çok ihmal edilen bir boyut) müzikten alınan zevk gibi (başka bir uygun örnek bulamadım, mesela ilahi dinlemekten insan zevk alır, bu zevk hali ile ihsan arasında hiçbir ilişki yoktur) bir hale sokmak gibi anlayarak veya davranarak, ne kadar kurumsallaştırırsak, kalıplara sokarsak, o kadar dinden uzaklaşıyoruz demektir.

2- Hürriyet imandan önce gelir. Yani, hürriyetsiz iman olmaz. Yani, iman etmek için önce hür olmak gerekir.

Bu cümleden maksadım da, hürriyet seküler anlamda tanımlanmaksızın (yani bir kişinin istediğini yapabilmesi veya yapmasının sağlanması anlamında değil de) bir insanın kendi iradesini kullanarak kendisine mal edebildiği sonuçlar bu kişinin hür olarak verdiği kararlar diye görüyorum.

Allah’ın insana vermiş olduğu insani kabiliyetlerini kullanması veya kullanmasının sağlanmasıdır hürriyet. Eğer bir insan bu kabiliyetini kullanarak bir iş yapıyor veya bir şeye karar veriyorsa o zaman o kişi kendine ait bir şey yapmış oluyor. Değilse bir kölenin yaptığı bütün işler kölenin sahibine aittir ya, eğer bir insan kendisine verilen kabiliyetlerini kullanmadan bir başkasını, mesela, taklid ederek bir şey yapsa bu iş o insana ait değil sanki taklid ettiği insana ait olur. Dolayısıyla o işin bize ait olmasını yani bize ait bir din, veya iman veya bize ait bir amel vs olmasını (haşa iman zaten bize ait değil Allah’ın bir ihsanıdır demeyin, o konuyu konuşmuyoruz. Bir insanın bir diğer insanı veya insanlar grubunu veyahud bir anlayışı taklidini konuşuyoruz) istiyorsak önce hür bir şekilde konuya muhatap olmamız lazım. Yani bizzat kendi irademizle olaya talip olmamız ve kendi kapasitemiz dahilinde olayın içinde biz olmalıyız. Bu sonuç benim kendime verilen kabiliyetlerimi kullanarak ulaştığım sonucumdur, diyebilmeliyim. Hür olmaktan bunu anlıyorum.

Sizlerin de katkılarınızı beklerim. Konunun daha da açılmasına ihtiyaç hissediyorum.

Mesela şu ayet namazının içinde sana ait bir şeyler olmalı diyor, değil mi?

الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

23:2 Onlar namazlarinda hûsû içinde olanlardir” (Huşu için İnglizcede ”to be moved, to be touched” tanımı getiriliyor. Türkçede ”insanın içinin kıpırdaması, mütessir olması denebilir.)

Huşu bana ait olandır, kurallar namaza ait olandır. Yani dışarıda namazın kurallarını uygularım ama benim hürce yaşadığım bir huşu olmalı. Kurumsallaşmanın veya hür olmaMAnın sonucu Huşusuzluktur. Yani hem dine yabancılaşma ve hem de kendime ait bir şey katmadan kölelere (insanların kölesine, Allah’ın değil) layık bir tavır içinde olmam demektir.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın