Kur'an Okumaları Kainat ve İnsan Usûle Dair

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum – 1. Bölüm

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum - 1. Bölüm | Ha-Mim

GİRİŞ

Senelerdir devam ettiğimiz Kur’an’da Peygamber Kıssaları dersimize -elhamdülillah- bu yıl da devam ediyoruz.

Bu çalışmadaki amacımız Kur’an’ın gramatik ve dilsel özelliklerine odaklanmak değildir. Bu türden bir çalışma ona uygun bir uzmanlık gerektirir. Bu çalışmada Kur’an âyetlerinin günlük/pratik hayatımızda bize ne söylediğine odaklanmayı ve bu mesajı gerçek hayattaki tecrübelerimiz üzerinden okuyup onlara uygulamayı hedefliyoruz. Kur’an’da konuşan, benim Yaratıcım, bütün insanlığa yaptığı evrensel konuşmasında bu âyetleri beni eğlendirmek için bana bildirmiyor olmalıdır. Buna ihtimal vermek Kur’an’ın tanımı ve amacı ile çelişir. Bu âyetlerde sonsuz anlamlar, mesajlar olmalıdır.

Bu çalışmada kelimelerin anlamlarıyla ilgili ayrıntılar üzerinde de çok durmuyoruz. Âyetlere genel anlamda muhatap olup, Kur’an’da anlatılan peygamber kıssalarının bize şu anda ne söylediklerine bakıyoruz. Elbette hiçkimse Mutlak Yaratıcı’nın konuşmasını bütünüyle kavrayamaz; evrenin yaratılışını gözlemlerken, evrene varlık verenin sınırsız güç, sınırsız ilim sahibi olması gerektiğini, Mutlak bir Yaratıcı olması gerektiğini anlıyoruz. Her şeyin O’nun bilgisi dahilinde olduğunu, yani ilminin sonsuz olduğunu anlıyoruz. Her şey zaman ve mekanı da kapsar, bu durumda görüyoruz ki Yaratıcımız, evreni zamansal ve mekansal olarak, bilerek yaratıyor. Devamında ne geleceğini biliyor. Geçmişten gelip geleceğe akan bu evrenin mükemmel ölçülerle kusursuz ve belli maksatlar hedeflenerek düzenlendiğini görüyoruz. Bu durumda evreni Yaratan, her şeyi bilen, mutlak ilim sahibi olmalıdır sonucuna ulaşıyoruz.

Şimdi bu Yaratıcım, bana hitaben yaşanmış bir hayatın kıssasını anlattığında ve bu kıssanın tarihsel arka planı hakkında çok ayrıntı vermediğinde, bunun bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Örneğin, bu bölümde Yunus (as)’ın kıssasını çalışacağız. Bu dersin prensipleri gereğince, “Bu kıssa nerede, ne zaman vuku buldu?” “Bindiği gemi hangi türdendi?” “Ticari bir gemi miydi yoksa yolcu gemisi mi?” vb sorulara odaklanmayacağız. Bu türden tarihsel ayrıntılar, Tevrat âlimleri tarafından etraflıca çalışılmıştır. Tarihsel arka planı İsrailiyat kaynakları üzerinden öğrenmek söz konusu olduğunda çok dikkatli olmak gerek. Musevi âlimleri gözardı etmek için değil, fakat İsrailiyat kaynaklarındaki birtakım ayrıntıların Kur’an’da zikredilmediğinin farkında olmalıyız. Tevrat’ı çalışırken evet, bu ayrıntıları takdir etmek gerek. Fakat Kur’an’ı çalışırken, bu hikâyelerin sadece Kur’an’da nasıl anlatıldığına odaklanmalıyız. İkisini birleştirip başı, ortası, sonu belli olan alışıldık bir hikâye haline getirmeye çalışmamalıyız. Kur’an’da bu hikâyeler alışıldık bir tarzda anlatılmıyor. Kur’an’ın tarzında bir peygamber kıssasının bir kısmı bir surede, bir kısmı başka bir surede anlatılıyor. Bazen bir yerde bir kıssadan bir nokta anlatılıyor, bazen tekrarlar oluyor, konuya ve bağlama göre kıssalar zikrediliyor. Bazen bir peygamberin kıssası, alışılmadık bir tarzda Kur’an’ın farklı surelerine yayılmış bir şekilde karşımıza çıkıyor.  

Kur’an’da bir peygamberin hayatından -bu Hz Yunus olur, Hz Musa olur, Hz İbrahim olur, fark etmez– hangi özelliğin örnek verilmesi; hangi konunun hatırlatılması, ders verilmesi gerekiyorsa, o kısımlar o yerde zikredilir. Ve bu yerleştirme kendi içinde anlamlıdır. 

Kur’an’ın, kıssaları alışıldık hikâye örgüsüyle vermemesi, bizim bu parçaları birleştirip Kur’an’dan edinilecek bir enformasyon nevinden alışıldık türden bir hikâye şekline getirmemiz gerektiği anlamına gelmiyor, bu perspektiften bakmak zorunda değiliz. Bu kıssaların Kur’an’a yayılmış bir şekilde anlatılmasının bir hikmeti olmalı. Bu durumda bir peygamberin hayat hikâyesini Kur’an’dan alıp alışıldık hikâye düzeninde yeniden yazma çabasına girmek belki de Kur’an’ın maksadı ile çelişir. Kur’an, bir peygamberin hayatından olayları, kısımları bir bütün halinde değil de (Hz Yusuf kıssası hariç) hangi bağlamda kullanılmış ise yalnızca o bağlamla ilgili parçayı gündeme getiriyor. Kur’an’ı, bir peygamberin kronolojik hayat hikâyesini çıkartmak amacıyla okumak, bu âyetlerin düzenindeki amaca uygun olmasa gerek. Onun yerine, bu âyetler konu edinildiği bağlamda bana ne söyleniyor, diye okumalıyım. Âyetlerle verilen her bir noktadan kendi hayatıma dair bir mesaj almalıyım. Kur’an’la bildirilen her mesele, benim gerçek hayat problemlerime, ihtiyaçlarıma ve sorularıma uygun bir mesaj içermeli. Bu noktayı anlamak hayati önem taşıyor.

İşte bu yüzden Kur’an’ı okurken, bir peygamberin hayat hikâyesindeki boşlukları doldurmaya çalışmak amacımız değil.

Peygamber kıssaları hakkında Kur’an’ın bize ne söylediğine baktığımızda fark ediyoruz ki her peygamberin hayatından farklı durumlar, olaylar, maceralar anlatılıyor. Her peygamber, hayatında farklı bir tecrübe ve eğitim örneği yaşıyor. Bu ne anlama geliyor? Her bir peygamber kıssası, bir yönüyle benim kendi duygu dünyamda ve hayatımda karşılaşacağım  farklı durumlarda bana yaşanmış bir örnek ile çözüm sunuyor. Diğer bir yönüyle de, Allah’ın elçisi ve onun hitap ettiği toplum bağlamında farklı toplumsal durumların örneklerini gösteriyor. Peygamberler ve toplumları arasındaki çatışmalar, Allah’ın mesajının iletilmesi, insanların bu konudaki tutumu, kabulü ya da reddi…

Her bir peygamber kıssası, insanların, toplumların, kabilelerin, milletlerin yaşadığı spesifik bir sosyal problemin ve hayat tecrübesinin tipolojisini veriyor. Baktığımızda her türlü örneği bulabiliyoruz. Eşler arası problemi Hz Lut ve Hz Nuh kıssalarında buluyoruz. Ebeveyn ile yaşanan problemi Hz İbrahim kıssasında, evlat ile yaşanan problemi Hz Nuh kıssasında, insanın kendi hikâyesini, nefs-i emmareyi temsil eden İblis ile Hz Adem kıssasında, insanın kötü gördüğü yaratılışlara karşı takındığı tavrın temsilini Hz Eyyüp kıssasında, insanın kendisini çözümsüzlük ile iç içe bulduğu hallerin çözüm örneğini Hz Yunus kıssasında, iki ülke arası ilişkilerin hangi esaslara dayanması gerektiğini Hz Süleyman kıssasında, kardeşler arası problemi Hz Yusuf kıssasında, kölelik, esaret, hapis ile ilgili meseleleri yine Hz Yusuf kıssasında buluyoruz. Bir peygamberin, ona güvenen bir hükümdar ile ilişkisini Hz Yusuf kıssasında, bu örneğin aksini ise Hz Musa kıssasında görüyoruz. Hz Musa kıssasında, birbirine zıt hayat görüşlerinin çarpışmasını, içinde bulunan devre ait problemleri, o devrin bilimsel otoriteleri sayılan sihirbazların, peygamberin mesajına karşı çıkmalarını, bu mesaj gerçekleştiğinde ise secdeye gitmelerini, yani mesajı kabul edip, Yaratıcıya teslim olmalarını da buluyoruz. Bunun üzerine zamanın hükümdarı, onları cezalandırmakla tehdit ediyor. Bu örnek bugün de yaşanabilir. Günümüzde bilim adamları, evrende gözlemlediklerini materyalist ve seküler bir çerçevede yorumlamaya çalışıyor; fakat bu evrenin Yaratıcısının gönderdiği mesaj onlara açıklansa, samimi olanlar, yani peşin hükümlü olmayanlar, bu mesajı ciddiye alıp gerçekleri ifade ettiğini teslim edebilirler. Dünyevî otoriteler onları tehdit edebilir, öldürmeye teşebbüs bile edebilir, fakat onlar vazgeçmezler. Hz Musa kıssasında bunun örneğini görüyoruz. 

Peygamber kıssaları işlenirken, genellikle onların yaşadığı toplumsal bağlam üzerinden anlatıldıklarını görüyoruz, fakat dikkat edersek, Kur’an’ın anlatımında verilen kıssalardaki problemler, bizim içinde bulunduğumuz toplumsal bağlamda da tezahür ediyor. Peygamber kıssalarının her bir aşamasında, devlet bazında, millet bazında bizim spesifik hayat şartlarımıza hitap eden örnekleri bulabiliriz.

Kur’an’da zikredilen peygamber kıssalarıyla ilgili bu noktaları göz önünde bulundurarak, Hz Yunus kıssasına başlayalım. Hz Yunus kıssasından, belki diğer peygamberlerin kıssaları kadar yaygın bir şekilde bahsedilmiyor. Fakat bu kıssada bize verilen çok dikkat çekici noktalar var. Hz Yunus’un hayat hikâyesine dair detaylarda kaybolmadan belirtmek gerekirse, hikâyeyi bütünüyle göz ardı etmemekle beraber, bu hikâyede beş ana nokta görülüyor:

1- Suçluluk duygusu

2- Ekstrem stres, depresyon

3- Tövbe, istiğfar

4- Rabbi tarafından sahil-i selamete çıkarılmak

5- Rabbinin lütfuyla dünyadaki vazifesinde başarılı olmak

Hz Yunus hikâyesinin, temelde af dilemek ve Allah’ı merhametli bir Rab olarak tanımak, ve insanın kendi hatasını görüp itiraf etmesi ekseninde döndüğünü görüyoruz. 

Bu seriye “Kur’an’daki Peygamber Kıssaları Bana Ne Söylüyor?” adını verdik. Bazen peygamber kıssaları bize anlatıldığında, içinde gizemli bir şeyler varmış gibi geliyor. Geçmişte yaşanmış birtakım gizemli olaylar var, şimdi Allah-u Teala bu hikâyeleri bana anlatıyor ve bunlardan ders çıkarmamı istiyor gibi. Fakat bizim işleyeceğimiz derste, bu kıssada kendimizi bulacağız. Bir hikâyeden ders çıkarmak farklı bir şeydir, kendini hikâyenin içine koyarak muhatap olmak farklı bir şeydir. Peygamber kıssalarından ders çıkarmak, tavsiye edilen yaygın bir uygulamadır. Hz Yunus kıssasından “Eğer sahibinden kaçarsan cezalandırılırsın, fakat Cenab-ı Hak seni affedebilir ve içinde bulunduğun zor durumdan kurtarabilir,” gibi bir ders çıkarılabilir.

Fakat bu kıssayı kendi tarihsel bağlamında değerlendiren yüzeysel yaklaşım bana göre bir nevi Kur’an’ın mesajını haricileştirmek, dışsallaştırmak, kendi hayatımızdan uzağa koymak oluyor. “Yunus adında biri varmış, ben onun yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum, tarihçiler de bilmiyor. Böyle birinin gerçekten yaşayıp yaşamadığını nereden bilebilirim?” soruları insanın aklına geliyor. Bu peygamber kıssasını muammalı, bilemeyeceğim, gerçekliğini onaylamamız için elimizde hiçbir belgenin bulunmadığı, anlaşılması zor bir hikâye gibi algılamak da mümkün.

Fakat Kur’an’ı okurken, “her bir şeyin her bir andaki halini Yaratanın kelâmını okuyorum, dinliyorum,” diye bakmamız gerek. Kur’an, kendisinin, Yaratıcının kelâmı olduğunu söylüyor. “Bu kitap, Yaratıcının konuşmasıdır,” diyor. 

Benim Yaratıcım, benimle konuşuyor. Evet, bir peygamber vasıtasıyla bu kelâm bana ulaştırılmış. Fakat Kur’an, zamandan ve mekandan bağımsız gerçeklerden haber veriyor olmalıdır. Anlam yönünden kısıtlı olması mümkün değil. Bir peygamber vesilesiyle bana ulaştırılan bu haber, evreni yaratan Mutlak Yaratıcının, mutlak ilmiyle beyan ettiği kelâmı, konuşması. Geçmişi, geleceği, her şeyi bilen, ilmi her şeyi kuşatan bir Yaratıcı, elçisine, “Bu mesajı tüm dünyaya yay. Zaman, mekan, milliyet, jenerasyon farkı olmadan ilet. İnsanlar seni dinlemeye  kendilerini açtıkları müddetçe bu mesajdan faydalanabilirler.” diyor.

Ben de bu mesajın iletildiği insanlardan biriyim. Peygamber gibi değil, fakat peygamber vesilesiyle bana eriştirilen bu kelâm ile bana da hitap ediliyor. Bu kitabı okurken/dinlerken, peygamberin ağzından, nesillerce güvenilir bir şekilde aktarılmış olan Yaratıcımın kelâmını dinliyorum. Kur’an’ın Peygambere inzal edilmesi, yani gönderilmesi ile içeriğinin bütün insanlığa hitap etme özelliği taşıması karıştırılmamalıdır. İlk inzal dönemi şartları içinde gerçek hayata dair bir uygulama örneği sunması, bizim için, bu örnekten faydalanıp bu mesajı kendi hayat şartlarımıza tatbik etmemiz içindir. Kur’an’ın mesajının yalnızca bu örnekler içinde mahkum edilip, o günün tarihi ve coğrafi şartlarında algılanmasıyla yetinmek, Kur’an sanki Muhammed (SAV)’ın eseri imiş gibi telakki etmek anlamına gelir, ki bu ise Kur’an’ın devamlı kendisinin Allah Kelâmı olduğunu ifade etmesi ile çelişir. 

Şimdi bu kitabı okurken, Yaratıcımın şu an benimle konuştuğunu bilerek okumalıyım. Mutlak ilim sahibi olan Yaratıcımın, benim her halimi bilmesini beklerim. Kur’an’ı okurken, kendi hayatım için ihtiyaç duyduğum rehberliği bulacağım. Yaratıcım, şu an bizzat benimle konuşuyor ve benim hayatımdaki problemlerden bahsediyor. Kur’an okuduğum zaman, şundan emin olmalıyım: Kur’an’da Konuşan, benim gerçek hayattaki tecrübelerim ve sorularım hakkında rehberlik ve cevap aradığımı bilerek benimle konuşuyor. Aklımı nasıl kullanacağım? Kalbimi nasıl kullanacağım? Bedenimi nasıl kullanacağım? Bunların gerçek cevabını ancak beni yaratan bilebilir. Benim her halimi ve ihtiyacımı bilen Yaratıcım, bana şu an cevap veriyor, benimle konuşuyor. Bu kelâmın metnine, âyetleri peygamberden nakleden güvenli kaynaklar vasıtasıyla erişiyorum, fakat bu kelâmı okurken, benimle konuşan mutlak ilim sahibi Yaratıcıma muhatap oluyorum, böylece bana ihsan ettiği rehberliği kabul edip hayatıma uygulayabilirim.

Bu çok güzel bir ilişki. Kur’an’daki kıssaları, ders çıkarılacak “uzak” hikâyeler olarak görmektense, kendimizi Yaratıcımızın kelâmına açıp, bizzat muhatap olup, bu kıssalarda kendimizi bulmak böyle bir şey. 

Hz Yunus’a geçmeden önce, Hz Musa ve Firavun ile ilgili bir örnek: “Hz Musa ne zaman, nerede yaşadı,” gibi ayrıntılarla vakit kaybetmeden, şunu anlamalıyım ki bu kıssada Musa (as), benim vicdanımı, ruhumu, yani Rabbimi tanımama aracılık yapan özelliklerimi, ve hakkı temsil ediyor. Firavun ise egoist tarafımı, kaprislerimi, kendini Yaratıcısına teslim etmeye yanaşmayan nefs-i emmaremi (doğru olanı anlamam için bir karşılaştırma aracı olarak sunulan, yanlışı temsil eden yönü tercih etme özelliğine sahip tarafımı) temsil ediyor. Bu hikâyede ben kendimi buluyorum. Bazen Musa (as) ile temsil edilen boyutta yaşıyorum; bu durumda vicdanımı dinliyorum. Bir hikâyeden ders çıkarmanın ötesinde, Hz Musa’nın temsil ettiği hakikati kendi kapasiteme göre yaşıyorum. Ben Hz Musa değilim, fakat Hz Musa neyi temsil ediyorsa, kendi hayatımda bazen onu yaşıyorum. Diğer taraftan Firavun’a gelecek olursak, onun örneğini dinlerken kendi egomu buluyorum. Kaprislerimi, hevamı, firavunane bir tavrı bana telkin edenleri buluyorum. Ve bu durumda çok dikkatli olmam gerek. Kendi nefsim bana vesvese veriyor. Bu fısıltıların yanlışlığını ve özellikle de Firavun’un, Musa (as)’ın getirdiği mesajı reddettiği halin ne kadar dehşetli olduğunu fark etmem gerek. 

Bu kıssada kendimi buluyorum. Bu hikâyeyi dışsallaştırmıyorum, içselleştiriyorum. Yaratıcım sanki bana şöyle diyor: “Sana kendi ruhumdan üflediğim kudsi tarafınla konuşuyorum. Dikkat et, bu tarafın saf ve temizdir. Bu tarafın bu kıssada Musa (as) ile, onun sözleri ve hareketleriyle temsil ediliyor. Böylece sen de onu örnek alabilir ve böyle yaşayabilirsin.” 

“Musa (as) bir peygamberdi,” diyerek bu kıssayı kendinden uzak görme, dışsallaştırma. Sen de kendi kapasitene göre onun temsil ettiği gerçekleri hayatına uygulayabilirsin. Musa (as)’ın kapasitesi ona aitti, senin kapasiten sana ait. Herkesin kapasitesi kendinedir. 

Bu konuyu daha iyi açıklayabilmek adına bir örnek: Atmosferi düşünelim. Eğer dünyada benden başka kimse yaşamasa, yine de atmosferin varlığına ihtiyacım var mı? Evet, hayatımın devamı için atmosferin var olması gerek. Nefes almaya, akciğerlerimin düzgün çalışmasına ihtiyacım var mı? Evet var. Dünyada yedi milyar insan da olsa, sadece ben de olsam, her halükarda ciğerlerimin düzgün çalışmasına ve atmosferin, Yaratıcım tarafından aynen şu anki haliyle var edilmesine muhtacım. Bu durumda, atmosfer benim için yaratılıyor, diyebilirim. Atmosferden faydalanan başkalarının varlığı, benim faydalanmama engel değil, belki hayatıma zenginlik katıyorlar. Güneşten faydalanmak da aynı şekilde, başka mahlukların varlığı, benim güneşten faydalanmama engel teşkil etmiyor. Ve dünyada sadece ben kalmış olsam bile, hayatımın devamı için güneş denen koca kütlenin, içindeki bütün patlamalar ve proseslerle beraber var edilmesine muhtacım. Herkes, “Güneş benim için yaratılıyor,” diyebilir. Başkalarının güneşten faydalanması, onun güneşten faydalanmasına engel değildir.

Bu durumda her birimiz şöyle diyebiliriz: “Bu evren, Yaratıcım tarafından benim için yaratılıyor. ” Başkalarının varlığı, bana engel olmadığı gibi, onlarla beraber var edilmenin faydalarını da görüyorum. Bu evrenin Yaratıcısı, herkesin ruhunu ayrı yaratıyor. 

Bu örnekler, O’nun yaratmasıyla ilgiliydi. Peki ya O’nun konuşması? Yaratıcımın konuşmasını dinlerken, “Yaratıcım benimle konuşuyor,” diyebilirim. Tıpkı yedi milyar ya da yedi trilyon insanın da Kur’an’ı okurken, “Yaratıcım benimle konuşuyor,” diyebileceği gibi. “Allah”, tanımı gereği, mutlaktır. Bu evrenin cinsinden değildir. O’nun için limitler, kayıtlar, sınırlılık söz konusu değildir. Varlığı mutlaktır. İnsan aklı, Yaratıcısı hakkında bunu anlayabilir: O’nun gücü her şeye yeter, her şeye Kadir olmalıdır, acizlik, yetmezlik ona ilişemez olmalıdır. Eğer O’na bir sınırlılık konulmaya çalışılsa, bu evrenin varlığı açıklanamaz. Mutlak Yaratıcısının varlığı gözardı edilip bu evrenin varlığı açıklanmaya çalışılsa, ortaya çok absürd ve acınası iddialar çıkar, “Bu evren kendi kendine var olmuş,” gibi. Nasıl kendi kendine var olsun? Bu evrende hiçbir şey kendiliğinden var olma özelliğine sahip değildir! Tesadüf eseri bir şey yok. Bu evrendeki her şeyin, mükemmel bir düzen içinde var edildiğini gözlemliyoruz. Bir atom bile tesadüfi bir şekilde hareket etmiyor. Her zerre, evrende görülen düzene tamamen bağlı hareket ediyor. “Evren kendiliğinden oldu,” demek bir heves ve kapristen öteye gitmiyor. İnsanın firavunane bir tarafı da vardır, teslim olmaya yanaşmayınca, bazı alternatif senaryolar uydurmaya kendini mecbur hissedebilir. Mutlak Yaratıcı’yı kabul etmeyenler, bu İlah’ın yerini absürd ideolojiler ve felsefelerle doldurmaya çalışıyorlar; her bir elemente bir ilah özelliği vermek zorunda kalıyorlar. 

Eğer bu evrenin benimle alış-veriş halinde olduğunu, benimle konuştuğunu, benim için yaratıldığını söyleyebilirsem, -kendi gözümde- evrenin Yaratıcısının kelâmı olan Kur’an’ın, Yaratıcımın benimle konuşması olduğunu söyleyebilirim. Yani Kur’an’da anlatılan bu kıssada kendimi bulmalıyım. 

Şimdi Yunus (as)’a geçelim.

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ

37: 139 “Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerdendi.”

Mursel: gönderilen

Bu durumda, Yunus (as) gibi peygamber olarak değil, fakat bir insan olarak bu dünyaya “gönderilenlerden” olduğumuzu, bize vahiyle hitap edildiğini anlayabiliriz. İki görevi, yani vahyi almayı ve hayatında uygulayarak diğer insanlara ulaştırmayı birden yapacak olan Yunus (as) gibi değil, fakat Yunus (as) üzerinden, Peygamberimiz Muhammed (SAV) vesilesiyle, bize de bir mesaj gönderiliyor. Şimdi onun içinde kendimizi bulmamız gerek.

Yani, ben bu mesaja muhatap olmak için bu dünyaya gönderilmişim, Muhammed (SAV) elçiliğiyle bu mesaj bana iletiliyor, şimdi bu mesajın ne dediğine dikkat edip, onu şimdiki hayatıma uygulamam gerek. 

Bir başka deyişle, Kur’an’ın muğlak ve anlaşılmaz olduğu fikrinden sıyrılıp, kendimi düşünüp, “Ali/ Mustafa/ da bu dünyaya gönderilenlerdendi,” diye okuyup, Yunus as örneği üzerinden, bu kıssada kendimi bulmalıyım. Evet, ben de bir insan olarak bir mesaja muhatap olmak için bu dünyaya gönderilenlerdenim. Bu mesaj, bana bir peygamber vesilesiyle veriliyor. Burada belirli bir isim zikrediliyor. Demek ki yaşanmış belirli bir sosyal bağlam üzerinden bana muhtaç olduğum rehberlik verilecek, ve ayrıntılarda kendimi, şimdiki halimi bulacağım. 

إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ

37:140 “O, dolu (aşırı yüklü) bir gemiye binip kaçmıştı.” 

Bu bağlamda “Ebeka”: “kaçtı” kelimesi, sahibinden kaçmak anlamına geliyor. Bir kölenin sahibinden kaçtığını anlatmak için bu kelime kullanılır. Bu durumda bu âyet benim için ne anlama geliyor? “Ben sahibimden kaçtım.” 

Benim sahibim kim? Benim her ihtiyacımla ilgilenenin kim olduğunu düşünmem gerek. Benim Rabbim kim? Hayatım için gereken her rızkı bana kim veriyor? Hayatımı kim devam ettiriyor? Bana hayatı kim veriyor? Beni var eden kim? Farklı hayat tecrübeleriyle beni kim terbiye ediyor? Bunları yapan kim ise, işte benim Rabbim odur.

Görüyorum ve anlıyorum ki evreni yaratan, beni de yaratıyor. Hayatımı sürdürüyor, muhtaç olduğum her şeyi benim için sağlıyor. Her şeyi O düzenleyip tanzim ediyor, hiçbir şey tesadüfen meydana gelmiyor. Her şey, mükemmel bir düzen içinde mükemmel bir şekilde yaratılıyor. Geçmişten geleceğe, bu düzen değişmeden devam ettiriliyor, fakat bu düzenin içindeki her şey sürekli değişime tabi kılınıyor. Bu düzenin kanunlarının hiç değişmediğini, fakat bu düzene tabi kılınmış her şeyin devamlı farklı hallere büründüğünü görüyoruz. Herkes bilir ki pi (π) sayısı değişmez, fakat ölçüleri üzerinde pi (π) sayısının görüldüğü varlıklar devamlı bir değişime maruzdur. Yıldızlar hareket halindedir, galaksiler hareket halindedir, atomlar, elektronlar hareket halindedir. Hayvanlar büyüyüp ölüyor, yeni hayvanlar yaratılıyor, bitkiler ve insanlar da keza. Ben dünkü halimden farklıyım, dünkü ben ve bugünkü ben aynı değiliz. Üniversite yıllarımdaki ben ve şimdiki ben aynı değiliz. Mezuniyet resmimi görseniz, o resimdekinin ben olduğuma inanmazsınız. Ben değişiyorum, fakat evrende görülen düzen değişiyor mu? Bu çok önemli bir noktadır. Hayır, bu düzen/yaratma kanunları değişmiyor. Benim Rabbim, bu evreni bu düzene tabi yaratandır, diye anlıyorum. Bu evreni, bu şekliyle yaratandır. Bu ancak Mutlak bir Yaratıcı olabilir. Çünkü bu evrenin hiçbir parçası, bu harika, seyredende hayranlık uyandıran var edilişi sağlayamaz. Birbirinin zıddı olan varlıklar bir arada yaratılıp sürekli bir değişime maruz bırakılıyor, fakat bu düzenin bağlı olduğu kanunlar değişmiyor. Bu ne anlama geliyor? Bu evrenin var edilişi, bu evrenin bir parçası olan sıradan bir mahlukun işi olamaz. Mutlak kudret sahibi, aczin ârız olmadığı bir Yaratıcının eseri olabilir. Benim Rabbim O’dur. 

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum - 1. Bölüm | Ha-Mim

Bu durumda “Sahibinden kaçtı,” benim için ne anlama geliyor? Ben sahibimden nasıl kaçıyorum? Bilincim, dikkatim, odak noktam O’ndan başka şeylerle meşgul oluyor. Çoğu zaman Rabbimi düşünmeden, O’nun varlığını fark etmeden, bir unutma halinde yaşıyorum. Varlığım O’na ait, fakat bunun bilincinde değilim. Vaktimi, başka yerlerde kaybolmuş bir şekilde Rabbimi düşünmeden geçiriyorum. Kendimi bu dünyada kaybediyorum. Şu an yeniden yaratıldığımı, Rabbimin huzurunda olduğumu bilmeden yaşıyorum. Hayatımın büyük bir kısmını Rabbimi hatıra getirmeden, bir yerden bir yere koşturarak geçiriyorum. “Nereye gideyim? Ne yapayım?” şuursuzca bu dünyanın işlerine dalıyorum. “Aşırı yüklenmiş bir gemi ile kaçmaya” teşebbüs ediyorum. Bu gemi benim gibi insanlarla dolu. Hepimiz suyun üzerinde hayatta kalmaya çalışıyoruz. Gelecekte bize ne olacağını bilmiyoruz. Tehlikeli şartlarda yaşıyoruz. Böyle bir halde bulunuyorum, çünkü bilincimde, benim bir sahibim yok ve bir koruyanım yok diye telakki ediyorum. Hayatımı ince ölçülerle ayarlayan, evrenle ilişkimi düzenleyip, benim için bana uygun geçişler sağlayan bir Rabbin varlığından habersizim. Bu durumdaki halim, pazar yerinde anne babasını kaybedip korkuyla ağlayan bir çocuğa benziyor. Kendini sahipsiz ve korunmasız, tehdit ve tehlikelere maruz hisseden bir çocuğa. Bu durumda benim gibi hisseden insanlarla dolu bir gemideyiz. Onlar da benim gibi kaybolmuş. Sadece ben değil, onlar da Rablerinden habersizler. Rablerinin huzurundan kaçmış, hayatlarını kendi başlarına idame ettirmeye çalışıyorlar. Bu insanlar sanki varlıklarını kendileri var ediyor, hayatlarını kendileri sürdürüyor, muhtaç oldukları rızıkları kendileri yaratıyor, muhtaç oldukları havayı kendileri sağlıyorlar. Onlara hayat veren Rablerinden istemek yerine, hayatı sürdürmek yükünü kendi omuzlarına yüklemişler. 

Böyle bir halde bulunan herkes, kendini Yunus (as)’ın yerine koyabilir. İçinde bulunduğum toplumda sadece ben değil, pek çok kişi kendini sahipsiz telakki edip aşırı yüklenmiş bir gemiye kaçıyor. Bu gemi nereye gidiyor? Güvenli bir sahile erişebilecek mi? Bilmiyorlar. Burada karanlık ve deniz, çalkantıyı, girdabı, gelecekte neler olacağını bilmemeyi temsil ediyor. 

Eğer Rabbimi unutursam, kendi gerçekliğimi unutursam, Rabbimle aramdaki bağı unutursam, kendimi bu dünyada kaybedersem, geleceğimi garanti altına alma yükünü kendi omuzlarıma yüklüyorum. Hayatımla ilgili her öğeyi kontrol altına almaya çalışıyorum. Pek çok açıdan kararsız bir gemideyim. Neredeyim? Ne olacağım? Hayatımı nasıl idame ettireceğim? Yarın nelerle karşılaşacağım? Bilmiyorum. “Bunu da yapayım,” “Şunu da kontrol altına alayım,” “Bunu da kendim için garanti edeyim,” derken kaldırılması çok zor yükleri tek başıma omuzlarıma yüklüyorum. Bütün bu ihtiyaçlarımı giderme çabamın neticesinde kendimi garanti altına alma duygusunu da tadamadığım gibi, “Ben yalnızca Yaratıcı Rabbimin Merhametinden hayatımla ilgili her şeyi garanti altına alması için duada, niyazda bulunuyorum,” diye O’na teslim olmanın rahatlığından da kendimi mahrum ediyorum.

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ

37:141 “Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de kaybedenlerden oldu.” 

Burada anlıyorum ki, kendi gerçekliğimi unuttuğumda, gemide bile değil, denize atılmış oluyorum. Yani kendimi tamamen kaybedip, benimle ilgilenen ve hayatımı Devam Ettireni unuttuğumda tamamen kayboluyorum ve yolumu şaşırıyorum. Şimdi ne olacak?

Şimdi anlamamız gerekiyor ki her birimiz kaybolmuş olanız. Kaybedenlerle bir gemide bulunuyoruz. Çünkü ben Rabbimle olan bağımı kestim. O’ndan hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir ümidim yok. O’nu unuttum, kendimi bu dünyada kaybettim. İşte bu benim en büyük sorunum. Rabbimle ilişkimi kesmek ne demek? Karanlık bir odada yanıp sönen zayıf bir ampülüm vardı, onu da elektrik kaynağından tamamen ayırdım ve tam bir karanlıkta kaldım demek. Tam bir ümitsizlik hali. Ümitsizlik ve suçluluk duygusunun ne kadar zararlı olduğunu gelecek derslerde işleyeceğiz. Bu halden nasıl kurtulunur, kurtuluşa ermek nedir inşallah göreceğiz. 

Şimdilik Yunus (as)’ın kıssasının bu aşamasındayız. Rabbiyle tamamen bağı kesmekten bahsettik, ama bu Hz Yunus Aleyhisselam’ın Rabbini tanımadığı, inanmadığı anlamına gelmiyor. Bu kıssada bize verilen psikolojik bir halden bahsediyoruz. Rabbini bilmemek, hayatın yükünü omuzlarına almak, tek başına, sahipsiz kalmak, tesadüflerin oyuncağı olduğunu zannetmenin karanlığından bahsediyoruz.   

Peki şimdi ne olacak? İnşallah bu sorunun cevabı gelecek bölümde.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Part 1 – I Found Myself in the Story of Jonah – 09/02/20” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 1 | 2 | 3 

Yazar hakkında

Ha-Mim

Yorum yazın

3 Yorum

  • Allah razı olsun. Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Youtube daki videolara çok fazla anlamadan bakıyordum. Hakikaten bu ilaç gibi geldi. Çok teşekkür ederim.
    Bu yazılarınızın devamı bekliyorum.
    Bu konuda yardımcı olabileceğim elimden gelen birşey olursa seve seve yaparım. En ufak bir yardım bile olsa. Nasıl bir yardım yapabilceğimi tam olarak bilemiyorum ama e-mailimden iletişime geçip istişare edebiliriz. Tekrar Allah razı olsun.

  • Kur’an’ı okurken, “her bir şeyin her bir andaki halini Yaratanın kelâmını okuyorum, dinliyorum,” diye bakmamız gerek. peki ben her an farklı bir hal ile yaratılırken benin o andaki halime muvafık olan vahyin rehberliği için hangi ayete bakacağım? yoksa bütün ayetler aynı rehberliği bana yapabilir mi? eğer bütün ayetler yaparsa bu kadar altı bin küsur ayete ne gerek var?

    • Her an yaratlistaki ihtiyaclarimiz neyse ona gore karsilik buluyoruz bu hayatta. Ayetler de öyle. Bulundugunuz zamanda, yasadiginiz koşullarda ve haldeki ihtiyacınıza gore size baska ayetler, sureler cevap verecektir.