Usûle Dair

Daire-i İtikat ile Daire-i Esbab’ı Karıştırmak

Daire-i İtikat ile Daire-i Esbab'ı Karıştırmak | Ha-Mim

Aşağı yukarı bütün fikir karışıklıkları, yaratık olarak konuyu düşünürken, birden bire hemen Allah katına atlayıverip, olayın içine Allah’ı katıverme alışkanlığından kaynaklanıyor. Veya bir meselede Allah’ın tasarrufunu konuşurken, meselenin esbab dairesindeki tecellisine bakıp, Allah katındaki edindiğimiz anlayışı, esbab dairesine uygulayıveriyoruz. Neredeyse bütün kafa karıştıran soruların kaynağı, “daireleri karıştırmak” diye ifade edilen sorundan kaynaklanır. Neredeyse bütün kafa karıştıran soruların kaynağı, “daireleri karıştırmak” diye ifade edilen sorundan kaynaklanır.Bir anda alışkanlıklarımızdan vaz geçmemiz de mümkün olmadığı için, bilgi cinsinden bu karışıklığın nedenini bilsek de uygulamaya gelince, hemen biz de aynı hatanın içine düşüveriyoruz.

Bir başka neden de, maalesef, genellikle din adına konuşanların, dini meseleleri anlatırken, peşin imanlarını hemencecik esbab dairesindeki olayları izah etmek için kullanıverme alışkanlığından dolayı, genelde kulağımızı dolduran söylemler bu karışıklığı hep içerisinde barındırdığından bize de artık “normal” ve “doğru” gibi görünmeye başlıyor. Mesela, ben size, “Allah’ın kudreti herşeyi kapsar kardeşim, isterse şu dünyayı dörtköşe de yapabilirdi,” desem, çok insanın, “Maşallah, ne sağlam imanı var adamın, Allah nazardan saklasın,” diyeceğini tahmin ediyorum. Halbuki bu sözün hiçbir hakikati yoktur, tamamen spekülasyondur. İman ile de pek ilgisi yoktur. Kanaatimce, tembellikten, imanın tahkiksiz oluşundan kaynaklanan bir “savunma” cümlesidir. Hiçbir surette ispat da edilemez, sorgulayan kişiler için de, alay konusu ve dolayısıyla, inançsızlıklarını haklı çıkaracak bir malzeme kaynağı olur.

Esbab dairesindeki biz insanların şu dünyanın gördüğümüz şekilde var oluşuna bakıp, bu var oluş şeklindeki özellikleri tespit edip, bu özelliklerin kaynağının ne olabileceğini araştırıp, kainat içinde bu özellikleri var edebilecek bir kaynak olmadığını tespit edip, önce bir "la ilahe" demek gerekirönce bir “la ilahe” demek gerekir. Ondan sonra, madem bu özellikler var, ve bu özelliklerin bu varlık aleminde kaynağı olacak kabiliyette hiçbir şey yok, o halde bu özellikleriyle birlikte bu varlık alemine varlığını veren bir Kaynak olmalı ve bu “Varlık Veren Kaynak”a ben Yaratıcı diyorum, bu Yaratıcıya ”Allah” deniyor. Bu sonuca ulaşmak “illallah” demektir. Demek ki, Allah’ın Kudreti, İlmi, İradesi vs bu dünyanın bu şekilde olmasını tercih etmiş. “Dörtköşe” olan bir dünya görmüyorum ki, “Bunu kim yaratmış olabilir,” diye düşünüyüm ve araştırıyım, deyip, yukarıdaki misalde bahsedilen iddianın anlamsızlığını gösterivermek gerekir. Madem yaratılış bize Yaratıcının Özelliklerinin (Esmasının) Mutlak, Sonsuz olduğuna şahitlik yapıyor, o halde Onun Kudreti Mutlak olması zorunludur benim için. Ben Yaratıcının Kudretinin Sonsuz olduğuna kanıyım ve bu nedenden dolayı iman ediyorum, yani bu ulaştığım sonuçtan eminim. Bu emniyetten sonra, O isterse şunu yapar, bunu yapar gibi spekülatif konuşmalar saçmadır, gereksizdir. Çünkü daireleri karıştırıp, bir yaratık olan biz insanların, Allah hakkında tasarrufta bulunan sözler söylemeye hakkımız yoktur. Yani yaratıklığımızı bilip, ulaştığımız sonucu tasdik edecek, Yaratıcı hakkında, “O şöyledir, böyledir vs” gibi konuşmayacağız. Bizim emin olduğumuz ve tasdik ettiğimiz olan: “Senin Kudretin Sonsuzdur,” “Senin İlmin, İraden Sınırsızdır,” diye ulaştığımız sonuçlar ile Rabbimize muhatap olacağız. Bu sonuçlardan sonra dönüp gelip, Allah katından konuşmaya başlamayacağız. “O isterse…” ifadeleri konun karıştırılmasına sebep olur.

Kur’an’da, Kainatın Sahibi Kendisini şuur sahibi insanlara tanıtırken yaptığı Konuşma, yani, “Allah’ın Kudreti herşeyi yeter,” yani Sonsuzdur, Mutlaktır gibi sözler, biz insanlara, “Bakın yaptığım işlere, Benim Kudretimin Sonsuzluğunu anlarsınız ve tasdik edersiniz ve de etmelisiniz,” demek içindir. Yani, bize iman edilmesi gereken yolda rehberlik yapmaktır. Kur’an’ın hidayet kaynağı olması bu demektir. Yoksa, biz de, Allah’ın yerine geçerek konuşursak, işte o zaman bir yaratık, Yaratıcı gibi konuşmaya başladı, demektir ki, bütün hatalı düşüncelerin altında böyle, “Daireleri karıştırmak” hatası yatar. Mantıken çelişkili cümleler söylemeye başlarız. Veya savunulamaz argümanlar getirir, Allah inancını inkar etmek isteyenlerin eline malzeme veririz. Bu da bir sorumluluk meselesidir.

Bu meseleyi Risale-i Nur’un diliyle şöyle ifade eder, Said Nursi:

Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır. Aksi takdirde, daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan Mütezile olur ki, tesiri esbaba verir. Ve keza, daire-i itikadda iken, ruhuyla, imaniyle daire-i esbaba bakan da, esbaba kıymet vermeyerek Cebriye mezhebi gibi tembelcesine bir tevekkülle nizâm-i âleme muhalefet eder.” İşarat’ül-İ’caz, sayfa 41-2.

her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdırPolitik anlamda da, her dinin “mukallit” mensupları arasında aşırılığa giden tavırların tabanında da bu yanılgı yatar. “Allah emrediyor, öyleyse, yaparım, yıkarım, kırarım, öldürürüm,” gibi sonuçlara ulaşılıveriliyor. Allah’ın emrini, metinde (ayet veya hadiste) okuduğu “literal” anlamıyla, sanki esbab dairesinin şartlarında o ayetin hakikatini tam olarak kavramış gibi alıveriyor. Bu konular uzun konular. Böyle meselelerin uzun uzun tartışılıp aydınlanması lazım.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın