Diğer Kur'an Okumaları Usûle Dair

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Tekasür Suresi-2

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Tekasür Suresi-2 | Ha-Mim

Kur’an’ın mesajından istifade edebilmek için onun önerdiği düşünce sistematiğine uygun biçimde varlıklara bakmak ve mana çıkarabilmek gerekir. Bunun için de Peygamber (SAV)’in terbiye usulüne göre bir iman eğitimine girmek şarttır. Aksi halde, mesajı üstümüze almadan sadece yüzünden okur veya bilgi edinir geçeriz. İnsan için esas olan kitabın getirdiği manadır. Kitabın fiziki veya edebi özellikleri öncelikli değildir. Bular da önemlidir fakat insan ruhu en başta mana ister, varlığına dayanak bulmak ister. Bunu sağlamadan kitabın görünüşü ve okunuş özelliklerini istediğimiz kadar önemseyip yüceltelim bir mana ifade etmez. Kur’an’ın kendisi insan zihnine ve hislerine hitap eden semboller ve sözler içeren bir kitap olduğu gibi getirdiği mesaj ile kâinatı da bir kitap olarak görüp ondaki manayı okumayı öğretir. Daha da ötesi, insanı kâinatın özeti olan küçük bir kitap gibi görmeyi öğretir. İnsan bedeni kitabın fiziki halini temsil eder, ruhu ise kitabın manasına tekabül eder. Fiziki varlık sınırlı iken, mananın yani ruhun sınırı yoktur. Yürüyen bir kitap olan insanın bedeninde bu dünya şartlarına kayıtlı sonsuz özellik vardır. Belli sınırlar aralığındaki sesleri duyabilir ve renkleri seçip görebilir. Fakat bu bedenin içinde aynı zamanda sonsuzluk arzusu da var. Ebediyen mutlu ve huzurlu olma isteği var. Gerek insanın duygularında ve gerekse Yaratıcısını tanıtmak üzere var edilen evrende tecelli eden manaların sonu yoktur. İnsan kendisinde neden böyle bir özelliğin olduğunu bilmek ister. İşte Kur’an’ın mesajı bu başlangıç noktasına gelebilen ve ebediyet arzusunun kaynağını tanımak isteyen insanlar için anlamlı olabilir. Bu başlangıç aşamasına kadar sorgulama ve düşünmeden geçmeyen insanlar ya mesajdan hiç istifade etmezler ya da belli bir aşamadan ileriye gidemezler. Kur’an, her bir insanı ebediyeti yaşamaya namzet birer üstün varlık olarak muhatap alır ve mesajını iletir. Mesajı alıp manada derinleşmek ve ileri gitmek insanın kendi çabasına bağlıdır. Her insan kendi kitabını okuyup anlamakla mükelleftir.

Kur’an, inançta kesinlik manasına gelen “yakin” kavramını kullanır. Bu kavram, Türkçedeki yakın kelimesine şeklen benzediği gibi mana bakımından da yakındır. Kur’an kesinliğe yani yakine, kendi içimizdeki ebediyet arzusunun kaynağını bulup ona yaklaşmaya çalışmakla erişebileceğimizi söyler. Bedenen sınırlı olsak da içimizdeki duyguların sonu yoktur. Beden, sadece bu sonsuzluk hissini tecrübe etmemiz için bir vesiledir. Örneğin, acıkınca bir yiyecek bulup yeriz ve onun tadını alırız. İnsaniyetimiz yani yemeğin yaratılmasıyla sergilenen manaları tanıyan tarafımız olan ruhumuzla o yiyeceğin tadını alırız. Sadece fiziki olarak değil, tat ve lezzet biçiminde de o yiyecekten istifade ederiz. Beden ve mana bu esnada irtibat kurar. Yiyeceğin içine tat ve lezzet saklanmış bir halde bize sunulur. Bu yiyeceği yediğimiz anda tat ve lezzet ile irtibat kurarız. İnsan ruhu, bu tat ve lezzet duygusuyla kâinat cinsinden olmayan yemeğin Yaratıcısıyla yani maddenin ötesindeki “mana alemiyle” irtibata geçer. Tıpkı bir kitabı okuduğumuzda çıkardığımız mananın kitabın fiziki yapısından ayrı olması gibi yediklerimizden aldığımız tat ve lezzet de mana cinsindendir. İnsan ruhu ve bilinci bu manayı veya delalet ettiği Kaynağı idrak eder. Ruh veya bilinç, insaniyetimizi temsil eder. Mana boyutunu öldürüp varlığı yalnız ceset olarak laboratuvarda inceleyen materyalist anlayış, mümkün olduğunca varlıkların manasından değil yalnız maddi kısmından faydalanmayı gaye edinir. Çünkü bu anlayış kitabı kâğıda indirger. Kitap dendiğinde akla gelenin kâğıt ve mürekkep izi olduğunu savunur. Oysa kitap, manayla, bize taşıdığı yazarının bilgisiyle kitap olur, değilse kâğıt yığını olarak kalır. Kitabı kâğıda indirgedikten sonra mananın bir anlamı kalmaz. Bu anlayıştaki bilim, olabildiğince maddi varlıkları ölçüp tartmaktan ibaret bir çaba olarak kalır. Mana arama ile kodlanmış insan, varlıklarda yansıyan özelliklerin taşıdığı mana yerine, maddi boyutta yapılan ölçüp biçmelerin sonuçlarında mana arar. Beynin düşünmeyi var ettiğini iddia etmek gibi maddenin manayı var ettiği zannedilir. Madde ve aynı zamanda onun yaratılışında gerçekleştirilen mana boyutu ikisi de iç içe bu dünyada gözlemlediklerimizdir. Böylece, varlıkların cismani ve ruhani yönünü ifade eden iki ayrı varlık tasavvuru yani madde ve ruh ikilisinin ayrı ayrı varlığı materyalist dünya görüşüyle reddedilir. Halbuki manayı idrak eden insanın ruhudur. Beyin mananın varlık kaynağı olamaz çünkü zaten kendisi var edilmeye muhtaç ve ölümlüdür. Kendisi var edilmeye muhtaç ve ölüme mahkûm edilmekten kurtulamayan bir şey nasıl olur da bir başka şeyin varlık kaynağı olabilir ki? Maddenin maddi olmayan bir veçhesi vardır. Devamlı değiştirilerek var edilen madde kendi varlığını kendisi koruyamazken, nasıl olur da sonsuza kadar var olabilir? Diğer taraftan mananın sonsuzluk boyutu vardır. Yani, mana kendisinin varlık kaynağının sonsuz olmasını algılayabilecek şekilde insanın sonuna ulaşamadığı bir kapasiteye sahiptir. Bir süre sonra ölecek olan beyin sonsuzluğu anlama kapasitesine sahip duyguların varlık kaynağı olamaz. Demek ki beynin maddi yapısından öte, insanda ebediyeti arzu eden bir kapasite var ki, bu arzuyu hayatımızın her anında bitmeyen ihtiyaçların doyumu için çabalamamızdan anlıyoruz.

İnsanın ebediyeti arzulayan özelliklerini daha fazla dikkate alması ve onları tatmin edecek cevaplar bulmak için durmaksızın gayret etmesi gerekir. Çünkü ebedi isteyen bu özelliklerin tatmininin sonu yoktur. Tamah edilecek bir husus varsa o da insanın bu ebediyeti isteyen beklentilerine cevaplar aramasıdır. Tamah etmeye değer tek hakikat budur. İnsan, yaratılıştan bu ebediyeti istemeye ayarlıdır. Nitekim kitaplar, ihtiva ettiği manalar üzerinden yazarla irtibat kurmak için okunur. İnsan da bir kitap olduğuna göre, kendini Yazan ile kendi bedeninin ve duygularının tanıttığı manalar üzerinden irtibat kurmalıdır. Mana üzerinden irtibat kurmak için maddi sebeplere de ihtiyaç vardır. Bir elmanın tadını almak için bedene dahil edilmesi yani yenmesi gerekir. Bir kitabın manasını almak için onu okumak gerekir. Fakat kitabı eline almak, dokunmak veya manasını bilmeden sadece seslendirmek, okumak demek değildir. Manaları ruha gönderip irtibat kurmadan yani düşünmeden ve anlamadan yüzeysel biçimde okumak, Yazarın vermek istediği mesajı almak ve iletişime geçmek anlamına gelmez. İnsan kapasitesince bu anlamları devşirip hayatında uygulamaya geçirmelidir. Her insanın geliştirdiği duygu kapasitesine göre bu görevi üstlenme sorumluluğu vardır. Bu duyguların yaratılış maksadı bu olsa gerek, değilse tatmin peşinde koşan ve anlam arayan bir duygunun kendisini anlamsızmış gibi kullanmanın sorumluluğunu yüklenmiş oluruz. Yani duyguyu Yaratanı anlamsız bir iş yapmakla itham etmiş oluruz.

لَتَرَوُنَّ ٱلْجَحِيمَ

102:6. “Elbette Cehennemi göreceksiniz.”

Bu ayetlerde, kesin bilme ile cehennem ateşi ilişkilendiriliyor. İnsan ebedi mutluluk ihtiyacına cevap bulmazsa boşluğa veya mutsuzluğa düşer. Bu durum neden ateş metaforuyla tasvir edilmiş? Çünkü eğer ebedi mutluluk arzusu karşılanmazsa yaşanan boşluk, hiçlik ve anlamsızlık insanın içini ateş gibi yakar. Ateş, yandıkça yanar. İçine yakacak atıldıkça büyür ve durmaz. Bu hali ifade etmek için cehennem kelimesi kullanılır. Ateşe doymayan cehennem, insanın sonu gelmez hata ve günahlarının sonuçlarının toplandığı yerdir. Kâinatta, insan ruhunu tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur. İnsan ebediyeti ister fakat kâinattaki her şey geçici ve fanidir. Kâinattan alınan manaların insana gösterdiği ebedi merhamet ve şefkatin gerçekten yaşanacağı yer ise cennettir. Cennet dünyadaki güzellikler, iyilikler ve sevgiden elde edilen numunelerin asıllarının bulunduğu ve ebedi mutluluğun tecrübe edileceği varlık biçimidir. Bu numuneleri bu dünyada iken hislerimizle yaşarız. Onun için Kur’an cennet ve cehennem tasvirlerini bu dünyadaki örnekleriyle yaşanılan halin fiziki temsillerini verir. Buna ulaşabilmek için dünyadayken ebedi Varlık Kaynağını tanıma ve özelliklerine şahitlik etme eğitiminden geçmiş olmak gerekir. Ebedi Varlık Kaynağının özelliklerine ne kadar çok şahitlik edersek cennetimiz o kadar geniş ve çeşitli nimetlerle donanmış olur.

Kur’an’ın mesajları asla harfi yani kelime manasıyla okunmamalıdır. Çünkü mesajın kolay anlaşılması için sıklıkla mecazlar, kıyaslar, meseller, tesbihler, kinayeler ve sembolik anlatım türünden edebi araçlar kullanılır. Mesaj, her türden algılama ve yaşama biçimine mensup olan insana hitap ettiği için benzetmeler içerir. Önemli olan hedefe doğru ilerlemektir, hedefe giden yolun ayrıntılarına dalmak değil. Hedef Yaratıcıyı tanımaktır. Bu kâinat şartlarındaki eserlerden Sanatkârı tanıyıp insan duygularının bu Sanatkâr ile bağlantıya geçmesini kolaylaştırmaktır. Bir ayette hurma yemekten söz edildiyse herkesin hurma yemesi gerekmez. Ayet özetle, hurmanın bilindiği bir kültürdeki insanlara hitap ederken onların bildiği bir meyveden örnek verir. Diğer insanlara da içinde yaşadıkları kültürdeki meyveleri Yaratıcının bir ayeti olarak görmeyi öğretir. Sadece kelime manasıyla okunursa mesaj, bir kültüre has olmaktan öteye gidemez. Evrensel boyut kazanamaz. Bu ayetteki cehennem, insanın beklentilerinin boşa çıkmasını ifade eder. Yani ebediyet arzusunu karşılama umuduyla başvurulan her şeyin bu özellikte olmadığını herkes görecek ve dünyadaki varlıkların insana ebedi huzur veremeyeceğini kesin olarak anlayacak. En güzel ev, en üstün araba veya en lezzetli yiyeceklerin hepsi fenaya gider. Mananın maddeden ayrı olduğunu idrak eden ve ebedi mutluluk arzulayan bir insan için en güzel yiyecek veya dünyalıklar artık bir anlam ifade etmez. Çünkü bunların kendisini terk edeceğini bilir. Bu varlıkların ardına düşüp mutluluk aramak, ebedi doyumsuzluğa neden olur. İnsanı meşgul eden ve mutluluk vaadiyle karşısına çıkan varlıkların sonu yoktur. Fakat hiçbiri ebedi mutluluğu veremediği için ebedi doyumsuzluğa neden olurlar. Bu ebedi doyumsuzluk hali Kur’an’da “ateş” olarak adlandırılmıştır. Böylece, insanı kalbinden yaralayan bu doyumsuzlukların Varlık Kaynağının sonsuz özelliklerinin olması gerektiğini öğretir. İnsan, Varlık Kaynağını tanıyıp O’na yönelerek geçiciliğin sebep olduğu ebedi tatminsizlik hissinden kurtulabilir.

Kâinat kitabının taşıdığı manalar sonsuzdur. Fakat sonsuz olan kitabın muhtevası değil, Yazarının ilmidir. Bir insan eğitime başlayıp da ilkokul seviyesindeyken okumayı bıraksa geriye sonsuz bilgisizlik kalır. Benzer biçimde, varlıkların manasını anlamaya başlayıp bir müddet sonra terk eden bir insan ebedi huzur ve itminan yerine doyumsuzluğa düşer. Mananın sonsuzluğundan emin olmak, mananın kaynağının madde değil ona Varlık Verenin ilmi olduğunu idrak etmekle gerçekleşir. Bildiğinin sınırlı olduğunu anlamak ise yakin halidir. Farkına varılan her mana, varlığın hakikatini anlamaya yardımcı olur ve daha fazlasını anlamaya yöneltir. Burada bilmeye tamah edilmesi kötü değildir. Kötü olan açıp okumadan ve ne dediğine bakmadan sadece kitap biriktirmektir. Varlıkların her biri bir kitaptır. Manasına ve hikmetine bakmadan sadece sahiplenmek ve biriktirmek, onların geçici olduğunu kavrama kapasitesindeki insanı ümitsizliğe, tatminsizliğe ulaştırdığı için zararlı bir tamah türüdür. Fakat bilmek ve öğrenmek için tamah etmek kötü değildir. Her varlığın iki veçhesi vardır, biri maddi diğeri ise manevidir. Bir kitabın maddi yönü kâğıt, manevi yönü ise varlığıyla taşıdığı manadır. Bu mana o kitabin yazarının ilmini bize taşır. Kur’an ayetleri itminan halini tasvir eder. Varlıklarda Yaratıcısının özelliklerinden birinin yansımasını gören ve idrak eden bir mümin, bundan lezzet alır ve şükreder. Daha başka manaların yansımasına talip olur. Cennet, bu lezzet ve mutluluğun sürekli yaşandığı yerdir. Orada eksiklik ve kusur yoktur.

İman gözüyle varlıklara bakmak, insana bu kâinat ve içindekilerin ebedi mutluluk ve huzurun kaynağı olamayacağını anlamayı gerektirir. Kâinat türünden olan her varlık fenaya gitmek zorundadır. Bu kesin bilgi insana, dünyadayken ebedi mutluluğa erişemeyeceğini haber verir. İşte cehennem ateşini hissetmek bu durumu anlatır. Örneğin, 80 yaşına gelmiş bir insana dünyanın en güzel sarayını verseler ne olur ki? Saray ve içindekilerinin hiçbir anlamı yoktur. Sadece bir oda ve rahat bir yatak yeter böyle bir insana. Varlıkları sadece kendi başına değerlendirmek anlamsızdır. Varlığın ötesindeki mana ve varlık kaynağıyla irtibat kurmak gerekir. Kesin olan sonumuz, her an yaklaşmaktadır. Yerken, içerken veya gezerken bir an gelecek ve kesin olarak buradan gideceğimizi bilerek yaşarız. Geçiciliğin verdiği acıyı unutmak için ne kadar çırpınırsak çırpınalım ne tür meşguliyet ve eğlenceye dalarsak dalalım faydası yoktur. Kendi gerçekliğimizden kaçamayız. Aciziz ve her an ölüyoruz. Yaratıcımız, merhametinden ötürü bizi kendi halimize bırakmaz. Yanlış tercihlerimizin yanlışlığını ve doğru tercihlerimizin de doğruluğunu kavrayacak duyguları bize ikram eder. Varlığımızı Varlık Kaynağıyla irtibatlandırmadıkça ölümü, yaşadığımız her şeyin kesin olarak bitmesi biçiminde algılamak zorunda kalırız. Bu duruma düşmemek için her gün bize yeni fırsatlar veriliyor. Bu nedenle, tekrar tekrar denemek ve Varlık Kaynağımızı tanımak için harekete geçmeliyiz. Aksi halde, dünyada yaptığımız her şey bize anlamsız gelmeye başlar. Bu hayatın amacı kitap edinmek değil kitabın getirdiği manaya ulaşmaktır. Bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan bir Yaratıcımız olduğundan emin biçimde, her zaman O’nun huzurunda olduğumuzu idrak etmeliyiz. Varlıkların görünen veçhelerine değil, getirdikleri manaya odaklanarak huzur bulmalıyız. Bu farkındalık, hayatımıza heyecan ve neşe katar. İnkârın acısını duyup vaz geçerek, kendi gerçeğimize dürüstçe tabi olma tercihini yaparsak dünyadaki varlığımızın amacını kolayca anlarız. Her şey Yaratıcıyı tanımak ve tasdik etmeye ayarlıdır.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Takathur – Part 2 –03/13/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın