أَلَيْسَ ٱللَّهُ بِأَحْكَمِ ٱلْحَـٰكِمِينَ
95:8. “Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?”
Kur’an’da, hükmedenlerin en üstünü, rızık verenlerin en hayırlısı ve yaratanların en hayırlısı gibi genelleyici ifadeler sıklıkla kullanılır. Kur’an tanım gereği, Kâinatın Sahibinin insana hitap eden sözlü konuşmasıdır. İnsanın Yaratıcısı, bu dünya şartlarında insanın anlayabileceği biçimde konuşuyor. Bu konuşmaya muhatap olmak ve mesajı alabilmek için insanın muhtaç olduğu tüm özellikler kendisine verilmiştir. Bu özellikleri kullanarak mesajı okuyup anlayabilir ve ona göre hayatını tanzim edebilir. Bu mesajla birlikte hem kâinat hem de insan türünden bir rehberlik örneği olan Peygamber (SAV), insana Yaratıcısını tanıması için rehberlik eder. Kur’an’ı anlamak insan kapasitesiyle ilgilidir. Kur’an’a uydum diyen biri aslında kendi anlayabildiğine uymuştur. Yani, mesajdan ne anlaşılması gerektiğine karar veren insanın kendisidir. Mesajı tam manasıyla kimse idrak edemez.
Hâkim ve hüküm verenler insanın hayatında da var. Fakat Yaratıcı, bu yaratık türünden olan hükmedenlerle kıyas edilemeyecek derecede yücedir. İnsan, hayatta karşılaştığı durumlarla bunu karıştırmamalıdır. Benzer bir şekilde başka bir ayette Allah yaratanların en güzelidir (23:14) ifadesi yer alır. Kâinatta hiçbir şeyin var etme özelliğine sahip değildir. Fakat insan, yanılsamalar neticesinde veya kasıtlı olarak bir şeyin başka bir şeyi var ettiğini sanıp iddia edebilir. Örneğin, ağacın meyve vermesini iddia etmek meyvenin varlık kaynağını ağaçta görmek anlamına gelir. Ağaca açıkça Yaratıcı denilmese de ona yaratma özelliği atfedilebilir. Gündelik hayatta bu dili genellikle kullanırız. Güneşin ısıtması, toprağın büyütmesi ve buğdayın başak vermesi gibi ifadeler insanın diline yerleşmiştir. Bu ifadeler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yaratıcının özelliklerini yaratıklara atfetmeye götürür. Fakat yaratıcı, kendisine ait olan özellikleri yaratıklara atfetmemek konusunda insanları uyarıyor.
Yaratılışta bir tereddüt ve kararsızlık görmüyoruz. Her şey bir anda ve gerektiği gibi var ediliyor. Bunu ancak ve ancak Mutlak olan Yaratıcı yapabilir. O’nun kudreti sonsuzdur ve bizim tasavvur edebileceğimiz herhangi bir varlık gibi değildir. Bu kâinat var edilmeye muhtaçtır. Dolayısıyla kâinat türünden olan her şey böyledir yani varlığı kendinden değildir. Yaratıcı böyle olamaz çünkü o zaman Yaratıcı olamaz. Bundan dolayı Yaratıcının özelliklerinin mutlak olması gerekir. Yaratıcının Hâkim olması demek O’nun mutlak manada hakimiyeti anlamına gelir. Bu dünya şartlarında görülen ve bilinen hakimliklerden öte her tür hakimliği kuşatan ve ondan üstün olan bir hakimlik söz konusudur. Bu hâkim öyle bir hakimdir ki en küçük varlıktan galaksilere kadar her şeyin varlığı ve hayatı O’nun elindedir. Her an, her şey O’nun iradesiyle varlık sahnesine geliyor. İlminden ve bilmesinden gizli kalabilecek hiçbir şey yoktur.
Yaratıcı nasıl yargılar ve hüküm verir? Yarattığı her şeyi hak ettiği biçimde var ederek. Fakat insan algımızla bazı şeylerde adaletsizlik varmış gibi görürüz. Biz insanlar her zaman her şeyi olması gerektiği gibi yapamayız. Görüşümüz ve hükmedişimiz de eksiktir. Ruhumuz sonsuz adalete müştaktır ve onun için eğitiliyor. Hem ebediyet arzusunu verip hem de karşılığını vermemek Yaratıcının özellikleriyle çelişir. Mutlak adalet sahibi olmayan her varlığa hakkını vermeyen şu kâinatın Yaratıcısı olamaz. Yaratıcı mutlak adalet sahibidir. Ebedi adalet hissini yaratıyorsa mutlaka onun karşılığını da yaratır. Aksi hali, hikmete uymaz. Tanım gereği, Yaratıcı hikmetle yaratandır. Yaratıcı, her insana bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu belirlemesi için vicdan denilen bir iç ses vermiştir. Bu ses, doğruyu seçmede insana rehberlik eder. Yaratılıştan insana verilmiş olan ahlaki değerlere uygun davranışlar vicdanen tasdik edilir. Fakat insan hür iradesini kullanarak vicdanına ters gelen tercihlerde bulunabilir. Yani, hür irade vicdanın mesajını çarpıtabilir veya onaylayabilir. Bununla birlikte, vicdan daima doğru olana meylederek insana mesajını verir. İsterse duyar veya duymazlıktan gelir. Vicdanın sesi asla kesilmez. Zayıflasa bile tamamen kaybolmaz. Yaratıcı, insanı yarattığı için ruhunda nelerin olup bittiğini bilir ve onun kaydını alır. İnsanın yaptığı her şeyi bilir. Çünkü insanı bir şey yaparken yaratan O’dur. İnsan bu dünyadan vicdanının sesine uyduğu kadarıyla kazandığı bir dereceyle mezun olur yani vefat eder.
Hâkim olan Yaratıcı, her insan için vicdanını ne kadar dinlediğine göre bir hüküm verir. Gerçek manada adaletin yerine gelmesi için bu hayattan başka yeni bir hayatın, yani ahiretin var olması şarttır. Vicdan doğru ve yanlışı seçmede yol gösteriyor olsa da insan, bu dünya şartlarında yapıp ettiklerine gerekçeler bulabilir. Örneğin, savaş şartlarında insan öldürmek normal görülebilir. Savaş şartlarının gerçeklere mi yoksa başka hesaplara göre mi hazırlandığına da dikkat etmek gerekir. Fakat vicdan, öldürmenin doğru olmadığını söylemekten geri durmaz. Savaş sonrasında bunalıma giren çok insan vardır. Vicdanlarının sesini sürekli duydukları için kendilerini suçlu hissederler. Bir milletin veya ırkın üstünlüğü iddiasıyla bir insan öldürülebilir mi? Bu yeterli bir sebep midir? Bu sorulara ikna edici cevaplar bulamamak aslında bu şekilde öldürmenin haksız olduğunu gösterir. İnsanın duygularını yanlış yerde kullanması nedeniyle yaşadığı sıkıntılar, bir yerlerde yanlış hüküm verdiğine işaret eder. Yanlış bir şey yapar yapmaz hemen elem duyar veya haksız olduğumuzu anlarız. Örneğin, parmağımızı kesersek hemen acı duyarız. Bu acı, mutlak Hâkim olan Yaratıcının adaletinin bu kâinat düzeninde tezahür etme biçimlerinden birisidir.
