Ders Notları

Binayı Temelden Yapmaya Başlamak ya da Kur’an’ı Nüzûl Sırasına Göre Okumak

Binayı Temelden Yapmaya Başlamak ya da Kur’an’ı Nüzûl Sırasına Göre Okumak | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (09. 09. 2023) yapılan online Risale-i Nur dersinde, Eski Said Dönemi Eserleri’nde yer alan Makalât’tan “Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (asm)” başlıklı makalenin okunmasına ve müzakeresine devam edildi. 5 Mart 1325 (18 Mart 1909) tarihli Volkan gazetesinin 77. sayısında yer alan makalede müellif, hem dönemin siyasilerine hem aydınlarına hem de onların şahsında okuyuculara önemli mesajlar veriyor. Derste makalenin okunan kısmı itibariyle mesajların hem tarihsel yönüne hem de bugüne bakan yönüne ilişkin değerli müzakereler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgi ders kaydına (https://www.youtube.com/watch?v=UZNO9B2-igU) havale edip aşağıdaki paragraf vesilesiyle gündeme getirilen bir tefekküre işaret etmek istiyorum:

“…Ey evliya-i umûr! Tevfîk isterseniz, kavanîn-i adetullaha tevfîk-ı hareket ediniz; yoksa, tevfîksizlikle cevab-ı red alacaksınız. Zîra, maruf umum enbiyanın memalik-i İslamiye ve Osmaniyeden zuhuru kader-i İlahiyenin bir işaret ve remzidir ki, bu memleket insanlarının makine-i tekemmülatının buharı diyanettir; ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-i İslamiyet ile neşv ü nema bulacaktır. Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dînin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı, zaaf-ı diyanettir; bunu takviye ile sıhhat bulabilir…” (Eski Said Dönemi Eserleri [İstanbul 2017], s. 49).

Moderatörün ve müzakerecilerin ifade ettiği gibi metin temelde yöneticilere hitap ediyor, onlara Allah’ın “adetullah” adı verilen kanunlarına uygun hareket etmelerini, aksi halde başarı sağlayamayacaklarını dile getiriyor. Devamında toplumun tarihsel ve coğrafi gerçekliğine işaret ederek bilinen peygamberlerin İslam coğrafyasında zuhur ettiğini, dolayısıyla memleket insanlarının gelişme, huzur bulma, ilerleme makinasının buharının da ancak din ve dinî düşünce ile olacağını vurguluyor. Aynı şekilde İslam’ın hakim olduğu Asya, Afrika ve Balkanları verimli bir tarlaya benzeten müellif, bu tarla ya da bahçedeki çiçeklerin yine ancak İslam ziyası ile açılıp gelişeceğine dikkat çekiyor. Ardından şu tespitlere yer veriyor: Dünya için din feda edilemez. Vaktiyle, istibdada dayalı siyasi sultayı koruma adına birtakım dinî meseleler rüşvet olarak verilmiş fakat bu, dinin terk edilmesine, milletin dinden soğumasına yol açmıştır; dolayısıyla toplumdaki asıl hastalık “dindeki zaaf” olup, toplumun sağlığına kavuşması da ancak bu zaafın giderilmesine bağlıdır.

Bunun bize bakan boyutu şu: Ben de bir kişi ile konuşurken o kişinin kapasitesi dahilinde, psikolojisi dahilinde, ilgi alanları dahilinde konuşmam, dini ona göre, onun ihtiyacına, onun insaniyetinin ihtiyacına göre sunmam gerekiyor. İnsanların insanî ihtiyaçları, bakıyoruz ki tatmin edici şekilde karşılanmıyor, tabiri caizse insanlar kıvranıyor. Burada bizim dikkat etmemiz gereken hususlardan birisi insan gerçeğini dikkate alarak sağlıklı süreçler takip etmektir, diğer bir ifadeyle tedrice riayet etmektir.

Derste bir müzakereci şunları paylaştı: “Metin siyasilere konuşuyor. Ama bize bakan boyutu da var. Metindeki “kavânin-i adetullaha tevfik-i hareket etmek” ile kast edilen -konunun bağlamı itibariyle-, Allah’ın yalnızca evrenin fiziki yaratılış düzenine koyduğu kurallara uymak değildir. Bu ifade ile kast edilen yine yaratılışla alakalı olarak insan psikolojisini, toplum psikolojisini dikkate almak diye anlaşılıyor. Bunun bize bakan boyutu şu: Ben de bir kişi ile konuşurken o kişinin kapasitesi dahilinde, psikolojisi dahilinde, ilgi alanları dahilinde konuşmam, dini ona göre, onun ihtiyacına, onun insaniyetinin ihtiyacına göre sunmam gerekiyor. İnsanların insanî ihtiyaçları, bakıyoruz ki tatmin edici şekilde karşılanmıyor, tabiri caizse insanlar kıvranıyor. Burada bizim dikkat etmemiz gereken hususlardan birisi insan gerçeğini dikkate alarak sağlıklı süreçler takip etmektir, diğer bir ifadeyle tedrice riayet etmektir. İnsanların hangi aşamada neye ihtiyaçları olduğunu tespit etmek, bu doğrultuda takdim yapmaya çalışmaktır.”

“Bakıyoruz, beden adeta cansız, biz cansız bedene fizik-terapi uyguluyoruz. Sonra da niye elini hareket ettirmiyor, niye ayağını hareket ettirmiyor diyoruz. Bence alem-i İslam’ın durumu bu! Manevi bedenlerimiz ölü! İmanî gerekçelerimiz yok. ‘Allah böyle buyuruyor’ diyoruz, ‘Kur’an’da böyle emrediliyor’ diyoruz, Peygamber böyle söylüyor’ diyoruz ama bunların tabanı yok. İnsanlar inanıyorlar, yani inkar etmiyorlar fakat gerçekten neye inandıklarının içeriğini bilmiyorlar, çünkü öğretilmemiş. Mesela, ‘Allah’ deyince, ‘bizim ve evrenin yaratıcısıdır’ diye biliyorlar, o kadar. Kur’an’ı, okumasından ve -kabaca-, ‘Allah’ın kitabıdır’ demenin ötesinde neyin nesidir, bilmiyorlar. Peygamber’e inandıklarını söylüyor ve fakat nübüvvet hakikatini, mesela ‘niçin peygamberlik diye bir şey olsun ki’ gibi bir sorunun cevabını bilmiyorlar. Oysa önce bu konularda sağlam temel atmak gerekiyor. Metin diyor ki, ‘İnsanlara din takviyesi için namaz kılın, oruç tutun demenin anlamı yok, Allah’ın insan psikolojisine koyduğu özellikleri dikkate alarak tutum sergileyin’. Yani önce makinayı çalıştırın, kazanı yakın, güçlü şekilde buhar oluşmasını sağlayın. Metnin yazıldığı dönemde yalnız buharlı trenler vardı. Treni yürütmek istiyorsan onu çalıştıracaksın, kömürünü atacaksın, kazan kaynayacak, çıkan buharla tren hareket edecek. Biz ne yapıyoruz? Makine çalışmıyor. Buhar tazyikli değil. Biz sürekli vagonları yükle dolduruyoruz. İnsanlara kurallara dayalı olarak ‘Şunu yapacaksın, bunu yapmayacaksın’ diye komutlar vererek yol almak istiyoruz. Halbuki insan psikolojisi var; ikna olması gerekir, kalben aydınlanması gerekir, ondan sonra emir ve yasaklara riayet etmek anlamlı hale gelir. Yani ‘kavânin-i adetullah’a uygun olarak dinin temellerini at, gerekçelerini söyle, o zaman topluma sunulanlar bir karşılık görür. Toplum yaptığını niçin yaptığından emin olan bir toplum olur, böylece bir hakikat üzerine oturduğunun farkında olduğundan huzuru olur, yönetimi de kolay olur vs.”

“Bu vesile ile işaret etmek istediğim bir husus şu: Kur’an’ın insanları irşat etmede yahut toplumu inşa etmede takip ettiği bir usul var, çoğu zaman onu göz ardı ediyoruz. Yani Kur’an’ın mushaf haline getirilmiş olan haline bakarak yola çıkıyoruz. Bakara suresi, ardından Âl-i İmran suresi, ardından Nisa suresi diye devam ediyoruz. Oysa mesela Bakara suresinin ayetlerinde namaz var, oruç var, zekat var, hac var, borçlar hukuku var. Mesela Âl-i İmran suresinde savaşla ilgili ayetler var. Mesela Nisa suresinde aile hukuku, miras hukuku gibi ayetler var. Oysa gerek ibadetler gerekse hukuka kaynaklık eden ahkam ayetleri Medine’de, vahyin sonraki safhalarında inzal olmuştur.”

Kur’an’ın insanları irşat etmede yahut toplumu inşa etmede takip ettiği bir usul var, çoğu zaman onu göz ardı ediyoruz. Yani Kur’an’ın mushaf haline getirilmiş olan haline bakarak yola çıkıyoruz. Bakara suresi, ardından Âl-i İmran suresi, ardından Nisa suresi diye devam ediyoruz. Oysa mesela Bakara suresinin ayetlerinde namaz var, oruç var, zekat var, hac var, borçlar hukuku var. Mesela Âl-i İmran suresinde savaşla ilgili ayetler var. Mesela Nisa suresinde aile hukuku, miras hukuku gibi ayetler var. Oysa gerek ibadetler gerekse hukuka kaynaklık eden ahkam ayetleri Medine’de, vahyin sonraki safhalarında inzal olmuştur.

