108:3. “Ebter (soyu kesik olan) olan, senden nefret edendir.”
Mesajı reddeden her kimse sonsuz (Kevser) nimet ve merhametten mahrum yani ebter durumundadır. Bu kimin tavrıdır? Bu tavır, her insanın gaflete düşen ve bu evrenin geçiciliğini kabul etmek istemeyen yanını temsil eder. Daha çok “kötüye hükmeden nefis” olarak anılan böyle bir tavır takınmak, bu evrenin sunduğu gerçekleri ya inkâr etmek ya da gaflet nedeniyle aldanmak demektir. İnsanın burada faniliği tadan ve anlam arayan bir yanı ile sonsuz nimetlerin Kaynağını tanımak isteyen diğer bir yanı vardır. Bu yan, aslında buradaki gerçeğin ne olduğunu ve kalbin gerçekten ne istediğini bilen insan vicdanıdır. Görünüşe göre insanın bu iki yanı her zaman birbiriyle çatışıyor. Bencil taraf ya da “azgınlaşmış nefis” her zaman anlık zevkler yani nefsani arzular ve hayvani isteklerin tatmin edilmesi, moda, eğlence, dedikodu ve kendisini doğrudan ilgilendirmeyen sosyal olayların takip edilmesi gibi şeylerle meşgul olmak ister. Bu noktada vicdan yenilir yani akıl ve kalp ezilir. İnsanın, bu kâinata muhatap olması için iki yanına da ihtiyacı vardır. İnsan, kendine sunulan çeşitli seçeneklerle hür iradesini kullanmalıdır. Hakikati batıldan ayırmanın tek yolu budur. İnsanın görevi, batılın yanlışlığını kavrayarak hakikatin gerçekliğini onaylamaktır.
Bu dünyada yapıp ettiklerimizin hepsinin ebediyen yok olmasını ister miyiz? İnsan bunu kabul edemez. Bu nedenle, insani özelliklerimizi kullanarak yaptıklarımızı anlamlı hale getirmek için Varlığımızın Kaynağı ile irtibat kurarız. İnsaniyetimizle çelişmemek ve tutarlı olmak için ebedi isteyen duygularımızı Ebedi Olanla tanıştırmalıyız.
Kişiler hakkında kesin hüküm bildiren kelimeler kullanmaktan her zaman kaçınmalıyız. İnsanlar değişir ve hayatlarında bazı gerçekleri fark ettikleri anlar olabilir. İnsanların felaket diye adlandırdıkları hastalık, ölüm ve gelecek endişesi gibi bazı yaşantılar gerçeği aramanın yolunu açar. Sanki karanlık bir odaya bir ışık girer gibi ortam değişir. Medyada açıkça Peygamberin mesajıyla alay eden insanların, gece yalnız kaldıklarında gerçekten ne hissettiklerini bilemeyiz. Kur’an mesajı söz konusu olduğunda, Kur’an’ın belirli tutumları veya insan gruplarını tam olarak nasıl tanımladığını asla söyleyemeyiz. Kur’an, siyah beyaz terimler veya derin misaller kullanır. Bu siyah ve beyaz terimler, iki alternatifin nihai uçlarını temsil eder. Asla iki kutup/seçenek arasında kalamayız. Aynı anda ikisine değil, uçlardan sadece birine doğru giden yolda olabiliriz. Kur’an’ın amacı insanları suçlamak değil, metinde anlatılan tavırların, tutumların benim tarafımdan da gösterilebileceğini ve bu yüzden kendime dikkat etmem gerektiğini öğretmektir. Örneğin, Kur’an’da Tevrat ile ilgili her şey reddedilemez, doğrusu var, yozlaşmışı var. Tevrat’ta nur ve hidayet var denir. Tevrat’ın takipçilerinden olmadığımızı iddia ederken, onun takipçilerinin yozlaşmış tutumunu sergilemiş olabiliriz.
Zaman zaman bir müminin vasıflarının gereklerini yerine getirmekte başarısız oluyor muyum? Evet. Kur’an’ın mümin hali olarak tanımladığı şeyin aksini mi yapıyorum? Evet. Peki, ben mümin değilim diyebilir miyim? Hayır. Ben hata yapan, yanılan bir müminim. Örneğin, acıkıp yemek yediğimde genellikle başka şeylerle meşgul olup bu yemeğin Allah’ın ikramı olduğunu yemeğin sonunda elhamdülillah demiş olsam da pek aklıma getirmem. Yemek bitti ve ne yaptığımın farkında bile değilim. Neler oluyor? Benim yemek yeme fiilim kesintiye (ebter) uğradı, sonuçta bir meyve vermeden midemde kaldı, kalbimde ve zihnimde bir iz bırakmadı. İnkâr etmemden dolayı değil, yaptıklarımın farkında olmayıp manasını düşünmediğim için bunu yaşadım. Yemeğin kendisinden herhangi bir fayda beklememeliyim çünkü o bana fayda sağlamak için hazırlanmış bir varlıktan başka bir şey değildir. Yemek, onu benim için var eden Yaratan’ın sonsuz bolluk (Kevser) ve bereketinden sadece bir örnektir.
Bütün varlıkların Varlık Kaynağı olan Allah’a güvenmek yerine varlıklardan yardım uman insan, onlara saplanıp kalır. Varlıkların ötesine geçemeyip geçici tatmin (ebter) peşinden gittiği için sonsuz tatmine (Kevser) kavuşma fırsatını kaçırır. Varlıkların ebedi olana açılmak için birer vesile olduğunu göremez. Buradaki her şey, sonsuzluğa açılan bir penceredir. Yani varlıklar, Sonsuz Varlık Kaynağını tanımak için birer vesiledir. Bunun farkına varan bir insan, dünyada her ne yaparsa yapsın mutluluk duyar. Dünyada yaratılan her şey, onun Varlık Kaynağını tanımaya aracılık yapar. Bu bilinç ve farkındalığa ulaşamayan bir insan, varlıkları sadece geçici itminan (ebter) için kullanmış olur.
Bir insan, diğer bir insanı sevmiyorsa, görünüşünden dolayı değil daha çok görüş, düşünce ve inancından dolayı sevmez. Başlangıçta bu ayet peygambere (SAV) indirildiğinde ondan nefret edenler, aslında mesajın içeriğine karşı gelerek fenalığı (ebter) seçenlerdi. Bu ayet insana, bencil tarafının geçicilik ve fenalığa çağırdığını hatırlatıyor. Anlık zevk veya ebter olanın insani düşürdükleri çıkmazlara karşı dikkatli olmaya çağırıyor. Kendisine sonsuz rahmetle muamele edildiğini fark eden bir insan, ebedi olana ulaşma gayesinden uzaklaşmaz. Ebedi gayeye ulaşmak ümit edilir ama bu kendi gerçeğini kabul etmeyip kendisinin varlığını tesadüfe dayandıranlar için gerçekleşmez. Bu süreçte yaşananlar şöyle sıralanabilir:
- Bir insanın, hayatında kendisine verilen her şeyin yaratmadaki sonsuz rahmet ve bereketin temsilcisi olduğunu fark etmesi iyi bir durumdur.
- İnsan Ebedi Olanla bağını keserse dünyanın anlık, geçici lezzetlerine boğulur ve sağlam bir bilinçle kazanılabilecek olan ebedi itminan duygusunu kaybeder.
- Ebedi Olanın farkında olmayan bir insan her zaman çıkmazlar içindedir (ebter) ve ne kaybettiğini düşünmemeye çalışır ve fakat insani duygularını kendisini tatmin olmadıkları için devamlı ikaz eder. Geçici zevklere odaklanarak ebedi isteyen insani yönünü iptal etmiştir. Bu noktada ebedi olanın bir hüsnükuruntudan ibaret olduğunu söyleyenler, aslında inkâr tavrı takındıkları için ruhen ebedi huzur ve mutluluğu tatmamış olanlardır.
İnsan, kendi içinde gerçekleşen ve yaşanan bu durumları dikkate almalı ve düşünmelidir. Bu dünya, insanın başka bir yaratmaya olan susamışlığını artırır. Bu dünyadaki geçicilik zindanından dışarı çıkabilen insan, Ebedi Olana kavuşmaya namzet olur. Dünyadaki sınırlı zevk ve lezzetleri tahkim etmekle uğraşan bir insan, dünyadayken ebedi lezzeti tadamaz. Bu ayetin öğrettiklerini pratik biçimde şöyle uygulamak mümkündür:
Örneğin, yediğim bir çileğin maddi tarafını atayım, geriye ne kalır?
- Tat
- Koku
- Vitaminler
- Gıda
- Çileği Yapanın özelliklerini taşıyan mesaj
- Çileği bir Yapan olmalıdır. Çileği Yapan, çilekle benim aramda tat alma, hoşlanma ve yemek gibi fiilleri de kasıtlı olarak yaratmış olmalıdır.
Çilekte sergilenen özellikleri görmek gerek. Tıpkı bir sanat eserinde sergilenen sanatın, eserin maddesinden daha değerli olması gibi bir durum var.
- Benzer biçimde, Kur’an’ın getirdiği mana da kıraatinden daha değerlidir.
Kâinat, Yaratıcısının özelliklerini ortaya çıkarmak için vardır. Gizli bir hazine gibi bulunmak isteyen Yaratıcının özelliklerini tanımak ve ortaya çıkarmak için bu yaratılışı kullanmak gerekir. Yaratanın tüm özellikleri, insanın içinde sınırlı olarak tezahür etmiş biçimde yansıtılır. Bu özellikler, tıpkı bir sanatçının sanat eserine yansıyan sanatsal özellikleri gibidir. Bir aynanın nesneleri yansıtması gibi, onların özellikleri de yaptıkları sanatın aynasında yansır. Hoş olmayan bir şey görmesi durumunda insanın kendini gözden geçirmesi gerekir, zira aynaya yansıyan onun kaynağının özelliklerini sergileyen yönünden daha çok kendi geçici beklentilerinin anında gerçekleşmemiş olmasından dolayı yaptığı olumsuz yorumlarıdır.
• İnsan, kendine gelmeli ve maddi olanın ötesine geçerek varlığının anlamını kavramalıdır.
•Yaratıcısının özelliklerini bilmek istiyorsa, bencil arzularını/beklentilerini bu dünyanın maddi yapısından koparmalıdır, çünkü beklenti tek başına var olamaz, o beklenti duygusunu var eden başka bir şeye bağlıdır.
İnsani beklentilerimizdeki ebedi tarafı görüyor muyuz?
Görmemiz lazım. Böyle bir şey olmalı. Gündelik hayatta geçici şeylerle uğraşıyoruz. Ama maddi olanın ötesine geçebilirsek ebedi tarafı görebiliriz. Ebedi isteyen insani özelliklerimize bakalım. Her zaman ebediyeti isteriz. Buna nasıl ulaşabiliriz? İnsan yanımız, bu kâinattaki hiçbir şeye aidiyet hissetmez. Ebedi ister. Ebedi olma arzusuna cevap bulabilirsek kâinatın gizli hazinesini de keşfedebiliriz. Yalnızca bedenimiz bu dünyadan tatmin bekler, yemek, içmek, nefes almak gibi.
• Yaratanım gizli bir hazinedir ve O’nu tanımam için beni yarattı.
• Ben sadece Yaratıcımın özelliklerini yansıtan bir aynayım.
Sonuç olarak, bu evrenin geçici şartlarıyla kayıtlı kalmamak lazım. Daima her şeyin ebedi tarafını görmek gerekir. Hepimizin hayatta eğlenmeye ve zevk almaya ihtiyacı vardır. Bu arzuyu, Ebedi hazzı yaşamak için kullanmak yerine onu maddi şeylere hapsedip, “Bunu istiyorum, şunu da tatmak istiyorum vb.” diyoruz. Ebedi Mutluluğu bir şeyin kutuya benzeyen maddi varlığının içine saklayıp, kilitlemekten kaçınalım.
İman eğitiminin gayesi insanı, insanlık dışı davranışlar göstermekten korumaktır. Bu kâinatın hazinesinde ne olduğunu, yani hazinenin Varlık Kaynağını bulmak için hazineye bakmak lazım.
- Kutuyu açıp gizli hazineyi görmemiz gerekir.
- İsrailoğullarına (Peygamberlere tabi olan herkese) toprak vaat edilmesi ne demektir? Zaman zaman mesaja uymakta sendelesek de niyetimiz peygamberlere tabi olmaktır. Bizim için “vaat edilmiş topraklar” tabi olduğumuz Peygamberin getirdiği mesajdır. Mesaj ise ebedi mutluluk diyarını yani Firdevs Cennetini müjdeler. Peygamber mesajına kulak veren kimse için “vaat edilmiş toprak” ancak insani duygularımızı tatmin eden bir yer olmalıdır, ki bu ancak ebedi mutluluğun yaşandığı yer olabilir: Cennet. Kur’an bize vaat edilmiş yerin ancak Cennet olabileceğinin haberini verir:
“Onlar, “Bize verdiği sözü yerine getiren, bizi dilediğimiz yerinde konaklayacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İman edip iyi amelde bulunanların ödülü ne güzelmiş!” derler” (Zümer, 39: 74).
Kendimizi sadece bedenden ibaret göremeyeceğimize dair kesin bir anlayışa ulaşıp karar vermeliyiz. Kutuyu açarsak yani maddiyatın ötesine geçersek sevdiğimiz özelliklerin, yani Ebedi Mutluluğun tüm yansımalarını göreceğiz. Bu nedenle Kur’an, kutuyu açmanın hatırlatılmasına vurgu yapar, çünkü hatırlatma fayda sağlar.
• Umutlarımı bu evrene gömmemeliyim.
• Ben ebedi (Kevser) şefkati seviyorum, geçici olanı (ebter) değil. Beni var eden böyle var etmiş ve bu duygu Onun vaadidir. Bu vaade hıyanet edip, inkâr etmemeliyim.
• Örneğin, şefkatin kaynağı bir insana atfedilirse o insan öldüğünde şefkat de kaybolur.
Neden her bir duygumuz sonsuzluğu arzulayacak şekilde yaratılmış? Biz Ebediyeti kendi başımıza temin edebilir miyiz? Hayır, ama bu arzumuz verilmiş. Duygularımızın her birinin tamamen tatmin olmasını istemez miyiz?
İnsanlar, bilimin ya da evrim sürecinin sonuna kadar beklememiz için bahaneler üretiyorlar, çünkü şu anda olayların nasıl olduğunu tam olarak açıklayamıyorlar. Döngüsel bir akıl yürütmeye takılıp kalmak yerine, nasıl olduğumuzu düşünelim: “Sonsuzluğa ihtiyaç duyan insani duygularım var. Ne bedenim ne de evren bu ihtiyacı karşılayamıyor ama bana sürekli bu ihtiyacı hatırlatıyorlar”. Bu evrendeki her zerrenin uymakla yükümlü olduğu düzen, sonsuzluğun Kaynağı olamayacağını göstermektedir. Düzenin kendisi sürekli değişime tabidir ve her an varlık verilmesi gerekir. Varlığı kendinden değil. Sonsuz mutluluk ihtiyacımızı karşılamak için bu dünyadan neyi bekliyoruz?
• Mutlak Ebedi Varlık olarak Varoluşun Kaynağı ile benim Ebedi Olana muhtaç olmam arasında mükemmel bir ilişki vardır. Bu ilişki zıt yönde ve iki taraflıdır. Mıknatısın zıt yönlü iki kutbu gibidirler. Biri Ebedi Varlık Kaynağı diğeri ise Ebediyete muhtaç olan insanın varlığıdır. İki zıt kutup birbirini çeker.
• Bu nedenle, insanın ebter (sadece geçici dünya zevkleri) yerine Kevser’e (ebedi zevk) yönelmek için kendisini eğitmesi gerekir.
• Hak, batıl ile karşılaştırıldığında çok açıktır. O halde insan hakikate, yani Kevser’e giden yolda olmalı.
İnsan, kendi gerçekliğinin farkında değilse, bu evrenin Yaratıcısının gerçekliğinden haberdar olamaz. Bu nedenle, önce kâinatı kimin yarattığını değil, kendi varlık kaynağını düşünmelidir. İlk adımda insan, “Ben kimim, nasıl var oldum ne istiyorum ne arıyorum ve neden arıyorum?” gibi soruları kendine sormalı. İnsanın bedeni yani maddi tarafı aynanın camı gibidir. Cam olmadan aynada görüntü olmaz. Camın dışında da gerçek bir varlık olmadan camda yansıma olmaz. Bir sanat eserinin maddi varlığı olmadan, o maddeden sanat çıkmaz. Sanatçı ve onun sanatı olmadan da maddede bir sanat görünmez. Maddi tarafımız, ebedi olanı yansıtan yerdir. Böyle bir yaklaşımla, genellikle ihmal edilen nefis eğitimi yapılabilir.
Kendini bilmeyen, Yaratıcısını hiç bilemez. Bu mantıki bir ilkedir. Kendimizi kültürün içinde kaybetmeyelim. Her şey için Ebedi zevke ihtiyacımız var. Örneğin, sonsuz bir şekilde görebilmemiz gerekir. Kendimizi kontrol edelim. Hayatımızın herhangi bir döneminde kör olmak ister miyiz? Gençliğimizi ebedi biçimde kaybetmek ister miyiz? Bu dünyada yaşlanıp da hiçbir şey yapamaz hale gelmeyi kim ister? Ebedi mutluluk istiyoruz. Bunun işaretlerini (ayetlerini) kendi içimizde ve dünyada arayıp bulabiliriz.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Chapter Abundance (Kawthar) – Part 3 –02/27/19” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.