Soru: Bektaşi, namaza yaklaşmayın dediğinde neden haksızdır? Yaptığı hata nedir? Kur’an’dan bir ayet alıntıladığı halde nerede yanlış yapıyor?
Bu konuda ilk aklımıza gelen genelde şu olur; meşhur ifadesi ile, cımbızla tutup bir ayeti veya ayetin bir parçasını çekmiştir de ondan. Peki, cımbızla tutup çekmek her zaman bu şekilde hatalı bir bakış açısına sebep olur mu? Olmadığı yerler var mıdır? Var ise, neden bazen hatalı bir davranıştır da diğer zamanlarda neden hatalı değildir?
Cevap: Bana göre çok elzem bir konu bu — ki, iyi ki üzerinde durmuşuz diye düşündüm. Hakikaten, bu tür temelli prensipleri anlamaksızın, söylem geliştirmeye kalktığımızda bu hatalı yaklaşım, bir yerlerde muhakkak bir şekilde patlak veriyor ve biz hiç olmayacak yerlere gidiyoruz argumanlarımızda. “Birşeyi kendi bağlamının dışına çekmek” diye bilinen bu mevzu, işte böylesine dikkat isteyen bir mesele — kanaatimce.
Buraya şuradan gelmiştik hatırlarsanız. Yusuf Suresi 106. ayet diyor ki: “Onların çoğu sirk koşmadan Allah’a iman etmezler.” Şimdi, bu ayeti anlamlandırabilmek için bu ayetin geçtiği paragrafı (Kur’an’da paragraf yok ama hani anlam bütünlüğü içeren bölümü anlamında diyorum.) veya bu ayetin geçtiği sureyi ilk önce çalışıp ondan sonra bu ayete anlam vermeliyiz tutumu doğru mudur? Yani ayetin ötesinde berisinde geçenleri bilmeden sırf bu ayeti bu haliyle alırsak eğer, Bektaşîlik yapmış olur muyuz olmaz mıyız? Halli gereken mesele bu.
Dahası, mesela, bu ayetin geçtiği tarihi konteksti de bilmemize ihtiyaç var mi? Sebeb-i nüzul dedikleri hadise? Bütün bunları bilmeden ayeti anlamlandırmaya çalışmak bizi Bektaşi yapar mı?
Bir cümleyi ya da bir kelimeyi cımbızlamak, onu, geldiği anlam arka fonundan koparmakla olur ancak. Yoksa, o anlam arka fonu ile olan organik bağını kesmeksizin, değil bir kelimeyi hatta bir harfi bile cımbızlayıp mercegimizin altına koyabiliriz. Bektaşinin hatası, bir iki kelimeyi Kur’an’dan çekip çıkarmak değil, o çektiği haliyle o kelimelerin Kur’anın anlam arka fonundan koparmasdır. Çünkü namaza yaklaşmayın ifadesi, Kur’anın hedefleri göz önüne alınınca doğru bir ifade olmaktan çıkar. Kur’an’a uymadığı için, o cımbızlama yanlıştır; yoksa bir ya da iki kelimeyi çekip çıkarttığı için değil.
Bu belki basit gibi görülebilir ancak zannımca çok önemli bir noktadır. Dolayısı ile, yukarıda bahsi geçen ayeti anlamak için illa içinde geçtiği paragrafı, sayfayı, cüz’ü veya sureyi ve de tarihi konteksti bilmeye gerek yok. Zira bilinse de yine Kur’anın anlam arka fonuna ihtiyaç var. Mühim olan, bu ayeti bir Kur’an ayetidir diye okuyabilelim ve Kur’anın amaçlarını aklımızdan çıkarmayalım. Ki bu amaçlar, tevhid, risalet, ve ahirettir.
Bizim vahyi anlamada usûldür dediğimiz 4M kuralını (Kim, kime, ne amaçla ve hangi makamdan konuşuyor?) da hatırlayınca, çok rahat bir şekilde bu ayete hatta istersek bu ayetin içindeki tek bir kelimeye bile anlam verebiliriz; hiç bir problem de olmaz.
Şimdi ayeti anlamaya çalışalım. Ayet bana diyor ki, sen çoğunlukla (ekseruhum) şirk içinde iman ediyorsun. Bunun nedeni nedir diye düşündüğümde, bir önceki ayette bir açıklama var diye gördüm: 12:105 “Bununla beraber göklerde ve yerde ne kadar âyet var ki, onunla yüz yüze gelirler de yine de yüz çevirip geçerler.”
Yani, Allah’a inandım demekle iman olmuyor. Bu imanın şirksiz olabilmesi için yerlerdeki ve göklerdeki ayetlerin/delillerin okunması gerekiyor. Nursi’nin ifadesi ile “kitab-i kebir-i kâinatı” okumaksizin iman etmek mümkün değil. Bu da, bize imanın gerçekleşmesi için nasıl bir yöntem takip etmemiz gerektiğini gösteriyor: kainat, Rasul ve vahy, üçü birlikte birbirini açıklıyor diye okunmalı. Biz genelde kâinatı dışarıda bırakıyoruz. Bu konuda hassas ve dikkatli olmamız gerekiyor demekki.
Bunların ışığında, bu yaklaşımın / usulün bir başka pratiğini yapmak üzere su ayete de hızlıca bakabiliriz: 113:5 “Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden (Allah’a sığınırım).”
Hased edenin yani kıskananın şerri ne demek ve bu şer bana nasıl zarar verebilir — ki ben bundan Allah’a sığınırım diye dua etmek ihtiyacı hissediyorum?
Şerrin Kur’andaki tanımı tevhidden uzaklaşılan her haldir. Peki, hased eden yani beni kıskanan neden şer işlemiş oluyor? Yani kiskanmadaki, tevhidden uzaklaşan yön nedir? Cevabı şu olabilir: Eğer beni birisi kıskanmışsa, o kıskandığı özelliğimi bana vermiş demektir. Halbuki, o her ne ise, bana ait değildir ve o şey bana Rab tarafından Onu tanımam amacıyla verilmiş bir şeydir. O hased eden, ona sanki benimmiş gibi yaklaşıp, “Onda var ama bende neden yok?” demiş oluyor. İşte Kur’an’a göre bu görüş şerdir; çünkü içinde tevhidin hakikati yoktur. “Hakiki Mülk sahibi Odur” gerçeğine aykırı bir tutumdur.
Peki, ben bu halden neden Allah’a sığınıyorum ? dersek eger. Çünkü ben de, Allah muhafaza, havalara girip “Hakikaten bu şey de benimmiş” gibi bir düşünceye kapılabilirim. Bu şerli görüş bana da bulaşabilir; kıskanılacak bir yanım olduğu zannı benim tevhid anlayışıma zarar verir. O adam bana bakıp “Vay be” dediğinde, ben de o görüşün doğrultusunda “Bende de birşeyler varmış, bak milletin ağzı açık kaldı” diyerek kendime pay biçebilirim — ki bu tevhidden uzak bir tutumdur.
Özetle, Kur’ana yaklaşım usulünün farkında olup Kur’anin anlam arka fonuna ve onun maksadlarina uymak şartıyla, değil bir cümleyi belki bazen bir kelimeyi veya bir harfi bile tek başına inceleyebiliriz ve bu davranış cımbızlamak olarak suçlanamaz. Belki daha da önemlisi, ayetin tümünü inceledim ve hatta surenin diğer öğelerine de baktım diye, o ayeti doğru anladım iddiasında bulunamayız. Bütün mesele, o sözün anlam ve maksad arka fonundan bir uzaklaşma olup olmadığıdır.