Kâinatın Yaratıcısının bizim için ne anlam ifade ettiğini tanımlamazsak, Onun bütün insanlığa olan konuşmasındaki sözleri bizim için bir anlam ifade etmez. Bu kâinattan olan ve kâinat cinsinden olmayan Yaratıcıyı ifade eden bir kelime olmadığı için Onu nefiy yoluyla tanımlamalıyız. Bu dünyanın Varlık Kaynağını dünyaya ait kelimelerle tanımlamak, akla yine bu dünyayı getirir. Örnek: Allah en güçlüdür. Güçlülük, bu kâinatta gözlemlenen bir durumu ifade etmek için kullanılır. Bu nedenle “mutlak manada güçlüyü” ifade etmek için “En Güçlü” ifadesini kullanırız. Buradaki “En” ifadesi bir şeyin sonsuz (sonluyu nefyeden) ve Mutlak olması gerektiğini yani bu kâinat türünden olmamasını ifade etmelidir.
“Ehad” kelimesinin tercümesini nasıl nefyedebiliriz?
Yaratıcıyı tabir etmek için bu dünyanın dilini kullanmaktan kaçınamayız. Örnek: Bekâr kelimesi, evli olmamayı belirtmek için kullanılır. Bu nedenle, Yaratıcının ne olmadığını belirtmek için nefiy yoluna başvurmalıyız. Aynı durum, “sonsuz” kelimesi için de geçerlidir. “Bu kâinatı var eden Biri” için sonsuz tabirini kullandığımızda “sonlu” olmayan” demek istediğimizi bilmemiz gerekir. Sonu olanı deneyim ile bilebilen biz insanlar, sonu olmayanın mahiyetini bilme imkânına sahip olmadığımızı ve dolayısıyla da bu dünyada bilinebilenler için kullanılan kelimenin anlamını sonsuzlaştıran bir yapı ile ifade etmeliyiz.
Mutlak veya “Ehad” kelimelerini kavramakta zorlanıyoruz, bu nedenle daha fazla açıklama için ikinci ayete bakıyoruz. Yani “Mutlak” kelimesinin daha fazla açıklanması gerekiyor. Örnek: Metin, beraber büyüdüğümüz iyi bir arkadaştır. Metin adını duyduğumda, bilip tanıdığım Metin ile ilgili tüm iyi özellikler aklıma gelir. Ama onu tanımayan biri bu adı duyarsa kimden bahsettiğimi bilemez. Aynı şekilde, özel isim olarak Allah veya Tanrı kendi başına bir şey ifade etmez. Bu özel ada belirli nitelikler atfettikten sonra bu adlar bildiğimiz bütün özelliklerini bize hatırlatır. Tecrübe ettiğimiz bazı özellikleri Allah kelimesine atfedersek bu kelime onun bildiğimiz özellikler kadarını bize ifade eder. Bilmediğimiz özellikleri bize hatırlatmaz ve bizi ilgilendirdiği kadarıyla o tecrübe etmediğimiz özellikler bizim için “Allah” özel adı içine girmez. Yani “Biri”, bu kâinatın Varlık Kaynağıdır ve her şey Ona bağlıdır. Bu nedenle, “Ehad” veya “Mutlak” olmak, bu kâinatın Varlık Kaynağının Mutlak Varlık olarak tanınmasını zorunlu kılar.
Mutlak, Kur’an tarafından sunulan bir kavramdır. Fakat bu ayette mutlak kelimesi kullanılmıyor. Mutlak tanımlanamaz olduğundan, Kur’an bunu kendimiz için tanımlamamıza yardımcı olacak biçimde mecazi bir dil kullanır. Örnek: Allah sıra sıra meleklerle yere iner. Mutlak bir varlık olan Allah’ın, bu evrende hayal edebileceğimiz bir şey olmaması gerektiğine göre, bu ifade bizim kapasitemize hitap eden bir konuşmadır. Biz de kendi kapasitemiz kadarıyla bu ifadeden, Allah yeryüzünde Kendisini tanıtacak şekilde özelliklerini, yani Kur’ani tabir ile Esmasını yansıtır manasını çıkarabiliriz.
112:2. “Allah, sameddir.”
Bu dünyada kendi kendine yeten veya kendi kendine var olan bir şey var mıdır? Bu kâinatta kendi kendine var olan bir şey var mıdır? Her şey varlığı ve özellikleri bakımından başka bir şeye bağımlıdır. En azından evrenin düzenine uymak zorundadır. Bilinçsiz bir varlık bir düzen kuramaz ve mevcut düzen dışına da çıkamaz. Bir düzen içerisinde ahenkle var olacak şekilde kendisi özelliklerle donatılarak var edilmek zorundadır. İnsan mantığı bu sonuca ulaşacak şekilde kodlanarak yaratılmıştır. Hiç kimse kendi özelliklerinin varlık kaynağı olamaz. Örnek: Bir buğday tanesinin sonsuz özellikleri vardır. Bu özellikler kendi kendine var olabilir mi? Hiçbir şey kendi kendine varlık verecek özelliğe sahip değildir. Böyle bir özelliğin olduğunu hiçbir kimse ispat edemez. Buradaki her şey kâinatın kurallarına uymak zorundadır yani bağımlıdır. Eğer bir şey kendi kendine var oluyorsa o zaman başka bir şeye bağlı değildir. Kâinattaki her şeyin varlığı başka bir şeye bağlıdır. Hiçbir şey kendini istediği gibi tanımlayamaz. İnsan iradesiyle bir sonucun yaratılmasını istediği zaman tek yapacağı şey kâinatın düzenine uyarak istediğini dile getirmektir. Fakat kendisi istediği sonucun yaratıcısı olacak bir özelliğe sahip değildir, yani istediği sonucun olmasını garanti edemez. Örnek: Zinde olmayı istemek sağlıklı beslenmeyle gerçekleşir. Kâinattaki bütün özellikleri keşfetmenin yanlış bir tarafı yoktur. Her ne isteniyorsa kâinatın düzenine uyularak istenir. Düzene uymadan bir şey yapılamaz. Her şey düzene bağlıdır. Düzene bağlı kalmadan, istediğimizi yaparak herhangi bir şeye varlık veremeyiz. Diğer bir ifadeyle, düzene uyarak düzeni kuran Birinin ihtiyacımız olan şeyi var etmesini talep ediyoruz. İhtiyaçlarımızın Varlık Kaynağı olarak görev yapan hiçbir şey görmüyoruz bu kâinatta. Kimse de gösteremez çünkü hiçbir şeyde varlık verme özelliği yoktur, olsaydı o şey Mutlak olurdu.
Her bir bilim dalının kendine göre kavramları vardır ve ancak o bilim dalının yüklediği anlam ile o kelimeler anlaşılabilir. Kur’an’ın da kavramlarını, dünyadaki tecrübelerimizden alınan lügat manalarıyla değil, Kur’an’ın amacına bağlı kalarak anlamlandırmalıyız. Kur’an bize evrende olmayan bir şeyi, yani “mutlak” veya “gayb” olan ve bu kâinat türünden olmayan bir şeyi tanıtır. Bunu kavramak bizim için kolay bir iş değildir. Kur’an vasıtasıyla bizimle konuşan Yaratıcımız, bu dünyada kullandığımız kelimeleri kullanarak mesajı anlamamızı kolaylaştırır ve onu Kur’an’ın amacına uygun bir özellikte sunar. Kelimenin sözlük anlamını bilsek bile, onu yadsımak gerektiğini unutmamalıyız.
Kuran’da hangi sözle muhatap olursak olalım, yanına bir çarpı işareti koyup onu sonsuz ile çarpmalıyız. Mesajın getirdiği budur. Aksi takdirde, gayb olmaz ve evrende kalır. Bir kavram evrendeki herhangi bir şeyin kendini ifade ettiği sürece, Kur’an’ın amacına hizmet etmez. Kur’an’ın amacı, bu dünyayı bize tarif etmek değil, Varlık Kaynağını anlamak için bu dünyayı nasıl kullanacağımızı öğretmektir. Bu yüzden Kur’an, bize tanıdık gelen dünyevi örnekler kullanır. Kur’an “melekleri” bile bu kâinat türünden olmayacak şekilde, kâinatın sonsuz ile çarpıldığı şartlara göre tanımlar. Aynı şey Allah kavramı için de geçerlidir. O kavramı sonsuz ile çarpar. Yani O, bu kâinat türünden değildir. Yine akan nehirler ve hoş manzaralarla tasvir edilen ahiret de sonsuz ile çarpılır. Yani ahiret de bu kâinat türünden değildir. Bunlardan anladığımız, ancak bizim Kur’an ile tanışma kapasitemiz kadardır.
Düzen nedir? Şeylerin bir düzene tabi olduğu bizim fikrimizdir. Örnek: Duygularımız fiziksel olarak görülmüyor. Duygularımızı inkâr edebilir miyiz? Hayır. Tıpkı bir kitabın sadece bir kâğıt yığını değil, anlam ifade eden bir şey olması gibi. Anlamı inkâr edebilir miyiz? Hayır. Evren neden bu şekilde yaratılmış? Evren, görebileceğimiz fiziksel elementler ve fiziksel olmayan nitelikler/duygular/anlamlar ile fiziki olarak göremediğimiz ama varlığını mantıken bildiğimiz Varlık Kaynağının özelliklerini göstermektedir. Örnek: Gözlüklerim kare şeklinde. Bu şekli gösterebilir miyim? Hayır, sadece şekli tasvir edebilirim.
Samed, “ehad” ifadesinin açıklamasının bir diğer katmanıdır. Eğer Yaratıcı, kendine yeten yani samed olmasaydı başka bir varlığın Varlık Kaynağı olamazdı. Kendisi var edilmeye muhtaç olanın, başka bir şeyi var edemeyeceği bizim mantıki sonucumuzdur. Bu evrenin Varlık Kaynağı, insan mantığı gereği kendisi var edilmeye muhtaç olmamalıdır. “Samed” kelimesi bu durumu ifade eder. Herhangi bir şeyin Varlık Kaynağı nedir? Bilimsel yorumlar, maddenin Varlık Kaynağını sorgulamak yerine, önyargılı biçimde şeylerin varlık kaynağı olarak kendilerine atıfta bulunmak suretiyle, bu evrenin açık gözleminde gizlenmiş bir dil kullanır.
Özetle, varlık verilmeye muhtaç olmayan “Biri” Sameddir.
112:3. “O, doğurmamış ve doğmamıştır.
Doğurmak neyi gösterir? Doğum, aynı türden miras alınan kalıtsal nitelikleri temsil eder. Örnek: Bir yavru, ana babasıyla benzeşir niteliklere sahiptir. Bu nedenle samed, Yaratıcının niteliklerinden hiçbirini, hiçbir şeyden miras almadığı (doğmamış) anlamına gelir ve bunun tersi de geçerlidir. Bu evrendeki hiç kimse, Varlığının Kaynağından herhangi bir niteliğini miras almamıştır çünkü tanım gereği Varlık Kaynağı Mutlak olmalıdır ve evrende mutlak özelliklere sahip hiçbir şey yoktur. Olsaydı, evrenin bağımlılık niteliği ile çelişirdi.
Hristiyanlıkta İsa (A.S.), gösterdiği mucizelerin varlık kaynağı olarak bilinir. Bu nedenle kendisine ilahi özellikler atfedilir. Gösterilen mucizeleri nasıl anlamalıyız? Evet, İsa (A.S.) mucize gösterdi fakat bunu Yaratıcının izniyle, yani yaratmasıyla yaptı. Örneğin, görme yeteneğini biz veya gözün varlığına yerleştirilmiş olan hücreler mi var ediyor? Hayır. Gören gözümüzü ve diğer tüm azalarımızı Yaratıcının izniyle kullanabiliyoruz. Aksi takdirde, varlığımızı kullanırken hepimiz mucize gösteriyor oluruz. Görme özelliğimiz ancak Yaratanının mucizesi olabilir.
Kendimize ve diğer varlıklara ilahi özellikler atfetmekten kaçınmalıyız. Örneğin, acıktığımız zaman yemek yeriz. Yemek hayatımızı canlandıramaz, çünkü hayat kaynağı özelliği yoktur. Benzer şekilde, vitamin aldığımızda, gıdaların kendileri sağlığımızın Varlık Kaynağı olamaz. Gıdalar bizim kim olduğumuzu ve neye ihtiyacımız olduğunu dahi bilmiyorlar. Yaratıcıları tarafından kendilerine verilen görevi yapmaktan başka bir seçenekleri yoktur. Yaratıcının niteliklerinden hiçbiri yarattığı şeylerde bulunamaz. Evet, görüyoruz ama görme yeteneğimiz Onun dilemesine bağlıdır.
Kur’an’da çoğunlukla geçmiş, geniş ve gelecek zaman kipi kullanılır. Fakat her şey şimdiki zaman kipinde anlaşılmalıdır. Varlığımızın tümü şu anda var ediliyor ve hatta ahiretimiz şu anda yaratılmış olmalıdır. Bizim kendimiz yaratık olduğumuz için yaratıklarla olan ilişkimiz bizim kapasitemizde gerçekleşir. Fakat insan zihni eğer şartlanmadan bu evrenin mutlak özelliklere sahip bir Yaratıcısı olması gerektiği sonucuna ulaşırsa, o takdirde Yaratıcının Mutlak özelliklerinin zaman ve mekân boyutu dediğimiz yaratıkların sınırlılıklarına tabi olduğunu düşünmesi insan mantığı ile çelişir. Mutlak, tanım gereği sınırlanamayan demektir.
Bu yaratılmış dünyadaki hiçbir şey, Mutlak Varlıktan bir numune değildir. Örneğin, bir buğday tüccarı deposunda bulunan buğdaydan bir miktar numune bize verebilir. Verilen numuneden dolayı depodaki buğdayda eksilme olur mu? Evet. Ancak, Varlık Kaynağının bizi var etmesiyle ya da ölüm halini yaratmasıyla varlığında hiçbir azalma veya artma olamaz. Mutlak Olanı bu kâinat türünden bir şey gibi düşünemeyiz. Ayrıca, sonsuza herhangi bir sayı eklemek veya sonsuzdan herhangi bir sayıyı çıkarmak sonuca etki etmez. Sonuç yine sonsuzdur. İnsan mantığı bu durumu kavrayacak şekilde yaratılmıştır.
Dünyada tecrübe ettiğimiz her şey, Mutlak özelliklerin birer numunesi ve benzeri olmaktan çok sadece birer yansıması ve varlık kaynağının sonsuzluğunun hatırlatıcısıdır. Bizim özelliklerimiz tasvir edici birer misaldir, numune değildir. Mutlak olandan bir parça alamayız. Burada tecrübe ettiğimiz her şey Mutlak Olanın özelliklerini hatırlatır. Bize verilen aletleri kullanarak kim olduğumuzu bilebiliriz.
Üçüncü ayet, “Ehad” kavramının en sade açıklamasıdır. Yaratıcısını “Ehad” olarak tanıyan bir insan, kendini şu anda cennette hisseder.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Chapter Ikhlas – Part 2 – Sincerity – 09/30/19” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.