Dünyada zamanı tanımlamak için sezyumlu atom saatleri kullanılıyor. Zamanı saatlere bölüyorum, dakikalara bölüyorum, milisaniye, nanosaniye… Kainat düzeninde yaratılan bu atomların yaratılış gereği sezyum-133 izotopunun belirli bir zaman aralığında titreşmesi 9.192.631.770 hesaplanmış ve saniye olarak tanımlanmış. Zaman mefhumunu sonsuza bölüyorum ve o zaman diliminde bir yaratılış görüyorum. Mesela saniyeyi 9.192.631.770’e bölüyorum ve bir sezyum atomu titreşiyor. Çizilmiş bir resim, anlık fotoğraf çekimi gibi karelerin ard arda sıralaması gibi geçip giden bir film gibi kainatın işlemediğini, kainattaki atomların ışımalarına bakarak anlayabiliyorum.
Zaman denilen mefhumu parçalara ayırdığım zaman saat, saniye, milisaniye vesaire sonsuza kadar küçülerek giden ve o sonsuz yenilenmenin kaynağının Mutlak, sınırları olmayan bir Yaratıcı olması gerektiğini görüyorum. Ân be ân atomlarımıza yeni bir yaratılış veren Birinin olması gerektiğini anlıyorum.
Bu açıdan zaman ‘yaratma fiilinin sürekliliği’ demek oluyor. Yaratma devam ediyor, hem de zamanın sonsuz dilimlerinde akıl almaz bir şekilde yaratılarak devam ediyor. Biz bu devama ‘zaman’ diyoruz. Mekan boyutunda bir varlık yaratılmış da, kendisi düzene uymak suretiyle varlığını devam ettiriyor yargısının tamamen yanlış olduğunun farkına varıyorum.
Bu sonsuzluğun kaynağının kainat cinsinden tanımlayamayacağım bir Zât tarafından gerçekleştirilebileceği sonucuna ulaşıyorum. Bu yaratma düzeni içinde bir hücre veya bir bebek gelişmiş insan oluyor. Bu gözlemim, yaratma sürecinin düzenliliğini, kasıtlılığını, yaratma fiilini gerçekleştirenin bilinçli, programlı, geleceği bilerek yaratmayı gerçekleştirdiğini gösteriyor.
Sonuç olarak, ben gözlemliyorum ki düzenli, gelişen ve genişleyen bir kainat var. Böylesi bir kainat tümüyle yaratma fiilinin devamından ibarettir diyebiliyorum.
Her bir ânda var olan bir varlığın diğer bir âna geçebilmesi ancak ve ancak yaratma işlemini kime ait ise onun tarafından gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla gelişme (tekamül) dediğimiz şey yaratma fiilinin devamından ibarettir.
Zamanın bir dilimine biz ân diyoruz. Değilse, bir yaratma var ve bir de zaman var değil. Ân Rabbin yaratılışına şahit olmaktır. ‘’Ân-ı Seyyale’’yi varlığın zaman içindeki yaratılış hallerinde değil, yaratılışın ta kendisi olarak anlamam gerekiyormuş.
Hayatın kendisi, mutlağın yansıdığı sonsuz zaman dilimleri içinde yer anlan devamlı ve sonsuz yaratılışlar zinciridir. İnsan nerede olursa olsun hangi zamanda olursa olsun, zaman ve mekanın ötesindeki Yaratıcıyı tanıma anında böyle bir sevincin tecrübesinden gelen bir memnuniyet hissi yaratılıveriyor bende. Doğru anladın diye Yaratıcım sanki tebrik haberi gönderiveriyor bana.
Gökteki yıldızlar gibi atom parçacıklarından yaratılan kalbimin temsil ettiği duygularım, anı tefekkür etme ile birlikte yıldızların da bu gerçeğe şahitlik yaptığından haber veriyor. Zaman dilimlerinin uçsuz bucaksız olması, uzayın uçsuz bucaksız olması, ruhumun iniş çıkışlarının duygularımın sonsuz olması, düşüncelerimin değişken ve zihnimin bunca ayrıntısı; bütün bunlara bana tanık olabilme yeteneğinin verilmesi beni şöyle bir sonuca ulaştırıyor: Alemdeki bu bütünlük tüm varlıkların tesadüfen olmadığını, Mutlak Yaratıcının evren içindeki bir düzen ile yaratılan varlıkların bir amacı olduğunu hatırlatıyor. O amacın, mutlak olan Yaratıcının bizlere bu tecrübeyi yaşatmasından ibaret olduğunu anlıyorum. İşte bu amacı kavrama ânı benim için tüm kainatı bir ‘’anlam külçesi’’ haline dönüştürüyor.
Kainat var olduğu için için kıymetli değil, bütün kainat beni tanıyan ve bana Kendisini tanıtan Rabbim tarafından yaratıldığı için kıymetli oluyor. Herkese zamanın ve mekanın ötesinde ânlar diliyorum. Selâm ve dua ile
*Not: Bu yazı Hamim Youtube kanalında yayınlanan Kader Risalesinin 25. derste (11.01.2024) gündeme getirilen konular çalışılarak hazırlanmıştır. İlgili derse şu linkten ulaşabilirsiniz: