İnşirah suresi, kısa fakat yoğun manalar içeren bir suredir. Nüzul sırasına göre 12. sıradadır. Mekke döneminde nazil olmuştur. Duha suresinden sonra gelir. Duha suresinde kendimizi yetim, yalnız ve yardıma muhtaç bir halde bulmuşken bizi kalben ve ruhen rahatlatmak üzere hemen karşımıza çıkar. İnşirah kelimesi genişletmek, açmak, açıklamak, iç açılması ve gönülden duyulan ferahlık manalarına gelir. Bu sureyi hayatımızla ilişkilendirerek anlamamız gerekir.
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
94:1. “Senin göğsünü genişletmedik mi?”
Yaratıcımız, Peygamber (SAV) üzerinden bize ve yüreğimize hitap ediyor. Kalbimizi huzura kavuşturup bizi rahatlattığı mesajını veriyor. İnsan olarak bu huzuru tasdik etmemiz beklenir. Varlığımızdan memnun muyuz? Kalbimiz mutmain ve ruhumuz huzurlu mu? Kalbin mutmain olabilmesi gelecek endişesi olmadan yaşamakla alakalıdır. Yarının geleceğinden, sağlıklı biçimde var olacağımızdan ve daha da önemlisi öldükten sonra güvende olacağımızdan emin olursak kalben de mutmain ve huzurlu oluruz. Her şey emniyet altında olmazsa biz de huzurlu olmayız. Kendimizi bir şeylerle meşgul edip oyaladığımızda kısmen rahat hissedebiliriz ama vicdanın ve insaniyetimizin istekleri arka planda işlemeye devam eder. Eğer kendimizi bu isteklere kulak vererek davranmak konusunda eğitmemişsek geçici meşguliyetlerde huzur aramaya devam ediyoruz demektir.
İnanç, doğrudan insanın anlayışıyla alakalı olup oradan duygulara aktarılır. Duygular her zaman sağlam bir temele oturmak ve emin olmak ister. Örneğin, birisi gelip her şeyin yoluna gireceğini, her ihtiyacımızın karşılanacağını ve hiçbir endişemizin olmaması gerektiğini bize haber verse hemen buna inanıp kendimizi rahat hissedebilir miyiz? Hayır, çünkü bunun gerçek olup olmadığını bizzat kendimiz müşahede ederek ikna olmak isteriz. Hiçbir şeyi bir sene gibi kısa bir sürede öğrenemeyiz. Öğrenmek için uzunca bir zamana ihtiyaç vardır. Kur’an eğitimi de bu nedenle 23 sene sürmüştür. Bu süre, herhangi bir insanın varlığında emniyete ulaşmayı öğrenebilmesi için geçmesi gereken ortalama süredir. Bir şeyi aklen kavramak kolaydır fakat onun içselleştirilmesi zordur. Bu gerçeğin farkında olmalıyız ve fakat mükemmeliyetçi olmamalıyız. Çünkü mükemmeliyetçilik insanın öğrenmesine ve gelişmesine engel olur. Gidilecek yolun uzunluğunu düşünerek bıkkınlık göstermek yerine önce araştırma yoluna çıkmalıyız. Önemli olan yolda olmaktır, yolun bitmesi değil. Bu yol, Yaratıcıdan gelen mesajla tamamlanmış olan varlığı anlamlandırma yoludur. Bu eğitim yolculuğunda ders kitabı olarak Kur’an, öğretmen olarak Peygamber (SAV) ve derslik olarak kâinat bizi eğitmek için hazır bekliyor. Bizim yapmamız gereken, hemen okula kayıt yaptırarak kendi duygularımızın eğitimine başlamaktır.
Herhangi bir şeyin varlığını tesadüf ve rastlantılarla açıklamak insani değildir yani insaniyete uymaz, vicdan kabul etmez. İnsan, varlığını rastlantı sonucu olarak görüyorsa var olmaktan emniyet duymaz. Varlık kasıtlı olarak var edilmemişse insan zihnen, ruhen güvende olamaz. Yani bilincin var olabilmesi için güvenlik ve kesinlik gerekir aksi takdirde zihin anlam aramakla şüphe duymak arasında gider gelir. Akıl, olayları sebep-sonuç ilişkisini dikkate alarak açıklamaya çalışır. Bilinç, akıldan güven duyacağı bir yorum bekler. Söz konusu kalp yani duygular olduğunda bilinç, emniyet hissine gerek duyar. Ayet bize endişelerimizden kurtulacağımızı söylüyor. Kur’an, insana bu emniyet hissini neye dayandıracağını öğretir. İnsan, kendi kendine hiçbir şeyden kesinlikle emin olamaz. Kur’an insana Varlık Kaynağı Kim ise emniyet hissinin kaynağının da o olacağı mesajını verir. İnsan, Varlık Kaynağını tanıdığı ölçüde endişelerinden kurtulmanın kesin yolunu da bulmuş olur. İnsana şu an varlık veren Kim ise gelecekte de varlığını devam ettirecek olan odur. Dolayısıyla Varlık Kaynağını tanıyıp Ona varlığını bağladığında gelecek endişesinden kurtulur. Kendini Varlık Kaynağına bağlamak ve o kaynağı Mutlak Kaynak olarak tanımlamak insanın sorumluluğundadır.
Varlığı doğru yorumlayamamanın sonucundaki beklentilerimiz bizi sıkıntıya sokar. Örneğin, gelecekte ne olacağını kesinlikle bilmek istemek bizim bir işimize yaramaz. Bilsek bile bildiğimizi gerçekleştirebilmek bizim elimizde olmadığı için onu gerçekleştirecek olan Kaynağı bulup Ona güvenmemiz gerekir. Ancak O bize ölüm ile sona ermeyen mutluluk garantisi verebilir. Evet, elimizden gelenin en iyisini yapacağız ama hiçbir şeyin olmasını tek başımıza garanti edemeyiz. Yapmamız gereken bize gelecekten emin olma duygusunu vereni tanımak ve varlığımızı ona atfetmektir. Bu duyguyu bize kim verdiyse onu karşılayacak olan da odur. Ben merkezli beklentilerimiz bizi sıkıntıya maruz bırakır. Bu noktada “Allah’ım bana muvaffakiyet nasip et” diye dua etmek isabetlidir. Bu, her şeyi Bilen Yaratıcıya kendimizi ve beklentilerimizi teslim etmek anlamına gelir. Her insan, kendi varlığından emin olmak ister. Kaygı duygusu insana verilmiştir ki varlığından emin olmaya ihtiyaç duyabilsin. İnsan böyle programlanmıştır. İnsanın, kendisine tüm duygularını verene güvenmesi en doğrusudur. İnsana verilen her duygunun karşılığının yerine getirileceği, o duygunun Yaratıcısının bir vaadidir.
Kur’an’da bahsi geçen tüm vaatler ebedi bir hayata dayanır. Örneğin, bu dünya şartlarında beslenebilmek için sonsuz gıda kaynağına gerek yoktur. Fakat bu gıdaları yaratanın sonsuz kudret sahibi yani Mutlak olması, insana bu dünyayla yetinmemesi ve ebedi olanı istemesi gerektiğini öğretir. Çünkü madem bu dünyada var edilen her şey sonsuz kudreti iktiza ediyor o halde neden bu dünyayla sınırlı olan bir var olma biçimini isteyelim ki? Öte yandan bu dünyada sonsuz kudreti bu şekilde yansıyan Mutlak bir yaratıcı için bizi ebediyen yaşayacak biçimde yeniden yaratmak, herhangi bir şeyi yaratmak gibidir. Zira O’nun kudreti karşısında bir an ile bir asır, ortalama insan ömrüne tekabül eden seksen üç sene ile ebedi hayat aynı değerdedir. Her ikisi de var edilmeye muhtaçtır ve Mutlak olan Yaratıcı her ikisini de var eder. Bu durum, dünya şartlarında sonsuz ile herhangi bir sayının mukayesesine benzer. Sayı ne kadar küçük veya büyük olursa olsun sonsuz olamaz. Sonsuza kıyasla ikisi de sadece birer sayıdır. Dolayısıyla, evrendeki her şeyin nasıl bir Mutlak Varlık Kaynağına ihtiyaç duyduğunu sorgulayarak ebedi bir alem haberine ikna olmak için evrenden faydalanmamız gerekir. Kâinat ve Kur’an, ebedi bir alemin varlığına şahittir. Evren, bu tür haberleri tasdik etmeye delalet eder.
Bize verilen duyguları ebediyete açılan birer kapı gibi görmek lazım. Hep mutlu olmak isteme, ebedi huzur ve emniyette olmayı arzu etme duygusunu yaratan bunun karşılığını da yaratandır. Bu nedenle Yaratıcımızdan niyazımız bu dünyada mutlu olmakla sınırlı kalmamalıdır. Ebediyen mutlu olmayı dilemeliyiz. Çünkü bize bu hissi veren Ebedidir. İnsan olarak bize verilen kapasite buna göre muamele görmeyi hak ediyor. Ölünceye kadar bu dünyada mutlu olmayı istemek ebedi mutluluk yanında önemsizdir. İnsan, Ebedi mutluluk için yaratılmıştır. Akıl, kalp ve vicdan yani tüm insaniyetimizle ebedi mutluluğa talip olmalı ve bunun için Yaratıcımıza müracaat etmeliyiz. Beden bu evrenin şartları içinde ölüme tabidir ama duygu ve beklentilerin merkezi olan ruh, sonlu yani fani olan hiçbir şeyle tatmin olmaz. Bu beklentileri ancak Mutlak olan Yaratıcı karşılayabilir. Ruhen rahatlayabilmek için kendimizi eğitmeli ve her derdimizi onu yaratana açmalıyız. O, nasıl ki bize sonsuz mutluluğu arzulayan duygular vererek ancak Mutlak olan Kendisinin bu duyguları tatmin edeceğini öğretiyorsa, bize Konuşmasında da Kendisine müracaat etmeye davet eder. Tıpkı Yakup (AS) peygamberin duasında dile getirdiği gibi,
“Ben, bu dayanılmaz derdimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum… dedi.” (12: 86), duasıyla bize bu müracaatı öğretir.
Sıkıntıların bize verilmesinin amacı Rabbimiz ve Sahibimizin kim olduğunu anlamak içindir. Bu eğitimden geçerken Yaratıcının nasıl bir varlık olduğunu anlarız. Hastalığı veren fakat ilacını da yaratan, açlığı veren fakat gıdaları da yaratan ve susuzluğu verip su içmeyi de var eden Yaratıcının bu anlamda şefkat, merhamet ve cömertliğine şahit oluruz. Bunlar birer imtihan değil, Mutlak Kaynağı anlamak için eğitim aracıdır. Örneğin, hiç hastalanmazsak iyileşme ihtiyacı hissedemeyiz. Sağlık diye bir şeyin bize verildiğinin farkına bile varmayız. Bu kâinat şartlarında her şeyi zıddıyla anlayabiliyoruz. Tokluğu açlıkla, sağlığı hastalıkla, sıcağı soğukla ve ışığı karanlıkla mukayese ederek öğreniriz. Mesela, yeşilden başka bir renk olmasaydı renk duygusunu bilemezdik. Yeşil, mavi değil, beyaz değil veya başka bir renk değil, yani seçeneklere kıyasla tercihimizi yapıyoruz. Zıtlık yoluyla öğreniriz. Bize verilen, bizi muhtaç hissettiren her şey harikadır. Ne yazık ki çoğunlukla bu yaratılışlara adaletsizlik, hastalık, yoksulluk, şanssızlık veya musibet deyip geçiyoruz.
Adaletsizlik olmasaydı, adaleti ve Varlık Kaynağının adalet sıfatını yani Adil’i asla bilemezdik. Varlık Kaynağı kendini zıtlarla tanıtıyor. Yaratıcı olan Halik’ın zıddı mahluk yani yaratılmış evrendir. Hastalığın zıddı şifa veren yani Şafidir. Faniliğin zıddı beka yani Bakidir. Her şey, Varlık Kaynağımızı daha iyi tanımak ve bu anlayışımızı mükemmelleştirmemize yardımcı olmak için yaratılmıştır. Yani her şey bizim eğitimden geçmemiz içindir. Yaratanın amacı bize kim olduğumuzu, Varlık Kaynağımızın ne olduğunu öğretmek, bu Varlık Kaynağını tanıtmak ve varlığımızı Ona atfetmeyi öğretmektir. Böylece Rabbimizin kim olduğunu bileceğiz. Hasta olduğumuzda, evet iyileşmeye çalışalım ama bu şifa ve ilaç kim tarafından var ediliyor sorusuna cevap arayalım. Bu sayede Yaratıcının Mutlak Şafi olduğunu öğreniyoruz. Bunu bize öğrettiği için Rabbimize şükretmeliyiz. Açlık olmasaydı, yemek yemeye ihtiyaç olmazdı. Yaratıcının Rezzak ve Rahim olduğunu da anlayamazdık. Sevmediğimiz şeyler olmasaydı, mesela var olmayı sevmeyi bilemeyeceğimiz için varoluş amacımız da olmayacaktı. İnsanın beklentilerinin sonsuz fakat imkânların sonlu olması biçimindeki çelişkili durumlar sayesinde Varlık Kaynağının Mutlak olması gerektiğini anlıyoruz. Hiçbir olumsuzluk olmadan Yaratıcımızın kim olduğunu bilemeyiz. Yaratılışımızda her şeyi zıddıyla kavrama özelliğimiz var. Her şey zıddıyla kaimdir deyimi bunu ifade eder. Zıtlık olmasaydı, zıtlığın diğer tarafını bilemezdik. Bu nedenle, acıktığımızda yiyecek bir şeyler aramalı fakat açlığa kızmamalıyız. Aksine şükretmeliyiz çünkü açlığı tatmazsak doymanın lezzetini de bilemeyiz ki doyuran Rabbimizi tanıyabilelim. Hiç hastalanmazsak sağlığa kavuşmanın zevkini tadamayız. Hiç yaşlanmazsak gençliğin lezzetini bilemeyiz. Sağlık ve gençliği sınırsız olan bir yaratılış ile deneyimleyebileceğimiz ebedi hayatı Verebileni aramazdık. Böyle bir kâinat içinde var ediliyoruz. Bu bir nimettir ve sonsuz ihtiyaçlarımızın giderilmesine muhtaç olduğumuz gerçeğinin farkına böylece varıyoruz. İhtiyacımız var ve ihtiyacımız olan her şey bize sağlanıyor ancak neye ihtiyacımız olduğunu zıtlıklarla öğreniyoruz.
Göğsümüzü genişletecek, ferahlatacak Olan Yaratıcımızı ancak bu ihtiyaçlar sayesinde tanıyabiliyoruz. İhtiyaçlarımızı Yaratana yönelerek yaşamayı öğrenmemiz gerekir.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Inshirah– Part 1–10/10/18” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.