Üstadın Bismillah’ı çalıştığı yerde daha önce dikkatimi çekmeyen paylaşmak istediğim bazı noktalar oldu.
Öncelikle bu parçanın anahtar kelimeleri nedir diye çıkarmak isteyince iki farklı set çıktı karşıma; birincisi tamamen insana ve insanın şartlarına bakıyor, ikincisi ise insanın Yaratıcısına bakıyor.
İnsana bakan anahtar kelimeler: Nefis, mütevazı, mağrur, seyyah, dünya/çöl, acz, fakr, mevcudat, dilencilik, izzet, hâcât, zikir, şükür, fikir, medih, muhabbet, istiğna
Yaratıcıya bakan anahtar kelimeler: Malik, Hakim, Rahman, Mün’im, Ehad, Samed, Kadir.
Üstadın Kur’an’ı takdim ediş tarzı benim için neden kıymetli diye kendime sorduğumda, cevabının bu anahtar kelimelerde saklı olduğunu gördüm. İnsanı kendi gerçeği ile yüzleştirip, Kur’an’nın hakikatlarını hayatın içine sokarak yaşanabilir hale getirip, Esma’nın talimini yaptırdığı için.
Bu kelimelere bakınca bizzat kendimi buluyorum. Zaman zaman mütevazı, çoğu zaman mağrur, zamanın hızla geçiyor olmasından azap duyan bir seyyah, çok hayalleri ve hedefleri olmasına rağmen onları yapabilmekten aciz, çoğu zaman kendini olayların içinde kaybetmiş herkese ve her şeye minnet etmek zorunda kalmış bir dilenci… İnsanı kendi gerçeği ile burun buruna getirdiği anda başlıyor: “Bak senin bir Malik’in var, O Rahmandır, Rahimdir, Hakimdir, Ehaddir, Sameddir” diye Esması ile Allah’ı bana tanıtmaya. Böylece Allah’ın var olması ve gönderdiği mesaj benim dünyamda bir anlam ifade ediyor.
Bir de Üstat konuyu çalışırken
1) Önermeyi öne suruyor: “BİSMİLLÂH her hayrın başıdır ve bütün mevcudâtin lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır.”
2) Ardından örnekle bunun ne anlama geldiğinin, benim hayatımda neyi ifade ettiğinin tanımını yapıyor.
3) Sonra kâinattan deliller getirerek iddiasını ispat ediyor.
4) Sonuç olarak da madem böyle bir hakikat var bu insan için ne demektir ve bu hakikat ile nasıl yaşanır ve buna nasıl mukabele etmek gerekir şeklinde bütün bunların tarifini yapıp öyle bitiriyor konuyu.
Bu adımları takip ettiği için konunun sonuna geldiğinizde “bir saniye ya burada çok ciddi bir şeyler söylüyor, benim bir şeyler yapmam lazım” diye içeriden gelen bir dürtü veya sevk ile sizi bir sonuca götürüyor.
Dolayısı ile biz iman çalışıyoruz dediğiniz bir noktada, kendinizi dibine kadar bir pratiğin yahut “salih amelin” içinde buluyorsunuz aslında. Mesela, zikir ile, şükür ile, fikir ile mukabelede bulunmak, medihleri O’na yöneltip, O’na muhabbet etmek.
Sonra bütün kâinatın dilenciliğinde olmaya karşılık Allah namına vermeyen insanlardan almamak gibi bir istiğna düsturunu yerleştiriyor ki oldukça pratik bir şey.
Şunu bir kez daha anladım ki, sadece Bismillah ile yaşamayı ciddiye alıp pratik etmeye kalksak bir ömür çabalamamız lazımmış. Çünkü “Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye‑i rahmeti” olduğunu düşünmek ve derk etmek, O’na muhabbet beslemek ve bunları yapabilmek için de istiğna içinde olmak gerekiyormuş.
Yani aslında ameli kuru bir ritüel olmaktan kurtarıp, amel-i salih yapma boyutu açıyormuş.
Onun için aslında olayı hemen namaz, oruç ve insanlarla iyi ilişkilere getirmek, Kur’anın hakikatleri ile amel etmeyi çok ciddi indirgemekmiş meğer! Ya bak aslında Üstat çok ciddi bir amel-i salih’ten de bahsediyor, bunları pratiğe dökebilmek lazım dediğinizde de ya sen Üstat mısın ki onu taklit ediyorsun diye rahatımızı bozmak istemiyoruz. Yani işimize gelmiyor! Risaleler hep ulaşılması imkânsız, mükemmel teori ve ancak Üstat gibi insanlara nasip olur düşüncesiyle hiçbir zaman imanın inkılabını kendi dünyamda yaşamak mümkün olmuyor. Nefis çok hain! Amel de lazım dediği yerde meğer amel-i salih’ten kaçıyormuş haberim yok!
Ayrıca, Bismillah her hayrın başıdır demekle kâinatta şerrin olmadığını, “bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti” demekle Ehadiyet ile Allah’ı tanımanın yolunu açıyor. İki sayfada ne kadar çok şey anlatıyormuş meğer…
Sonuç: Üstat/Risale gerçekten ciddiye alınarak okunması gereken bir esermiş!
“Onlardan birisi mütevazı idi, diğeri mağrur.” Burada sanki mütevazı ya da mağrur olmak şahısların “hali hazırda içinde bulundukları şartları” olarak ifade edilmiş. Bir insan mağrursa mağrurdur nasıl kendini mütevazı yapar ki? Bu iki kelime aslında bütün külliyatta anahtar kelime olduğu için ta en başından anlamak lazım bunları, çünkü eğer mağrursan iman eğitimi sürecin hiç başlamıyor. Üstat baştan ifade etmiş.
“Soru: “Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur.” Burda sanki mutevazi yada magrur olmak sahislarin “hali hazirda icinde bulunduklari sartlari” olarak ifade edilmis. Bir insan magrursa magrurdur nasil kendini mutevazi yaparki? Bu iki kelime aslinda butun kulliyatta anahtar kelime oldugu icin ta en basindan anlamak lazim bunlari cunku eger magrursan iman egitmi surecin hic baslamiyor. Ustad bastan pesin pesin soylemis!”
Maşaallah…
mutevazı olmak o zaman yaratılmış olduğunu kabul etmek.İman Eğitimine ihtiyaç hissedip, iman eğitimi almak lazım deyip, iman eğitimine başlamak.