Tam adalet bu dünya şartlarında gerçekleşmez. Bundan dolayı, eğer yeni bir yaratılış yani ahiretle birlikte burada eksik kalanı tamamlayacak olan gerçek bir adalet yoksa, birçok haksızlıkları geriye bırakıp giden bu dünya hayatının da bir manası yoktur. Dünyadaki haksızlık ve adaletsizlikleri herkes vicdanın sesiyle görebilir. Bunun için vahyin uyarı yapmasına gerek yoktur. Örneğin, çok sayıda insan açlıktan ölürken bir kısmı da sorumsuz ve sınırsız biçimde yiyip içerek tonlarca gıdayı çöpe atmaktadır. Bu günümüzün bir gerçeğidir. Önemli olan bu durumdan duyulan rahatsızlığa kulak vermek ve neden bu duyguyu yaşadığını sorgulamaktır. Vahiy insana, duygularının ve özelliklerinin kendisine Yaratıcısı tarafından verilmiş olduğunu hatırlatır. Ayrıca neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu açıkça öğrettiği için Yaratıcısına şükretmeye teşvik eder. Yaratıcı, insana bu özellikleri Yaratıcısı adına nasıl kullanması gerektiğini seçilmiş öğretmenler yani peygamberler vesilesiyle öğretir.
Hz. Muhammed’in (SAV) peygamberliğinin ilk 13 senesi boyunca inen ayetler insanları ahlaken eğitmek gayesindedir. O zamanki toplumda namaz, oruç, hac veya sonradan bildirilen belli yasaklar yoktu. İnsanlar onların gerekçelerini henüz ögrenme aşamasında idiler. Nazil olan ayetler daha çok dünyanın geçiciliği, hiçbir şeyin kendi varlığını koruma özelliğine sahip olmadığını, ebedi bir hayatın olması gerektiği ve Allah’ın her şeyi görüp bildiğinden haber veriyordu. Sonunda herkesin ve kâinatın öleceği ve hesap vermek üzere ahirete göçeceğini vurguluyordu. Zayıflar, fakirler ve yetimlerin haklarına dikkat etmeye çağırıyordu. Üstünlük iddiasında bulunarak diğer insanlara hükmetmeyi ve köle gibi görmeyi yasaklıyordu. Bütün bunlar ahlak kuralları olarak öğretiliyordu. Bu ahlaki temeller atıldıktan sonra inen ayetlerde şeriat diye bilinen bireysel ve sosyal hayatı düzenleyen belirli emir ve yasaklara yer verildi. Örneğin hac ibadeti, zina etmemek, içki içmemek ve kumar oynamamak peygamberliğin 20. yılından sonra gelen ayetlerde açıklandı. Vahiy bu şekilde açıkça önce ahlaken bir eğitimden geçmeyi daha sonrasında belirli kurallara uyup ibadetler yapmayı insanlara öğretir. Gündelik ibadetler ve kurallar ancak bu eğitimden geçmiş insanlar için anlamlı olur. Ahlaki değerler her insanın vicdanında vardır. Onlara uyarak belirli bir eğitimden geçmek gerekir. Bu eğitimden geçtikten sonra gündelik hayatın ibadete dönüşmesi mümkündür. Örneğin, alkol ve domuz eti yasağı neden var? İnsana sahibinin kim olduğunu hatırlatmak için var. Bir şey içecek olsak bunda alkol var mı diye sorarız. Kim tarafından izin veriliyor? Suyu yaratan tarafından. Suyu ve beni yaratanı hatırlayıp O’nun adına su içerim. Böylece su içme fiili bir ibadete dönüşür. Aynı şey et yemede de geçerlidir. Helal demek, etin yaratıcısının yemeye izin vermesi demektir. Domuz eti kriterine uyarak yediği eti seçen kişi yaratıcısının iznine başvurarak O’nun adına yemiş olur. Böylece et yeme fiili de bir ibadete dönüşür. Bu yasaklar, insanın fiillerini ibadete dönüştüren ölçütler oluyor. Alkol ve domuz etinin yasak edilme nedeni insanlara gündelik hayatlarını ibadete dönüştürme fırsatı vermek içindir.
Belirli sınırlar ve yasaklar olmazsa her şeyi yiyip içmek söz konusu olabilir. Gündelik hayatta hiçbir şeyi sorgulamadan belli bir alışkanlıkla yaşar gideriz. Bu yasaklar, sorgulamaya davet eden birer işaret levhası gibidir. İnsan, istediği her şeyi sahibi yokmuş gibi serbestçe yiyip içemediğini düşünerek aslında hayatının kendisine ait olmadığını hatırlar. Yasakların arkasındaki hikmeti iyi anlamak lazım. Örneğin, faiz haramdır. Neden, çünkü faiz almakla bir iş yapmak için sermayeye ihtiyaç duyan birinin bu ihtiyacı suistimal edilebilir. Yani elinde borç verecek kadar fazla parası olan ve bunu faizle ödünç veren biri borç isteyeni suistimal eder. Borç verdiğinden daha fazlasını geri isteyerek haksız kazanç elde eder. İhtiyaç halini kötüye kullanır. Bu nedenle faiz yasaktır. Aslında kâinat da insana ödünç verilmiştir. Bir süreliğine onu kullanabilir. Fakat kâinatın Yaratıcısı onu insandan fazlasıyla mı geri istiyor? Hayır, tam aksine aldığı gibi geri vermesi halinde yani kullandığı tüm özellikleri Yaratıcıya atfetmesi karşılığında ona ebedi mutluluk ve huzur vadediyor. Bu hikmete ters olan faizi bu nedenle terk etmek gerekiyor.

İslam geleneğinde, zengin bir kişi fakir bir insanı davet ederek yedirip içirdiğinde, Kur’an terbiyesine göre şöyle der: “İhtiyaç sahiplerine sunduğum iyi şeyler için onlardan herhangi bir teşekkür beklememeliyim. Sadece Allah’ın bu iyiliği kabul etmesini bekliyorum. İhtiyaç sahiplerine elimdekinden vermek Allah’ın bana öğrettiği bir davranıştır. İnsaniyetim bu davranışı takdir ediyor.” Bu anlayış, Kur’an’da şu ayetlerle ifade edilmiştir: “Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. “Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” derler (76:8-9).” Bu farkındalığı pratiğe dökmek için etrafımızdaki bitki ve hayvanları gözlemleyebiliriz. Hem bitkiler hem de hayvanlara muhtaç oldukları gıda maddeleri hiçbir zorluk ve karmaşa yaşanmadan veriliyor. Bu varlıklar arasında şuurlu bir canlı olan biz insanların ihtiyaç duyduğu hava, su ve diğer gıdalar da var ediliyor. Bunun için yapmamız gereken teşekkür etmektir. “Ey Allah’ım bütün bunlar Senden bize lütuftur. Sana minnettarım. Kâinatın Cömert Sahibi olarak Seni her tür eksiklikten tenzih ediyorum ve Sana hamd ediyorum” diyerek şükrümüzü ifade etmeliyiz. İhtiyacımızdan fazlasını muhtaçlarla paylaşırken onlardan minnet beklememeliyiz. Onlara iyi davranmalı ve “Ey dostlar, Allah’ın bana ihtiyacımdan fazlasını vermiş olduğu bu gıdaları sizinle paylaşma fırsatının verilmesine vesile oldunuz. Böylece Allah’a şükretmiş oldum” diyerek onları takdir etmeliyiz. Bunlar insaniyete uyan davranışlardır. Her insanın vicdanı bunu takdir eder.
İman eğitimine girmek için kendi içimizden başlayıp insaniyetimizin sesine kulak vermeliyiz. Bu eğitimde ilerledikçe kâinatın Sahibini tanıyabilir ve şahit olduğumuz özellikleri O’na atfedebiliriz. Her şey insan fıtratına uygun biçimde yaratılmıştır. Bizi bu şekilde yaratan mutlak adalet sahibidir. İnsan olarak yaratılışımıza en uygun olan davranma biçimi neyse onu yaratır. Bu dünya şartlarında her şeyi adalet ve hikmetle yaratanın bundan sonraki hayatta da ebedi adalet ve hikmetinin tecelli etmesi gerekir. O zaman dünya şartlarında yerini bulmayan işlerin tam manasıyla karşılık bulması ve tam adaletin yerine gelmesi söz konusu olacaktır. Eğer bu şekilde tam adaletin sağlanacağı bir yaratma biçimi olmazsa bu hayatın da bir anlamı olmaz. Zira dünya şartlarında sayısız adaletsizlik ve haksızlıklar her gün vuku buluyor. Bunların mutlaka bir karşılığı olması lazım. Dünya şartlarında kurulan mahkemeler de eksik ve hatalı kararlar verebiliyor. İnsanın içindeki sonsuz adalet ve hakkaniyet arzusu, mutlak adalet ve hukukun gerçekleşeceği yeni bir yaratılışın beşerî kanıtıdır.
Adaletin mutlaka tecelli edeceğinden nasıl emin olabiliriz? Her şeyden önce varlık anlayışımızı bir temele dayandırmalıyız. Varlık nedir? Nasıl var oluyor? Beni var eden nedir veya kimdir? Bu varoluşun kaynağı nedir? Bu sorulara ikna edici cevaplar bulmadıkça bir şey diyemeyiz. Eğer dünyada bir düzen yoksa neden adalet beklentisi olsun ki? Eğer her şey tesadüfen oluyorsa o zaman adalet beklemek mantıksızdır. Çünkü rastgele var oluştan adalet duygusu çıkmaz. Ayrıca bir Yaratıcıya inanıyorum demenin de temeli yoktur. Neden bir Yaratıcıya inanıyor olduğumuzun dayanakları olmalıdır. Bu noktada kâinat apaçık şahitlik eder. Dayanak noktası bulmak için kâinatı incelememiz gerekir. Kâinattaki her şey nasıl var oluyorsa bu var ediliş biçimiyle Varlık Kaynağı hakkında işaretler taşır. Kâinatı Var Edenin özellikleri varlıklarda yansır. Kâinatın düzeninde bir adaletsizlik var mı? Felaketler de bir düzen dahilinde kasıtlı bir İradenin eseri olarak gerçekleşir. Felaketleri adaletsizlik olarak görmek kâinatın varlık amacını anlamamak demektir. Kâinatın varlığı, insana buranın geçici olduğunu ve bütün varlıkları Var Edenden başka insana varlık veren bir kaynağın olmadığını öğretmek içindir. Kendisi ve kâinat hiçbir varlığın varlığını garanti edemez. İnsanın hür iradesini yanlış yönde kullanması da bir düzene tabidir. Kâinattaki düzenin dışına çıkarak bir tercih yapamaz. Hiçbir var ediliş, tesadüf eseri olamaz. Kâinattaki düzenin kurallarını keşfedebilirsek, o zaman kendimizi “afet” olarak adlandırdığımız şeyden düzenin izin verdiği ölçüde koruyabiliriz.
İnsan olarak adaletin yerini bulmasını istiyoruz. Bu fikre veya duyguya nasıl ulaştık? Onu bir atomdan mı aldık? İnsandaki adalet duygusu tesadüf eseri olabilir mi? Bu mantıklı mı? Adalet istemeyi insana kim öğretti? Hücreleri mi? İnsanın bu sorgulamayı yapması gerekir. Duygularının ve varlığının varlık kaynağını araştırmalıdır. İnsanın Varlık Kaynağı, ona bu adalet ihtiyacı ve adalet için mücadele etme duygusunu verendir. İnanan ya da inanmayan her insanda adalet ihtiyacı ve adalet duygusu vardır. Adalet duygusu, adalet için mücadele etmek ve adaletsizlik yapmamak için verildi. Kâinatın Yaratıcısının adil olduğu ve bizdeki adalet duygusu ve adalet ihtiyacını yaratarak kendisini bize tanıttığı sonucuna vardığımızda, O’nun adaletinin mutlak olması gerektiğini de anlamalıyız. Bu anlayışın temelinin atılması gerekiyor. İnsan, kendisine adalet duygusunu verenin adaletle davranacağını biliyorsa haksızlığa uğradığında adaletin Varlık Kaynağı olan Zatın bunu görmezden gelmeyeceğini ve unutmayacağını da bilir. O, insana Kendisini Adil Bir Zat olarak tanıtıyor, bu yüzden mutlaka adaleti sağlaması gerekiyor. Birisi herhangi bir eşyamızı çalarsa onu mahkemeye veririz. Mahkeme nerede kurulur? Evimizde değil, adliyede. Yaratıcımız tarafından bize verilen insani özelliklerimizi kullanarak sosyal hayatımızı bu şekilde düzenleriz. Bu dünya şartlarında kurulmuş sosyal düzen gereği bir yere kadar adalet elde edilebilir. Fakat bu durum, mutlaka herkesin adalete ulaşacağı anlamına gelmez. Hâkim yanıltılabilir, herhangi biri delil olabilecek belgeleri tahrif edebilir. Bunlar adaletin burada tam olarak sağlanamayacağını gösterir. Adalet duygusunun Yaratıcısı ne diyor? Diyor ki: “Merak etmeyin, mutlaka adaletin sağlanacağı bir hesap günü olacak ve ben her şeyle ilgileneceğim”. Bu yüzden vahiy, sürekli olarak insanlara Yaratıcının mutlak adaletinin tecelli edeceği hesap gününün yeni bir yaratılışla gerçekleşeceğini hatırlatıyor. Kur’an’da bunu ifade eden ayetlerden biri şöyledir: “Kıyamet halkının amellerinin tartılması için adalet terazilerini kurarız. O gün iyiliği azaltılıp, günahları çoğaltılarak hiçbir kimseye zulmedilmez. Tartılacak olan şey hardal tanesi kadar az dahi olsa onu getiririz. Kullarımızın amellerini hesaplayıp, hesap görücüler olarak biz yeteriz” (21:47). Bu ayet, hesap günü öyle bir mahkeme kurulacak ki zerre kadar adaletsizliğe izin verilmeyeceğini anlatıyor. Böyle bir mahkeme ise ancak yeni bir yaratılışla mümkün olabilir. Zira, bu kâinat şartları fani olduğu için mutlak adaletin gereğini karşılayamaz. Kur’an her zaman mecazi bir şekilde konuşur: “Endişelenmeyin, insanların yaptıkları yanlış işlerden dolayı hemen ceza almıyor olmaları sizi umutsuzluğa düşürmesin. Masum insanların hiçbir zaman haklarını alamayacağını zannetmeyin. Her yaratık, Yaratıcının hükmü altındadır ve mutlak adaletin sağlanacağı bir mahkemeye çıkacaktır.” İnsaniyetine uygun davrananlar ellerinden geldiğince adaleti tesis etmeye çalışır.
Kur’an-ı Kerim, hesap günüyle ilgili tasvirlerle doludur. Herkesin kayıtları mükemmel biçimde yazılır ve hiçbir şey unutulmaz. Herkes burada yaptıklarından dolayı hesaba çekilecek. Sadece başkalarının haklarını ihlal edenler değil Yaratıcıyı inkâr edenler de hesap verecek. Kâinattaki bütün varlıklar Mutlak bir Varlık tarafından yaratıldıklarını açıkça ilan ederken bunu duymayan ve görmeyenler bu varlıklara haksızlık ve zulmediyorlar. Bunun da hesabı sorulacaktır. Aklınca varlıkları ve Yaratanı eleştirenler de buna göre muamele görecektir. Bütün varlıklar, Yaratanı eleştirenler hakkında insana adalet duygusu verip de sanki onu nasıl karşılayacağını bilmiyormuş algısından dolayı şikâyetçi olacaktır. Kur’an-ı Kerim sürekli şunu hatırlatır: “Allah’a iman eden kimseler ellerinden geldiğince adaleti sağlamaya çalışmalı, sonra da Allah’a tevekkül etmelidir.” Yani, Allah her şeyin hakkını verecek ve mutlak adaleti sağlayacaktır. Biz burada elimizden geleni yapmakla mesulüz. İnsandan istenen davranış şudur: Allah’a güvenip herkesin burada yaptıklarına göre muamele göreceği ebedi bir hayatın olması gerektiğinden emin olmak. Kâinatın yaratılışında gerçekleştiğini gördüğümüz hikmet, insana bu sonuca ulaşmayı öğretir.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Tin– Part 3 –12/14/20” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.