Kur'an Okumaları Müzakereler Usûle Dair

Kevser Suresi Üzerine

Kevser Suresi Üzerine | Ha-Mim

Ali – SA cümleten,

Daha önceki ayete verilen çok güzel cevaplar beni heyecanlandırdı. Size tefekkür için bir ayet daha takdim edeyim istedim.

Daha çok, zamanımız sınırlı olduğu zamanlarda hemencecik kısa olduğu için okuyup geçtiğimiz Kur’an’daki en kısa sureden.

Yine bir öncekinde olduğu gibi, hürce, fıtri bir şekilde, bir insan olarak muhatap olduğumuzda, ilk defa duygu dünyamıza taşınan anlayımızı paylaşalım, inşAllah.

Lügat, tarihi bilgi, tefsir ve tercümelere bakmanıza gerek yok. Fıtri halimizle anlamaya çalışalım. İnşAllah paylaşalım. Çok faydalı oluyor.

Kevser suresi(108) : 1-3

Tefekkür edilecek kelimeler:

1- İnna a’taynake’l-kevser: “Biz sana kevseri verdik.” ayetindeki:

— “Ke”: “sana”

–  “Kevser”: Türkçesi yok gibi, Lügat manası, “çoğalma” kelimesinden türetilmiş “bol bol çoğaltılma” gibi anlamlara geliyormuş.

–  “Biz verdik” fiilindeki “Biz”.

2- İnne şanieke hüve’l-ebter: “Asıl ebter olan sana düşmanlık edendir” ayetindeki:

“Ebter”: Kesik, devam etmeyen bir durum. Devamı yok, gibi anlamlara geliyor.

Dikkat: Yalnız kelimelere konsantre olursak daha bereketli ufuklar açılıyor. (Şahsi bir tecrübe, başkasını bağlamaz, yalnızca bir teklif). Bu kelimeler bize neyi çağrıştırıyor?

Müsaadenizle bir hissimi paylaşıyım: “Bu tür dualar, “İmanî Kur’an Okumaları” olarak anlaşılabilir. Herhalde Risale-i Nur’un amacı da muhatabına bu istidadı kazandırmak olsa gerek.

Mehmet Ali – Sana:  Bu ayeti okuyan her kim ise…

We gave you abundance… Yani iman perspektifi ile kainata baktığımızda abundance (bolluk, bereket) buluruz, mana buluruz, amaç buluruz ve bunların hepsi ile sonsuza uzanırız. Abundance sadece dünyada bir varlıklı olma hali değil; imanın getirdiği aydınlık ile her yaratığın bolluğuna bereketine ulaşırız, yani sonsuza uzanan melekût alemini keşfederiz, ehl-i keşf oluruz.

Mana alemini keşfettiğimiz her şey, ebter olmaktan kurtulur ve abundance’a kapı açılır. Bu anlayışın ve dünyaya bakış açısının zıddı olan yani düşmanın ebterdir yani bu anlama haiz değildir daha doğrusu bunu reddeder ve de ebter olmaya mahkum eder kendini. Yaratıcısına bakmayan herşey ebterdir, abundance’tan yoksundur. Bu dünyada kalır ve olur gider; ona bağlı ve sıkışmış bütün görüşler de bu dünyada ölür giderler.

Ahiret alemine gidince yani her hakikatin tam olarak ortaya çıktığı yere gidince, ne kadar ebter olduğu anlaşılır çünkü orada artık onların uzantıları olmadığını tecrübe ederiz. Bu tür bir ademle karşılaşılan yere de cehennem derler şeriat dilinde. Abundance’ın karşılığını bulduğu yere de cennet.

“Fed hulii ibaadii… ved hulii cennetii..”

Ali – Teşekkürler, hocam. Güzel açılımlar.

Eğer “Biz” üzerinde de durabilirsen, memnun olurum.

Mehmet Ali – Benim için önemli bir nokta olmadığı için geçmiştim. Şöyle bir referans var bu konuda:

“Cenab-ı Hakkın halk ve îcat fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtanın bulunduğuna işarettir.”

(İşaratul-îcaz, s. 230)”

Emin – ‘Kelam ve hitabında vasıtanın bulunduğu’ ifadesindeki vasıtayı nasıl anlamak lazım?

Şeyma – Sebepler diye aklıma geldi kısaca.. Gönderdiği nebiler ve o silsiledeki Zatlar’ı da reel örnek olarak düşündüm. Halk ve icad,kaf nun fabrikasına giriyor.Bu fabrikanın ürünlerine de kelam ve hitap diyebiliriz diye mana çıkarttım..

Zübeyir – “Vasıtaları” muhatabı ilgilendiren ve sınırlandıran yani muhatap tarafından baktığımızda (zaten biz bir tek o taraftan bakabiliyoruz) görünen berzahlar/perdeler veya vesileler diye de anlayabilir miyiz?

Erkan – Önyargılardan  uzak fıtri olarak hissettiklerimi paylaşmak için yorumlarınızı daha sonra okuyorum ve istifade ediyorum. Allah razı olsun.

“Sana kevseri verdik” ayetindeki kelimeler zihnimde şu çağrışımlara vesile oldu:

Hazreti Peygamber veya bir mü’min iman ile eşyanın veya olayların her tür haline karşılık ne olursa olsun, ümidini ve inancını yitirmeyip, neredeyse sonsuz çoklukta vesilelerle ruhuna huzur ve itminan verme vesilesi bulabilmektedir. Şükredip iman edebildiği için O’ndan daha mutlusu ve emin olanı yoktur. Hiç bir şeyden korkmaz, çekinmez, endişe etmez. Asla ümitsiz olmaz veya daha güncel deyimle  depresyona girmez. Zira iman ile hakikate bağlantıyı sıkıca kurmuş ve kendinden emin haldedir. Kevser buradaki bağlantı yollarının ve çeşitlerinin çokluğu gibidir. Bu Rabbin büyük in’amından sadece bir cüzdür.

Kafir olanın böyle imkanları yoktur. Her şey görüp, duyup, konuşup hissedebildiği kadardır. Öldüğünde her şey biter. Bu yüzden ölmekten ve kaybetmekten korkar. Mü’min için ölüm uykudan uyanma gibidir. Fena ile beka arasındaki bağlantıyı kurduğu için hayatında süreklilik söz konusudur. Vefat ettikten sonra iman ettiği gibi yaşamaya devam eder. Bu bakımdan ebter değildir. Temsil ettiği hayat biçimi sürekli ve kalıcıdır. Kafir ise öldüğünde temsil ettiği hayat biçimi son bulur. Tasdik etmediği hayat biçimi başlar. Bu bakımdan ebterdir. Sonlu dünya ölçüleri kadar var olup daha sonra nesli tükenecektir.

Fatmanur – Yorumları okumadan ayetlerin bana çağrıştırdıklarını paylaşıyorum:

Kevser ve ebter kelimeleri zıt manaları barındıyor gibi geldi.

1- İnna a’taynake’l-kevser: Kevser kelimesi her insana verilen bitmeme, çoğalma, ebedi olma arzusunu hatırlattı.

2- İnne shanieke hüve’l-ebter: Devamı kesik olan şeyleri, yani faniliği ben sevmem, istemem. Fena benim düşmanımdır. Gerçi ayette “Asıl ebter olan sana düşmanlık edendir” diyor benim çıkardığım manada ise etken olan benim “fena” değil. Sana fenayı vaad edenler senin asıl düşmanındır diye düşününce belki daha doğru.

Zafer – Bende de benzer çağrışımlar oldu:

“Çoğaltmayı arzuladığın her şeyin hakiki ve direkt kaynağı Biziz.  Sonu olan şeyler ise, işte onlar senin düşmanındır.”

Ali – Çok güzel açılımlara vesile oluyor, bu tip tefekkürler. İnşAllah devam edelim.

Özellikle, Erkan’ın, “Mümin için ölüm uykudan uyanma gibidir.” cümlesini çok sevdim, Bu dünyada uykudan uyanmak bunu anlamamıza ‘misal’ olsun diye yaratılmış olmalı. “Ölüm’ün uykuya benzetilişi genel bir kullanım. Rumi’nin “kavuşma anı” gibi meşhur yaklaşımı da var (Ölüm ile gerdek gecesi arasındaki benzetmenin alemi şehadette mislini ben göremiyorum. Yalnızca bir “teşbih”). Erkan’ın anlayışı, yaratılıştan bir örnek üzerine oturduğu için, daha hakikatlı geldi bana. Rumi kusura bakmasın da, Nursi’nin Mesnevisi ile Rumi’nin Mesnevi’si arasındaki usul farklılığı burada yatıyor galiba.

Fatma Nur’un perspektifi de bir başka ufuk açıcı: Ne kadar güzel bir anlayış: “Kevser” bendeki ebede mazhar olma arzusu. “Ebter” bendeki fenayı sevmeme duygusu. İkisini birleştirince, sonuç çok ilginç, mutlaka sizin de dikkatinizi çekmiştir: Bizim düşmanlarımız bize ‘fenayı vadedenlerdir’. Ebedi arzulayacak şekilde yaratılmış bir insana, ‘bu dünyada herşey fanidir, beka bir hayaldir, yoktur, kendini avutmaya kalkma” diyenler (pozitivistler, materyalistler, evrimciler, tabiatçılar vs) benim duygularımın düşmanı olmak zorundalar. Duygularım onları sevmez. Ben bu anlayışları sevmeyecek şekilde yaratıldım. Yaratılışımla çelişmemeliyim.

MaşaAllah,

Allah hepinizden razı olsun. “Liyezdadu imanehum” (48: 4): “İmanlarına iman katmak” bu demek olsa gerek.

Katılanlar: Ali MermerMehmet Ali Akgün, Emin, ŞeymaZübeyir Nişancı, Erkan Göktaş, Fatmanur KöksalZafer Özdemir.

 

Yazar hakkında

Müzakereler

Çeşitli imani konular üzerine yapılan e-posta yazışmaları Müzakereler kullanıcı ismiyle yayınlanmaktadır.

yusuf şerbetçi için bir yanıt yazın X

4 Yorum

  • Ben kendime baktığımda, fark ettiğim, bana verilmiş olan cihazatın kaynağını sorgulamaya başlıyorum.Bu kaynağın ben olmadığını ,bu kainat cinsinden olamayacağını mutlak ilim  ve kudret sahibi olması gerektiği sonucuna ulaşıyorum.Dolayısı ile bu özelliklerin kaynağı her kim ise ben ona inanıyorum ve onun Halık olduğunu tasdik ediyorum. Alem – i şehadetin ise birbirinden ayrılamaz anlamlı bir bütün olduğunun şuuruna varıyorum.Güneşi sinekten, ağacı topraktan ayırmanın imkansız olduğunu görüyorum.Bu sonuçta beni, beni yaratanın tüm gördüğüm alemi yaratan olması gerektiği tefekkürüne sevkediyor.Tüm bu tefekküri seyir sonucu ise bana muazzam bir anlamlılık bereketi olarak geri dönüyor.Yani madum gibi gördüğüm kainat bir anda öyle bir nurlanıyor ki bu anlam katmanlarının genişlemesi benim dünyama müthiş bir bolluk ihsan ediyor.Şahit olduğum her şeyin yaratıcı ile nispetini kurarak varlığın anlamı benim dünyamda sonsuzluğa açılıyor.Kevserden bunu anlıyorum.Bunun aksi sonucunu ise beni anlamsızlığa götürüyor yani ebter hale geliyor.Bende sonsuzluk hissi var ve fakat ben sonluyum.Kainatı seviyorum ailemi arkadaşlarımı seviyorum ; ama hepsinden ayrılacağım.Bu durumu dikkatli bir şekilde kafamı kuma gömmeden düşündüğümde ancak delirmek ya da sarhoş olup bu halden uzaklaşmam gerektiğini görüyorum.Her şey anlamsızlaştığı için ebede namzet latifelerimi öldürüp onları ebter kılıyorum.

  • Allah razı olsun müthiş açılımlara vesile oldunuz.  Benim alemime gelen efendimiz( a.s.m)  kainatın çekirdeği olduğundan bu kainat ağacında tecelli eden esma ve bu kainat ağacının meyvesi  olan insanın mahiyetine koyulan çekirdekler ve bunların burada şahitlik,nezaret,dellallık.. vazifesiyle açılacak duruma getirilip ahirette ebedi esmaya ayinedarlığını devam ettirmesini kevser olarak efendimize vermesini anlıyorum. Enaniyetle vücut ademe gideceğinden,ayinedarlığını bilmemek, efendimize düşmanlığı taşıdığından ademe gider. Ebteri de böyle ilham etti…

  •  Kâinata ve hadiselere “manayı harfi” ile bakmanın neticesi “Kevser”, “manayı ismi” ile bakmanın neticesi ise “ebter”.

  • İnsanların bu konuları tartışmaları şu devirde sevindirici bir olay keşke insanlar sanal odalarda abuk subuk şeylerle meşgul olacaklarına böyle varolma sebebini idrak ederek daha anlamlı şeyler yapabilseler. Ama maalesef özünden uzak meşguliyetler sanal alemde daha fazla gibi… Hangi sayfayı açarsam açayım hemen bir davet var. Nereye? Ateşe. Nereye? Hep şeytani şeylere… Hiç doğruya güzele iyiye davet görmedim desem yalan söylemiş olurum ama yetersiz. Belki hatalı konuşmuşumdur, Allah günahlarımızı affetsin…