“Kur’an, vahyin ilk dönemlerinden itibaren nasıl bir temel attı, Mekke’de on yıl boyunca uluhiyet, nübüvvet, haşir gibi temel imanî konularda nasıl bir alt yapı oluşturdu, bunu dikkate almadığımız zaman ‘kavânin-i adetullah’a aykırı hareket etmiş oluyoruz. Maalesef geçmişte de böyle oldu, bugün de böyle gidiyor. O zaman ne yapılıyor, ne yapıldı? Yöneticiler Kur’an’ın bazı ahkamına vurgu yaparak toplumu taklide alıştırdı ve böylece de kuzu kuzu yönetmeyi hedeflediler ve hâlâ da o minval üzere gidiyorlar. Kendi amaçlarında da hem tarihte de şimdilerde de başarılı oldular. Bu neyi netice verdi? Maalesef metinde belirtildiği gibi siyasilere yaranmak için, bazı dinî mesail az bir ücret karşılığa satıldı, saltanatı öven ‘ahkam-ı sultaniye’ler karşımıza çıktı. Şimdi artık bizim bu gidişata en azından kendi hayatımızda bir son vermemiz gerekir. Kur’an’ı mushaftaki sırasını takip ederek okumayı, anlamayı ve anlatmayı bırakmalıyız. Kur’an insanları eğitirken nasıl bir yol izlemişse, biz de o usulü izlemeliyiz. 23 yıl boyunca Kur’an ilk yıllarında inen ayetleriyle nereden başlıyor, nasıl bir gelişim takip ediyor ve sonunda nerelere ulaşıyor ise, biz de aynı yolu takip eden bir Kur’an eğitimi almalıyız. Eğer kendimiz böyle bir eğitimden geçmiş isek, diğer insanların da Kur’an’ın rehberliğinde eğitilmesi için çaba içine girmeliyiz. Eğitimi insan psikolojisine uygun olarak yapmalıyız. Önce bu dünyanın gerçeği nedir? Yıkılmaya mahkum, kendi varlığını kendisi koruyamayan bir evren var karşımızda. İnsan da inanılmaz sayıda ve değerde duygularla donatılmış, fakat çok küçük ve geçici dünya hayatı ile sınırlı gayeler peşinde koşup gidecek bir varlık olmadığını anlatan ayetlerin nasıl birbirini takip ederek insanı inşa ettiklerine dikkat edecek şekilde vahyin iniş seyrini takip etmeliyiz. Ta ki fıtri olan bir eğitimin programını Kur’an’dan öğrenmemiz nasip olur. Bu takdirde ancak insanlar bilinçli bir iman ile yaşamanın güvenini ve huzurunu tadarlar, hayatlarından lezzet alırlar, sonsuz tatmin bekleyen duygularını tatmin ederek yaşam sürdürürler. Değilse, hem dindar ve hem de problemlerinin içinde boğulmuş, yöneticilerin kölesi durumuna düşmüş bir toplum oluruz.”

Dersin devam eden bölümlerinde metnin diğer paragraflarıyla ilgili olarak çok önemli müzakereler paylaşıldı. Fakat benim, -kendi adıma- en çok önemsediğim ve faydalandığım husus, din takdiminde Kur’anî mesajları ibadet ve ahkam ağırlıklı sunmak yerine, Kur’an’ın usulünü takip ederek önce çok güçlü imanî alt yapı sunmak; uluhiyet, nübüvvet, haşir, vahiy gibi konularda gerekçeli, insan akılını ve duygularını tatmin eden açıklamalar yapmak, daha sonra da ibadet ve sair ahkamla ilgili hususları paylaşmak üzerine yapılan tefekkür oldu. Dersten sonra bilgilerimi tazelemek üzere ibadetler ve ahkam ayetlerinin nüzûlü ile ilgili sürece baktığımda, müzakerecinin dile getirdiği üzere bunların geç dönemlerde ve aşamalı olarak beyan edildiğini gördüm. Mesela namaz vahyin nüzûlünden 11 yıl sonra, oruç 12 yıl sonra, zekat 13 yıl sonra, hac 22 yıl sonra farz kılınıyor. Yine mesela içkinin haramlığı üç aşamalı olarak 16 yıl sonra, açık-saçık giyinme yasağı 17 yıl sonra, faiz dört aşamalı olarak 23 yıl sonra gerçekleşiyor. Sonuç olarak Kur’an’ın insanları eğitmedeki süreçlere dayalı bu prensibini hesaba katmamak Allah’ın “kavânin-i adetullah”ını göz ardı etmek anlamına geldiği gibi başarısızlığın da sebebini teşkil ediyor.

Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın