Bediuzzaman Said Nursi 28. Mektubun 4. Meselesinin 3. Noktasında şu sual sorulur: “Madem Kur’an-ı Hakîmin feyziyle ve nuruyla en mütemerrid ve müteannid dinsizleri ıslah ve irşad etmeye, Kur’an’ın himmetine güveniyorsun; hem bilfiil de yapıyorsun. Neden senin yakınında bulunan bu mütecavizleri çağırıp irşad etmiyorsun?” Bediüzzaman bu soruya “Usul-ü şeriatın kaide-i mühimmesindendir” der ve bilerek zarara razı olana şefkat edilmediğini söyler.
Eğer bir kişi göz göre göre bir yanlışı savunuyorsa ona yardımcı olunmaz. Ebu Cehil, Mekke toplumunda hacılara çok yardım eden, onların ihtiyaçlarını karşılamada en ön sırada yer alan, bilgili bir insandı ve Allah’a inanıyordu. Peki, Ebu Cehil’in problemi neydi? Allah’a inandığını, Kabe’ye daha fazla hizmet ettiğini, O’nun evine gelen misafirlere Hz. Peygamber a.s.v.’dan daha fazla cömert davrandığını ve hizmet ettiğini düşünen Ebu Cehil, “Muhammed” isimli kişinin ortaya çıkarak kendisinden daha takva olduğunu, daha çok hakikate sahip olduğunu söylemesine itiraz etti. Çünkü bu iddialarda bulunan kişi ümmi olarak bilinen fakir, yetim biriydi. Oysa Ebu Cehil alim, bilgili, zengin, varlıklıydı. Ve varlığını Allah’ın evine ve misafirlerine harcayarak salih amellerde bulunduğunu düşünüyordu. Nasıl oluyordu da Hz. Muhammed a.s.v. ondan daha ehli takva olduğunu iddia ediyordu?
Hz. Muhammed a.s.v. yaptığı tevhid çağrısında, yapılan amellerin kişinin kendisine mal edilmemesi gerektiği ısrarla vurguladı. Ebu Cehil bu davete icabet etmedi çünkü gururu yaptığı işleri kendisine mal ettirmişti. Haccı yalnızca zahiri yönüyle, gelen misafirlere yemek, su vermek gibi onların maddi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret olduğunu zannetti. Halbuki Kabe’ye hizmet tevhide hizmetti. Kabe’nin tozunun toprağının alınması gibi dinin yüzeyselleştirilerek sadece amele dökülmesi tevhide hizmet değildi. Enaniyetini ön plana çıkararak “Bu yapılan işler benimdir” diyen Ebu Cehil’e, Muhammed a.s.v. ise “Sen değilsin, bunların hiçbirine sahip çıkamazsın, bunların hiçbirisine malik olduğunu iddia edemezsin. Bunlar Rabbül aleminin fazlından sana verilen ikramlardır, bu nedenle kendine mal edemezsin” mealinde konuşuyordu. Bütün kavga burada oluyordu.
Hac, günümüzde dinsel turistik bir seyahat haline getirildi. Halbuki Hac tevhidin ihyası ve bir insanın Kabe’yi kendi kalbinde tevhidi temsil eder hale getirmesidir. Yoksa Kabe’ye ipekten örtü örtüp de o mütevazi, bu dünyada hiçbir şeyin kendisinden hiçbir değeri olmadığı, yani ‘’la ilahe’’yi temsil eden yapıyı mağrur hale dönüştürmek değildir.
Ebu Cehil enaniyetinden vazgeçmediği ve kendisine Muhammed a.s.v.’ı rakip olarak gördüğü için onun getirdiği mesajdaki tevhid esprisini anlamadı. Böylece imanın neleri ihtiva ettiğini ve imanın içeriğinin insana neler kazandıracağını, kazandırması gerektiğini anlamak için teşebbüs etmedi, sürtüşmeyi, rekabeti tercih etti. Kur’an’ın mesajına anlamaya çalışmak yerine hacılara hizmet vermeyi tercih etti. Ve O’nu ve takipçileri olan ashabını yok etme kararı aldı.
Yüzeysel imanla birşey gerçekleşmez. “Biz de Allah’a inanıyoruz” demek yeterli değildir. İbadetlerin yüzeyselinde kalmak, insanı kendine güvene sevk ediyor.
Hz. Muhammed a.s.v.’ın amansız düşmanı olun Ebu Cehil’i iyi tanımak gerekir. Göz göre göre kendi enaniyetinden vaz geçmeme kararı alan Ebu Cehil, kendisinin daha güzel ameller işlediği iddiasından bulunduğu için hidayete mazhar olamadı. Meselenin özünde, yapılan amellerini kendine mal etmek vardır; kendi dindarlığına güvenerek zahirdeki dini amellere güvenmek yer alır. Yoksa Ebu Cehil’i kötü olarak sınıflandırırken, her önüne geleni kesip biçen biri olarak zannetmemeliyiz.