Fatır, 35:28
ve [nasıl ki] insanlar, sürüngenler ve hayvanlar türlü türlü renkler taşıyor! Kulları arasından yalnız anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlar Allah’tan [hakkıyla] korkarlar: [çünkü yalnız onlar bilir ki] Allah kudret Sahibidir, çok bağışlayıcıdır. (Muhammed Esed Meali)
ya da
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan yine böyle türlü renklerde olanlar vardır. Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı gerektiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir). (Suat Yıldırım Meali)
Yukarıdaki ayet âlimin tarifini yapıyor. Âlim olmanın şartı Allah (‘ın rızasının dışına çıkmaktan, O’ndan bir an bile uzak kalmaktan) hakkıyla korkmak ve bunu şartı da (ayette örneği verildiği gibi) tefekkürle marifetullahın artırılması. Ayetin âlimlerden bahsettikten sonra Allah’ın Aziz ve Gafur olmasından bahsetmesine de dikkat etmek lazım. Muhammed Esed’in çok güzel bir şekilde açıkladığı gibi, (çünkü yalnız onlar bilir ki) Allah Azîz ve Gafur’dur.
Ayet-i kerimede yehşa kelimesi geçiyor, bunu niçin korku olarak ele aldınız? Bence Suat Yıldırım tazim etmek olarak çevirmiş ve isabetli olmuş. Zaten ayetin devamında Gafur ismini zikretmiş. Yani ilim sahipleri Allahın Gafur olduğunu yani korkulacak bir durum olmadığını bilirler. Tefekkürle marifetullahı artan âlim kullar haşyet duyarlar. Ayet’ül Kübra’daki seyyahın marifetullahta mertebe katettikçe zevkinin ve şevkinin artması da buna güzel bir örnek olur.
Evet. Ayette haşyet geçiyor ki havfdan farklı bu. Bir çok mealde bu kelime bence yanlış bir şekilde korku olarak çevrilmiş. Şu linkte karşılaştırmalı mealler var. http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=35&ayet=28 . Yorumda ben marifetullah ile ilişkilendirmeye çalıştım ilgili kelimeyi. Haşyet de marifetullahta ilerleyen insanların ulaşabileceği bir nokta.
Cevabınız için teşekkür ederim. Yehşa kelimesi huşu kelimesi ile aynı kökten mi, bu konuda bir bilginiz var mı? Huşu kelimesi ile ilgili Ali Mermer’in Müesseleşmiş Din yazısında güzel bir açıklama var, insanın içinin kıpırdaması,müteessir olması olarak açıklanmış. ( Bu ayet bana başka bir açıdan manidar geldi. Bu ayetten sanat felsefesi yapılabilir. Çünkü ayetin başında Allahın sanat eserlerinden bahsediyor.Sanatçı sanat eserinde haşyet duygusunu uyandırmalıdır. Ayetin devamında izzet ve mağfiretten (merhemet) bahsediyor.Sadece izzet devesa eserlerin yapımını netice verirdi oysa merhamet içtenlik, yakınlık,samimiyet, ünsiyet gibi duyguların uyandırmasını netice verir.)
Arapça bilgim yok ama tahmin ediyorum yehşa, huşu, haşyet gibi kelimeler aynı kökten geliyor.
Ayetin devamındaki mağfiret, merhametten ziyade Allah’ın affedici olmasına vurgu yapıyor gibi. Affedici olmak tabii ki merhamet ile ilişkili ama öne çıkan vurgu Allah’ın bağışlayıcılığı.
Verdiğim iki meali birleştirirsek, kainatı okumak bizi Allah’a karşı haşyet yani derin bir saygı ve tazim hissi içinde olmaya, bu da bizi Allah’ı Aziz ve Gafur olarak tanımaya götürüyor sanki. Muhammed Esed’in “[çünkü yalnız onlar bilir ki]” vurgusu bu anlamda güzel.
Ayetteki Gafur vurgusunun şöyle bir anlamı olabilir. İnsan kainatı okuyarak Allah’ın kudreti karşısında büyük bir acziyet duyuyor, acizliğini tam hissediyor. Bu kudret karşısında derin bir haşyet duygusu uyanıyor içinde. Böyle bir kudrete karşı nasıl mukabele edeceğini bilemiyor ya da böyle bir kudrete karşı hakkıyla mukabele edemeyeceğini anlıyor ve belki de bunun için tam hüzne ya da ümitsizliğe kapılacağı zaman ayet diyor ki: “Allah Gafurdur”. Yani ümitsizliğe düşmememiz gerektiğini, elimizden geldiği kadar kulluk yapmamız gerektiğini Allah’ın çok bağışlayıcı olduğunu söylüyor ayet. Yani Allah’ın Aziz olması gerçeğinin bizi ezmemesi için hemen akabinde Allah’ın Gafur olduğu hatırlatılıyor.
“Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı gerektiği tarzda ya da hakkıyla tazim ederler” ifadesindeki hakkıyla kelimesini kul açısından almak lazım. Hiç bir kul Allah’ı hakkıyla tazim edemez. Ama kendi kapasitesinin ulaşabileceği maksimum seviyede Allah’ı tazim edebilir insanlar ve bu her bir insan için farklı olabilir. “Hakkıyla” ifadesi kendi kapasitesi dahilinde diye anlaşılmalı…
Bu arada konu ile ilgili olarak havf ve haşyet arasındaki farkı Mustafa İslamoğlu mealindeki dipnotlardan aşağıya aktarıyorum.
Yunus, 10:62
Mustafa İslamoğlu meali, 2. dipnot:
“Birincisi geçmiş zamana, ikincisi gelecek zamana delalet eder” cümlesinin doğrusu “Birincisi gelecek zamana, ikincisi geçmiş zamana delalet eder” şeklinde olsa gerek. Çünkü yukarıdaki notta referans verilen 2:38, not 2’de de şöyle söylüyor ki bu nottaki tanım daha doğru görünüyor:
*İnsan, 76:10 – Elbet biz yüzleri asıp kaşları çatan bir günde Rabbimizin (rızasını) kaybetmekten korkuyoruz.
Havf’ın bu ayetteki övülme meselesi, Allah’ın rızasını kaybetmenin insana verdiği tedirginlik galiba. Yani gelecekte Allah’ın rızasına ulaşmadaki belirsizlik.
**Fâtır, 35:28- Allah’ın kulları içinde yalnızca âlimler Allah’a haşyet (hakkıyla saygı) duyarlar.
***4:77, not 4
5:44’ün bir kısmı şöyle: “O halde gözünüzde büyüttüğünüz insanlardan korkmayın, Benden korkun!
Anladığım kadarıyla buradaki kelime de haşyet kökünden geliyor.
Cevabınız için teşekkür ederim. Gerçekten çok şey öğrendim, tahminimden daha derin anlamlar içeriyormuş.