İnsanın bütün çabalarının, uğraşlarının merkezinde saadet, yani mutluluk vardır. İnsan bütün varlığı ile saadeti bulmak, mutlu olmak, mesud olmak istiyor. Saadeti bulamadığında hayatının bütün ışıltısı kaçıyor.
Peki, insan nasıl bir saadet istiyor, nasıl bir saadete razı oluyor? Bu soruyu cevaplayabilmek için öncelikle insanın duygularının ne istediğini, neyi arzuladığını sorgulamamız gerekiyor.
Fizikî, hayvanî yaşayışın ötesinde özelliklere sahip olan insan duyguları hangi saadete razı olabilir? Neyi isteyebilir? Neyin peşinde olabilir? Ne ile mutmain olabilir? Yeme, içme, barınma vb. fizikî, hayvanî yaşayışın ötesinde özelliklere sahip olan mesela insanın hayali nasıl bir mutluluk istiyor? Hakeza sevgi duygusu, şefkat duygusu ve daha adını bile koyamadığımız insanın binlerce duygusu nasıl bir saadet istiyor? İnsanın aklı nasıl bir saadete ikna oluyor? En başta insanın var olmak, hem de hiç bitmeyen ve sorunsuz bir varoluşa sahip olmak isteyen duygusu nasıl bir saadet ile tatmin oluyor?
İnsanın gerçekliğiyle ters düşmediğimizde insanî saadetin, fizikî, hayvanî ihtiyaçların az ya da çok karşılanmasıyla alakası olmadığını görüyoruz. İnsanın insanî özellikleri; ruhu, aklı, kalbi, vicdanı ancak varlık kaynağını tanımakla ve ona bağlanmakla gerçek bir saadeti hissedip yaşar.
Evet, insanın her bir duygusu hiç bitmeyen sorunsuz bir var olmak arzusuna sahiptir. Yani, insan ancak her bir duygusunun varlığının hiç bitmeme garantisini gördüğünde tatmin oluyor, yani mutlu ve mesud oluyor.
İnsan, var oluşunu ve kâinatın varlığını kendisiyle çelişmeden sorguladığında, kâinatın ve dolayısıyla kendi varlığının kaynağının, her şeyi yapıyor olan ve kâinat cinsinden olmayan, yani mutlak olan birisinin olması gerektiği sonucuna ulaşıyor. İnsan, varlığından emin olmak istediği bu kaynağın kendisine bir açıklama, bir konuşma, bir sözlü rehberlik yapması gerektiğini düşünür. Çünkü kendisini konuşma, konuşarak anlaşma özelliği ile var eden kaynağın mutlaka ‘konuşma cinsinden’ bir açıklama, bir rehberlik ile sorularına cevap vereceğini düşünür. Böylece varlık kaynağının kendisine yapmış olduğu sözlü rehberliğe (bu devir için Kur’an) ulaşır. Kur’an’ın rehberliği ile kâinata (artı insaniyetine) bakan insan, varlık kaynağının kâinat cinsinden olmayan bir Zât olduğuna emin olur.
Varlık kaynağını tanıyan insan; böylece kendi var oluşunda ve kâinatta gördüğü özelliklerin, kâinat cinsinden olmayan bir Zâtın, yani varlık kaynağının özelliklerinin yansıması olduğunu görür. Her bir duygusuyla kendi var oluşuna ve kâinata muhatap olurken hiç bitmeyen, sorunsuz bir var olmayı bütün varlığıyla arzulayan insan, özelliklerini tanımaya başladığı varlık kaynağının kendisine bu temel arzusunu vereceğini, verir olduğunu anlıyor. Çünkü kâinatta ve kendi var oluşunda gözlemlediği özelliklerin mutlak/sonsuz olması gerektiğinden emin olduğundan aradığını bulmuş oluyor. Yani, her bir duygusuyla sonsuza dek sorunsuz bir varoluşa sahip olmayı isteyen insanın, kâinatta ve kendi var oluşunda gözlemlediği varlık kaynağının özelliklerinin mutlak olduğunu anlamasıyla ve duygularını o özelliklere bağlamasıyla duygularının bütün arzusu tatmin oluyor. İşte, insan ancak böylece duygularının tatmin olmasıyla mutlu oluyor, mesut oluyor, saadeti hissedip yaşıyor.
Bu dünyada şu anda varlık kaynağının mutlak özelliklerine bağlanmakla sonsuz var oluşu, yani sonsuz/ebedî saadeti duygularında tadan, tanıyan insan; varlık kaynağının sözlü rehberliği eşliğinde kâinata baktığında görüyor ki bu dünya fani, geçici. Ancak varlık kaynağının özellikleri mutlak, sonsuz. Öyle ise o mutlak, sonsuz özelliklerin devamlı yansıyacağı ikinci bir yaratılış türü olması gerekir. Varlık kaynağının hem kâinatta sergilediği özellikleriyle yapmış olduğu ‘açıklama’, hem de bu açıklamanın insan konuşması türüne bir tercümesi olan varlık kaynağının sözlü rehberliğinde (vahiy) yapmış olduğu açıklamaya bakan insan, geçici olmayan, daimi olan ikinci bir yaratılış olacağına emin oluyor. Böylece bu dünyada tanıdığı ve bağlandığı varlık kaynağının mutlak özelliklerinin daimi olan yansımalarına daimi olan ikinci yaratılışta daimi olarak muhatap olacağına emin olan insan, daimi olan ikinci yaratılışta sonsuz saadet içinde olduğunu, olacağını anlıyor.
Demek ki insanî duygular bu dünyada -varlık kaynağına bağlanmakla- saadeti bulduğunda, ikinci yaratılışta da saadet içinde olduğunu, olacağını görüyor. Demek ki insaniyet için ya iki dünya (bu dünya ve ebedî âlem) saadeti vardır, ya da varlık kaynağına bağlanmayan insanî duygular için iki dünyada da (bu dünya ve ebedî âlem) saadet yoktur. Yani, insanî saadet iki dünya saadetini içerir.
Ya insanî saadetle iki dünya saadeti içinde oluruz, ya da insanî saadetten yoksun olmakla iki dünya saadetinden uzak düşeriz.