Usûle Dair Risale-i Nur Okumaları

Delil-i İhtira: Her An Orijinalliğini Gözlemlediğimiz Yaratılış – X

Delil-i İhtira: Her An Orijinalliğini Gözlemlediğimiz Yaratılış - X | Ha-Mim

1800lü yılların sonu ile 1900lü yılların başlarında natüralizm, tabiat perestçilik İstanbul’u işgal etmiş vaziyetteydi.

Şirk içeren kelimelerin kullanılması (10. Bölüm)

1800lü yılların sonu ile 1900lü yılların başlarında natüralizm, tabiat perestçilik (tabiatın kendi kendine oluştuğu fikri) İstanbul’u işgal etmiş vaziyetteydi. Bu yıllar en kritik dönemlerdi, tohumlar atılmıştı. Artık 1920li yıllardan sonra herkes kararını vermişti. 1880li yıllarda İstanbul’daki bütün kıraathanelerde tabiatperestlik, natüralizm konuşulan meselelerdendi. O yıllarda natür diyorlardı, günümüzde ise doğa kelimesini kullanıyoruz. Günlük konuşmalarımızı kayda alıp dinlesek defalarca bu kelimeyi kullandığımızı görürüz. “Biz Allah’a inanıyoruz, tabiatperest değiliz” demekle meseleyi çözemeyiz. Eskinin ‘’tabi’’ kelimesi günümüzde ‘’doğal’’a dönüştü. Ağzımızda sürekli dolaştırdığımız doğal kelimesi ‘kendi kendine oluyor’ manası taşır. Bizim niyetimiz bu mana olmasa da dilimizden şirk içeren kelimelerin çıktığını Nursi çok nazikçe haber verir.

Madem bu kainatın bir Yaratıcısının olduğu sonucuna ulaştık o halde dilimizdeki zikir de o sonuca göre olmalıdır. Kalbe inanma görevini verip “İnandım” dedikten sonra hala tabiatperestçe konuşmak bir insan için çelişkidir. Yani birşeye inandığını söyleyip ama tam zıddını yapmaktır. İnsan kendinin ve yaptığının farkında olmayabilir. Kastetmeden gaflete düşerek bu kelimeler kullanılabilir. Bu durum vazifeyi düzgün yapmamaktan kaynaklanır. Mesela bir bebek anne karnındayken büyürken hücreler çoğaltılarak büyütülür. Zaman boyutunda varlığın yenilendiğine dikkat etmeyen insanın kullandığı cümlecik ‘hücre çoğalır’ olur. Hücre çoğalmaz, hücre kendisi çoğalmak nedir bilmez, iradesi yoktur. “Ben çoğalmayacağım” diyecek tercihi yoktur. Verilen emre uymakla görevli ve nasıl yapılırsa o şekilde olmak zorundadır. Fakat biz dikkat etmezsek hücrelerin kendileri çoğalıyormuş gibi görürüz. Demek ki çoğalacak şekilde yaratılması onun düzenini oluşturur. Bu da Yaratıcının vaadini gösterir. Bu şartlar altında hücreyi böyle bir yaratılış aşamasından geçiren Allah, dokuz ay sonra bebeği insana emanet eder. Yaratıcı “Benden ne istediğini söyle, Ben de sana vereceğim” der. Çocuk istiyorsanız, evleniyorsunuz (basitçe açıklamak gerekirse). Bazı kişiler “Evlendim ama çocuğum olmuyor” diyebilir. Bu kişilerin hücrelerinde çocuk olmak özelliği taşıyacak bir yaratılış gerçekleşmediği için Allah vaadini tutar ve “Sana çocuk yok” der. Israr edersen, meselâ, ‘’tüp bebek’’ kuralım da var, ona müracaat et, der. Çünkü kararı veren ben değilim, Yaratıcı karar verir. Benim varlığıma da O karar verdi, ben vermedin. Ben kendimi var etmedim, kendimi var edilmiş buldum. Ve varlığıma verilmiş kabiliyetlerle, var edilmişliğimin farkına vardım. Yani biz, ne kendimizi var ettik ne de kendimizi “Şöyle olacaktım, böyle olacaktım” gibi bir tercihe tabi tuttuk. Yaratıcının karşısına çıkıp “Beni şöyle olacaktın” gibi bir durum söz konusu değil. Nasıl var edildiysem, iki ayaklı, iki kollu, her ayakta ve elde beşer parmak vs şeklinde var edildim. Her an parmaklarımın hücreleri değiştiriliyor, yeni şekilde yaratılıyor. Her gün parmaklarım da vücudum da yaşlanıyor. Ben kendimi değiştirmiyorum, eğer değiştirebilseydim daha genç yapardım. Çünkü insan gönlü onu istiyor ama değişimi durduramıyor. Nursi “Hiçbir nev-i müteselsil, ezelî değildir” cümlesiyle kendi kendini var edemeyen bir şeyin ikinci bir halde kendini var etme ihtimalinin imkansız olduğunu söylüyor.

Silsilenin sonsuza kadar devam ettiğini söylemek mantık dışıdır. Bu konu üzerine ulema tarafından yüzlerce kitap yazılmıştır. İnsanî özelliklerini kullanan herkesin ittifak etmesi zorunlu olan bir konudur. Aksi ispatı mümkün değildir. Maddenin ezeli olduğuna dair bir işaretin her hangi bir partikülün üzerinde görülmemesine, her şeyin her an bir değişime tabi tutulmasına rağmen, Yunan filozofları, madde ezelidir, dediler. Yunan felsefesinin, Müslüman felsefesi üzerinde bırakmış olduğu etkilerinin dünyamızda hala uzantıları bulunuyor. Ve maalesef hala kainata yanlış bir bakış açısıyla bakıyoruz. “Böyle gelmiş böyle gider, hayat böyle olup biter” gibi kaygısızca söylenmiş cümlelerin ifade ettiği manalarda hep bu izler bulunur. Sadece “Kainatı Allah yarattı” dediğimizde, her anımızı iman nuruyla nurlandırıp hayatımızı bereketlendirdiğimizi ve iman üzere yaşadığımızı zannetmeyelim. Teslim olduğumuz, bilinçli olduğumuz noktada cennet doğrudan doğruya bedava verilir, aksi halde cennet ucuz değildir.

Not: Bu yazı serisi 2015 yılında Ali Mermer tarafından yapılan “Muhakemat, 3. Makale, Unsuru’l-Akîde” derslerinde Fatma Özten tarafından alınan notlardan oluşmaktadır. İfadeler, ders esnasında kullanılmış olup, yer yer aynı, yer yer de yaklaşık olarak aynı manaya gelecek kelimeler yazılmıştır. Yazı, son olarak Ha-Mim tarafından düzenlenerek yayınlanmıştır. Yapılan derslerin ses kayıtlarına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Diğer Bölümler: 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14

Yazar hakkında

Ha-Mim

Yorum yazın