Usûle Dair Kur'an Okumaları

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-3

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-3 | Ha-Mim

Kur’an’ın hedefi, insanları eğitmek, önce onların varlık amacını öğretmek için, ‘’Bu kainat niçin var? İnsan neden sayısız duygularla donatılmış? Akıl almaz detayları ile beraber mükemmellikte yaratılan her şey er-geç sonunda ölüme mahkum ediliyor? Bu çok anlamlı ve hikmetli yaratılış neden sanki bir yokluğa gönderiliyormuş gibi değersiz muamelesi ile sonuçlanıyor. İnsan yıllarca eğitilip genç ve dinamik, hayatın lezzletlerini tam tadacak hale getiriliyor, hayatı seviyor, genç birisi öldüğü zaman hepimiz üzülüyoruz, fakat bu genç hemen arkasından yaşlandırılmaya başlıyor, gençliğin tadı damağımızda kalıyor ve bir türlü doyuma ulaşmadan gençliğimiz elimizden alınıyor. İnsanın bedeni ihtiyaçları karşılandığı halde, sonsuz mutluluk için çırpınan hiçbir duygusu tatmine ulaşamıyor. Sonu gelmez bir şekilde daha çok elde etme çabası ile kazandıklarımızı, sahip olduğumuz için sevindiğimiz malımızı, mülkümüzü, sevdiğimiz çocuklarımızı, akrabalarımızı, dostlarımızı geride bırakıp elimiz boş bir şekilde kabre gömülüp çürütülüyoruz. Çok anlamlı gördüğümüz ve sevdiğimiz dünya, anlamsız hale getiriliyor. Kimi insanlar başkalarının hakkını yiyor, bazen hırslarına kapılıp ‘ben güçlüyüm’ iddiasıyla belki binlerce insanın canına kıyıyor, kimileri de hiçbir varlığın hakkına tecavüz etmemek için bütün fedakarlıklara katlanıyor ve fakat sonunda herkes ölüp sanki eşit durumda bir sonuçla karşılaşıyor! Nedir bu çelişkilerin sırrı?” gibi sonu gelmez soruların cevabını vermek için en basit örneklerle insanlara muhatap olan, tarihte yaşanmış olayları da insanlara sunarak, insanların duygularını eğiten ve insanın çözemediği bu soruların cevaplarını, yaşanmış peygamber menkıbeleri ile tekrar tekrar hatırlatarak vermek için % 97’sini iman eğitimine ayıran Kur’an’ı, maalesef yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız materyalist dünya görüşüyle beyni yıllar boyunca yıkanmış insanlar sanki Kur’an’ın cevaplarıyla kendilerini eğitmiş, onu anlamış gibi davranıyor. 

Kur’an’ın eğitiminden geçmiş insanlara, pratik hayatlarında uygulamaları için verdiği tavsiyeleri, seküler kafa ile, seküler toplumun düşünce yapısı ve değerleri üzerinde uygulamaya kalkıyor. Kur’an’ın ancak % 3 ünü oluşturan fıkhi hükümler içeren ayetlerin içeriğini Kur’an’ın neyi niçin söylediğinden hiç de haberi olmadan, ‘’Olacak iş değil bunlar!’’ diye sesini yükseltiyor. Böylesi temeli olmayan itirazlara cevap vermek mümkün mü? Ancak o kişiye, ‘’Sen önce git, kendinin kim olduğunu düşün, kafandaki seküler dünya görüşünü temelinden kazımak gerektiğinin farkına var, şartlandırılmış olduğunu anla,” denilebilir. ‘’Ama ben Müslümanım’’ diye iddianın arkasına sığınma. Kur’an’ı ne kadar iman eğitim kitabı olarak çalıştığını, Kur’an hakkında yapılan yorumların hangi dünya görüşüne göre yapıldığını sorgula. Hayatında Kur’an’ın ana maksadı olan iman esaslarının eğitimine girmek için ne kadar zaman harcadığını sorgula vs’’ denir. ‘’Kur’an’ın yalnız %3’lük kısmını çalışıp, onların geri planını oluşturan iman esaslarının insanı nasıl terbiye ettiğine dikkat etmeyip bu konuda kendini uzman ilan edenlerin videolarını seyredip papağan gibi onların dediklerini tekrar edip durma lütfen’’ denir.

Acaba kilit mi bozuk, yoksa anahtar mı çarpıtılmış? Buna dikkat etmemiz lazım. Anahtarımızın düzgün olması, temellerin doğru ve insani bir zemine oturtulması için insaniyetimize (duygularımıza) en uygun olanı teklif eden Kur’an’ın iman eğitimini nasıl yaptığına dikkat ederek elimizden geldiği kadar ilgili ayetleri çalışacağız. Şimdi ise üzerinde çalıştığımız ayetteki ‘’kayyım’’ kelimesinin vadettiği nedir? sorusunun cevabına geçiyoruz: 

قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَد۪يدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًاۙ

“[Bu] dosdoğru ve dolambaçsız [kitap, inkarcıları] O’nun katından zorlu bir cezayla uyarmak ve dürüst, erdemli davranışlarda bulunan müminlere hak ettikleri güzel karşılığı müjdelemek içindir,” (18:2)

لِيُنْذِرَ  Uyarmak için kelimesinin aslı “tedbir için hatırlatmak” demektir. Bir anne çocuğunu, bir öğretmen öğrencisini uyarır. Yaratıcı da kıymet verdiğini uyarır. Bunu unutmamak lazım. 

بَأْسًا شَد۪يدًا  şiddetli bir kötülük demektir. Yani insanın sevmediği bir şeydir. Buna ceza derler. Mesela hapishane için ceza dediğimiz kavram o kişinin orada istemediği, sevmediği bir halde muhafaza edilmesi, özgür halinden mahrum kalması, arzularının gerçekleştirilmediği bir duruma mahkum kılınması anlamına gelir. 

Kur’an bu uyarıyı cehennem diye adlandırır. Cehennemi bu dünyada hem bedenen hem ruhen hissedebiliriz. “Bak, benim sana söylediğim tavsiyeler her dönemde geçerli, tarihi geçmiş bir rehberlik yapmıyorum sana. Kendini bozup da beni yanlış anlama sakın. Cüzi iradeni kullanırken kendinin niçin bu dünyada yaratılmış olabileceğini sorgula ve ona göre tercihlerini yap. Yalnızca kaprislerini geçici dünya şartlarında tatmin etmek için çalışarak istikametini değiştirip çarpıtma, değilse kendini çok büyük zararlar içinde bulursun,” diye uyarıyor. 

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-3 | Ha-Mim

Şimdiki yaşadığımız dünya hayatında, biliyorsunuz, psikolojik bozukluklar, biyolojik hastalıkların sebebi olabiliyorlar. Doktorlar hastaya daha sakin, daha kendi içinde tutarlı, daha mutlu bir hayat yaşamanın yoluna bak diyor. Peki tamam ama bunu nasıl mümkün kılacağım? Bunun üzerine psikologlara gidiyorum ve onlar da bana yatıştırıcı tavsiyelerde bulunup eğer geçici çarelerle kendimi kandıramaz veya avutamazsam antidepresan veriyorlar. O yaşadığım olayların mânâsını göremediğimden, o yaşadığım olaylardan huzur alamıyorum, rahatsız oluyorum. Yaratıcımla iletişime geçip “Bu dünyada Kendisinin varlığına bütün eşyanın varlıklarında yansıyan/gösterilen Yaratıcılarının özellikleriyle Kendisini bana tanıtan Yaratıcım! Bana bu olayı benim eğitimim için vermiş olman gerekiyor. Öyleyse ben buradan nasıl bir ders almalıyım?” diye beni yaratan ve dolayısıyla beni en iyi anlaması gereken Yaratıcıma sormak yerine, O’nun yarattığı evrendeki başka başka şeylerle kendimi avutuyorum.

Yaratılmış halimin gerçekliğini kabul edip Yaratıcımla canlı bağlantıya geçmek varken, Yaratıcımın tavsiyeleri yerine geçici çözümler öneren psikologlara gidiyorum.

Kur’an’ın benim fıtratıma, duygularıma göre rehberlik yapması gerekir çünkü benim kullanım kılavuzumdur. Dolayısıyla Kur’an’ın, benim için en değerli ve faydalı bir “psikoloji kitabı” olarak, bana beni tanıtan ve bana verilen özellikleri en verimli şekilde kullanmama yardımcı olan özelliğinden yararlanmalıyım. Kendimi şartlandırmadan, bir şey kafama yatmadığı zaman, “Acaba ben mi çevrenin etkisinde kalarak şartlandım? Düşünme kapasitemi düzgün kullanamaz hale geldiğim için mi yanlış anlıyorum? Yoksa bu kitap mı yanlış?” ihtimallerinin birincisine, “ben mi kendimi şartlandırdım?”ı koy, iyi bak, dikkat et, fıtri halini bozduğun zaman, makineyi bozmuş kendini cezalandırmış olursun. “Seni şu anda olduğun gibi yaratan bu evrenin bir Sahibi var. Sen eğer elini kesersen, kan akacak, acıyacak, acıyı hissedeceksin, yaşayacaksın’’ diye koyduğu kurallarla seni eğitiyor. “O yarayı seni rahatsız edecek şekilde yarattım ki, yanlış tercih yaptığının farkına var ve vazgeç. Şimdiden bıçağı dikkatli kullan, elini kesme,” diye uyarıyor beni.

وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًاۙ

‘’ve dürüst, erdemli davranışlarda bulunan müminlere hak ettikleri güzel karşılığı müjdelemek içindir,” (18:2)

“Eğer yaratılış maksadınıza uygun tercihler yapmak isterseniz, ben size o yaratılış maksadınıza uygun doğru tercihler yapacak anlayışı ve yapacağınız işleri bildireceğim, bildiriyorum.”

Yaratılış maksadımıza uygun iş yapmayı tercih edersek, fıtratımıza uygun davrandığımız için memnun oluruz çünkü bize yapılan uyarıları dikkate alıp bize verilen bedeni kullanım kılavuzuna göre kullanmaya çalışırız. Böylelikle makinemiz huzurlu şekilde bizimle beraber devam eder, biz de hayatımızdan memnun oluruz.  

“Devrin şartları gereği fıtri olarak değişen yaratılışa (insanların uydurduğu gerçek dışı yorumlar değil) göre uyarlanabilir kurallar koyuyorum. Sabit kurallar değil. Ayarlanabilir, uyarlanabilir, esnek kurallar koyuyorum,” diyor. Rasulullah’ın da hayatında esnek uygulamalar görüyoruz. O örneklerden faydalandığımız zaman kendimizi fıtri olana uyarlarız. Ancak Kur’an bir şeyi garanti etmiyor: sen yaratıcısı olmadığın fıtratını bozup, “ben niye bedenimin üzerinde bir yetkiye sahip olamayacakmışım!” diye bir iddiada bulunduğun zaman da ‘’git ameliyat ol, erkek ol, kadın ol, cinsiyetinin tersi ne ise, onu da seçebilirsin, fakat unutma ki faturası sana çok ağır olur,’’ diye de ikazda bulunuyor. Ben Yaratıcımın değil de kendi şartlanmalarıma göre aldığım kararı uygulayacağım dersen “telefonun içindeki çipi kafama göre değiştirsem ne olur?” düşüncesiyle aynı mantıkta ilerlemiş olursun. Aynı şekilde kompleksler içerisinde, “Benim telefonum bozuldu başkalarının da telefonu bozulsun, başkaları da benim gibi olsun,” diye baskı yaparak, ‘’beni olduğum gibi kabul et’’ diye zorlarsın.

Sen kendi fıtratını saptırmışsan ben neden senin saptırıcılığını olduğun gibi kabul edeceğim? “ama sen benim özgürlüğüme karışamazsın,” diyebilirsiniz. Bu gibi durumlarda beni dinlerseniz konuşurum. Yoksa benim sana bir şeyler anlatmam iki taraf için de bir şey ifade etmeyecek. Hakka talip olanlara tebliğ et diyor Allah Kur’an’ında. Ayrıca Allah’ın Rasulu de hayatıyla bize bunu öğretiyor. İnat edenlere biz bir şey yapamayız, kendimizi ne zannediyoruz? Biz isteyene konuşmalıyız.

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ

“sen onları [inanmaya] zorlayamazsın.” (88:22)

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ

“[İnsanların bir kısmı, ulaştırdığın mesaja] inanmıyorlar diye [üzüntüden] neredeyse kendini tüketeceksin!” (26:3)

اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

“Gerçek şu ki, sen her sevdiğini doğru yola yöneltemezsin; fakat Allah’tır, [yönelmek] isteyeni doğru yola yönelten; ve yine O’dur, doğru yola girecek olanları en iyi bilen.” (28:56)

O insanlar bir hatanın içine girmiş, duyguları o hatanın içinde boğulmuş olabilir. Ancak bakıyoruz ki o halini zorla empati ettirmeye çalışıyor. Neden? “Sen de benim gibi sana verilen makineyi bozarak boğul, beraber boğulursak o zaman benim boğulmam normalize olur. İşte ancak o zaman ben yanlış bir şey yapmadım,” diyebilir o kişi. Peki, herhangi bir çözüme ulaştık mı? Hayır. Sadece yazılımlarımızı donanımsız bırakıp işlevsiz hale getirip kendimizi ve başkalarını boğduk. Bunun kime, ne faydası var? 

Herkes şu anda değerli olmak istiyor. Sosyal medya insanın bu zafiyetini kullanarak attığın fotoğraflarla, gittiğin mekanlarla, insanların beğenileriyle değerli olursun mesajını direkt olarak söylemese de yaptığı arayüzlerle belli ediyor. Beğenilirsen, kabul edilirsen, kendinin diğerlerinden üstün olduğunu gösterirsen toplumda değerli olursun vs. Bir insanın psikolojisinin bozulmasında etken olan faktörler konuşulmaya başladığında üzerinde konuşulan en temel duygunun değerlilik duygusu olduğu fark edilir. Doğrudur. İnsan değerli olmak için yaratılmıştır. Bu nedenle Kur’an, insanın gerçek değerinin farkına varması için rehberlik yapıyor ve bunun farkındalığını bize haber veren şu ayetiyle ifade ediyor: ‘’Gerçek şu ki, Biz insanoğullarını üstün ve onurlu kıldık; karada ve denizde onların ulaşımını sağladık; temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk.’’ (17: 70)

Toplum normları sürekli değişiyor. Bu şekilde Kur’an derslerine katılıp da toplum içine girdiğimiz zaman yabancılaşmış veya uzaylı gibi hissediyor olabiliriz. Ancak daha sonra okuduğumuz hakikatlerin esnekliğini duyunca, herhangi bir ortama katıldığımızda ‘o ortamın ortalaması neyse biz de çok aşırı yabancı kalmayalım. Ortama ayak uydurup dahil olabiliriz. Sonuçta dinimiz bize esnek sınırlar tanıyor,’ diye bir düşünceye sahip olabiliriz. Ancak din pratik uygulamalarda esneklik tanıyor derken ne kastediyoruz? Ben bu esnekliği neye göre yapacağım? 

Mevsimine göre farklı renk ve kalınlıkta kıyafetler giymeye çalışırız. Kışın kalın ve koyu, yazın ince ve daha açık renk elbise giymeyi tercih ederiz. Bu örnekte olduğu gibi, kastedilen esneklik fıtrata uygun olan, yaratılışa uygun olan esnekliktir. Mesela, bir hırsız gelip de size “ne var bu hırsızlıkta? Zaten bankalar hırsızlık yapmıyor mu, zaten devlet hırsızlık yapmıyor mu? Yani insanların parasını alıyor, orada burada çarçur ediyor, bu hırsızlık değil mi? Borsalar tamamen hırsızlık, kumar oynuyor. Kendisi piyasayı ayarlıyor. Hatta, öyle ki, en büyük sahtekarlık ve zulüm silah sanayiinde olur. Çünkü silahların satılması için savaş çıkartılması lazım. Şimdi, bu insanlar kendi yaptıkları şeyi meşrulaştırmışlar. Silah sanayii meşru, borsa meşru, bankacılık, faizcilik meşru olmuş. Bu kişi sana gelip de hırsızlık yapmanın doğru olduğunu kabul et. Çünkü ben hırsızlığı doğru olarak biliyorum, borsada çalışıyorum diye bize baskı yaparsa, biz “Bu kişi de değerli olmak istiyor, bu kişiye de değer verelim. Sen de haklısın kardeşim” mi diyeceğiz? 

Yani ölçülerimiz şu şekilde; sahte, suni davranışların bir değeri olmadığını bilip o konuda değer bekleyenlere, ben sana değer vermek isterim fakat senin anlayış ve davranışlarına değer veremem kardeşim, sen kendine dikkat et. Dinlemek istiyorsan konuşuruz. Dinlemek istemiyorsan, benim görevim dinlemek istemeyene zorla konuşmak değildir. Bu fıtri değil. Allah insanı hür olarak yaratmış, sapıklığı (fıtri olanı saptırmayı) seçtiysen seç ama benim de bir hakkım var. Nedir o? Ben sapıklığın normalize olduğu bir toplumda yaşamak istemiyorum. Neden? Unutma benim de duygularım var. Ben de insanım, ben de etkilenirim. Yanlış bir şey yapılıyor ve fakat kimseden tepki gelmiyor ise, bu olay normalize olmuş demektir. Benim de duygularım zamanla törpülenebilir, buna karşı benim elimden geldiği kadar mücadele etmem lazım. Bunu yaparken o kişinin kafasına vurmak değil, bunun yanlışlığını ortaya koymam lazım. 

Kur’an çok yerde münafıkları doğru olan ile yanlış olan arasında bocalayıp duran, bazen doğruda bazen yanlışta karar kılan kimseler olarak tanımlar. Yanlış olanı seçtikleri zaman da küfür hali olduğunu bildirir. Zahiren kişi olarak bizzat hedef gösterip konuşmaz. İnsan ilişkilerimizdeki usul açısından buraya dikkat etmeliyiz. Yani fıtri olmayan hallerin, suni olarak normalize edilmiş hallerin doğru olmadığını savunmak ayrıdır. Bir kişiye ‘sen sapıksın’ demek, demeye gelen bir davranış içerisinde olmak ayrıdır. Biliyorsunuz, Kur’an devamlı küfrün yanlış olduğunu söyler. Küfrü seçen insanları kafir olarak anlatır, ama bir kişinin ismini dahi vermez. Kur’an’ın içi iman-küfür konularını net bir şekilde ayırt etmek ile doludur. Hep ‘’kafir’’ demesine rağmen belli bir kafirden bahsetmez, kafir toplumlardan bahseden ifadeler vardır Kur’an’da. Hayır, o bahsettiği toplumlar da değildir, o bir anlatım tarzıdır. Küfrün insanlık için ne kadar yanlış olduğunu anlatır. Peki “ben bu konuda böyle düşünmüyorum,” dediğimde karşıdaki insanın yaratılışına değer vermediğimiz anlamına gelmez mi? O kişinin fıtri olmayan düşüncesine katılmadığımızı ve uygulamadığımızı ve uygulanmasının toplumda normalize edilmeye çalışılmasının yanlış olduğunu söylemek, o kişiyle değil direkt olarak yanlışla mücadele etmek demektir. Bizim kişilerle işimiz yoktur. O kişi o yolda gitmeyi tercih etmiş olabilir. O kendi bileceği iştir. Onun Yaratıcısı ona serbestçe tercih edebilmesi için özgürce kullanacağı irade vermiştir. Başkalarının hakkına tecavüz etmeden tercihini yapacak ve fakat normalize etmek için başkalarına kendi tercihini onaylamaları için zorlamayacak ve sonucuna da kendisi katlanacak. Biz o kişinin yaratılışında kendisine verilen iradeyi reddedersek, Yaratıcının tercihine karşı çıkmış oluruz. Bu da fıtri değildir, yanlıştır. 

Kur’an iman küfür kavgası yapar. Mümin kafir kavgası yapmaz. Peki, savaşlar ne ya? Savaşlar, benim bedenimi öldürmeye gelen, imanımı değil, imanımdan dolayı benim bedenimi öldürmeye geliyor, bunu biliyorum ama imanımı öldürmeye gelmiyor. Kılıçla iman öldürülmez, kılıçla beden öldürülür. Ben bedenimi korumak zorundayım, dünyada hiç kimse buna karşı çıkamaz. Onun için savaşlarda iman ile küfür savaşıyor demek yanlıştır. Onun için İslamiyet’te kendini müdafaa etmek için, bedenini korumak için savaşa izin vermek vardır. Bir başkasının bedenini o sana saldırmadığı sürece inançsız diye öldürme hakkımız yoktur. 

İmanla küfür Kur’an’da olduğu gibi yalnız fikir bazındadır. Ben fıtri yaratılışın bozulmasına, genlerin bozulmasına, suni gübrenin kullanılmasına, insanların duygularının suni bir şekilde etkilenerek kişilerin kişiliklerinin, insaniyetlerinin bozulmasına karşıyım. Atom Enerjisi denemeleri adı altında nükleer atıklarla, okyanusların öldürülmesine karşıyım. Nükleer istasyonların kurulmasına karşıyım. İsraf etme, israf etme, yeter! Yeni teknoloji geliştir, güneş ışığının enerjisini kullan. Neden burada yatırım yapıyorsun da orada yatırım yapmıyorsun? Biz bu bozukluklara hayır diyeceğiz. Kendimiz yapmayacağız ve anlayış itibarıyla hayır diyeceğiz. Kendi fıtratımızı koruyacağız. Utanmayacağız toplumun ve popüler kültürün gerçeği olmayan değerlerine uymadım diye. Yanlışa yanlış demek insanlığın fıtratında vardır ve insana onur kazandırır. Peygamberlerin çabasının hep bu noktada olduğuna dikkat etmemiz gerekir. Dikkatli incelersek hiçbir peygamber örneği, yanlışı onaylamadığı gibi kendi hayatında da uygulamamıştır. 

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-3 | Ha-Mim

Eğer değerli olmak istiyorsak, değerli olarak kabul görmek istiyorsak, önce kendimizin değerli olması lazım. Değerli olmak istemek ayrıdır, gerçekten değerli olmak ayrıdır. Kur’an gerçekten değerli olmayı, fıtri halin korunması, hakperest olarak güzel ameller (يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ ), doğru işler yapmayı tavsiye eder. Fıtratımıza uygun davranmışsak zaten değerimizi anlamışız demektir. Çünkü fıtratımız, yaratılışımız değerlidir, Yaratıcımız yaratmaya değer gördüğü için yaratmıştır. 

Mesela ben “toplumun benim doktor olduğumu kabul etmelerini istiyorum,” dedim diye, toplumun “bu kişi doktor olduğunun kabul edilmesini istiyor, o zaman onun doktor olduğunu kabul ederek değerli olduğunu hissettirelim,” demesi normal olur mu? Bu arkadaşı doktor olarak tayin edelim de, insanları öldürsün. Benden doktor olur mu? “Ama ben değerli olmak istiyorum, ben kendimi doktor biliyorum, öyle hissediyorum,” desem “Saçmalama kardeşim, ben seninle uğraşamam, aklını başına topla, eğitimini al, gerçekten doktorluk vasfını kazan ondan sonra bu gerçeğinin kabulünü bekle bizden,” diye karşı çıkarsınız. Değerli olmak için ekstra bir şey yapmamıza gerek yok. İnsan olalım, insan olarak yaratıldığımızın bu şekilde zaten değerli olduğumuzun farkında olalım. Değer vermediğimiz, bize göre önemli gelmeyen şeyleri yapmak istemeyiz değil mi? Peki Yaratıcı değer vermeseydi şu anda yaratmaya devam eder miydi? İyi ayırmamız lazım. Değerli olana Kuran değer vermiyor mu? İnsanı gerçeği anlama kapasitesiyle yaratan ve ona özgür seçim hakkı vererek, özgür, onurlu bir varlık olmasını sağlayan, bir de Rasulleri vasıtasıyla insan onurunu korumanın yollarını gösteren bir Yaratıcımız var. Sizce de Yaratıcının bize değer verdiği çok açık görünmüyor mu? Biz bu değerli yaratılışımızı bozacak tercihler yapar da yanlış olanı seçersek o zaman Kur’an seçiminizin değeri yok der ve ‘inkarın’ değersizliğini bildirerek vazgeçmemiz konusunda bize tavsiyelerde bulunur. 

يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًاۙ

O müminleri müjdele, onlar çok değerli kimselerdir. Çünkü onlar “يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ” iyi işleri yaparak değerlerinin farkında olan insanlardır. Güzel işler yapıyorlar çünkü yaratılışlarının güzel olduğunun farkındadırlar. Fıtratlarının gereğini yaparlar, onu bozacak tercihler yapmazlar. Ve onlara güzel karşılıklar vereceğimizi müjdele, diyerek değerli olduğunun farkında olarak yaptıkları şeyleri de değerli kılıyor. Ama kimin yaptığına değer veriyor? Fıtratını saptıranlara, sapıklara değil. 

Bir kişi diyor ki: “Ben ateistim, ve benim görüşlerimi ve dolayısıyla benim değerli olduğumu kabul et.” Kardeşim sen insansın, hürsün. İstediğini seçebilirsin. İnsan olarak değerlisin ama görüş olarak “Allah diye bir şey yok, her şey kendi kendine olmuş, ben kendimi benim istediğim şekilde kullanacağım” demeyi ben yapamam, kabul edemem. Çünkü ben eşyaya, varlıklara hakaret edemem. ‘Siz kendi kendine olmuş anlamsız varlıklarsınız,’ diyemem. Ben her bir eşyanın mânâlı birer varlık olduğunu görüyorum deme onurunu, keremini, haysiyetini korumamız gerek. “Ben bir Yaratıcının olduğunu inkâr ediyorum,” diyenler dışlanma korkusuna sahip olabilirler ancak seni dışlamaya hakkım yok. Allah seni hür olarak yaratmış. Ama ben senin, “ben Allah’ı inkâr ediyorum,” dediğin halini kabul edemiyorum, o görüşünü dışlıyorum, özür dilerim, sen de beni bu anlayışım ile kabul et, saygı göster. 

İnsanlarla olan ilişkilerimizde, kişilerin hiçbirini aşağılamayacağız, ama fıtrata uygun olmadığına inandığımız davranışları, fikirleri, küfrü de kabul edemeyiz. İnsanlara hakaret etmek ayrı konudur. Kur’an’da ‘siz de insanlara hakaret edin,” diye bir ayet yok ama küfrün yanlış olduğu, küfrü takip edenlerin yanlış yolda olduğu Kur’an’da devamlı vurgulanır ve der ki, “sen o yanlış yola girme, girenlere de öyle tutup fiziki olarak müdahale etme, uyar onları, لِيُنْذِرَ  onları uyarasın. Kendimizin yanlış yolda gitme ihtimalinin olduğunu hiç düşündük mü? Bir düşünelim. Acaba bunu yaratılışımızdaki bir gerçek olarak mı yapıyoruz, yoksa bugün moda olduğu için mi? Neden yapıyoruz? İnkârın psikolojisinde empoze vardır, buna dikkat edelim. Empoze ayrıdır, doğru olanı tavsiye etmek, tebliğ etmek ayrıdır. Bu nedenle Kur’an empozeyi reddeder, hakikatin yalnızca tebliğ edilmesini önerir. Hakikat eğer gerçekten doğruysa kişinin varlığındaki yazılımı ona kayıtsız kalamayacaktır. Bu yüzden kendimizi empoze etmeyeceğiz, ya ne yapacağız? Fikrimizin hak olduğunu, sükûnet ile takdim edeceğiz. 

Derdimiz çok, ama bu derdimizi biz önce kendi içimizde halletmeye çalışacağız. Ondan sonra toplumla olan ilişkilerimizi ona göre ayarlayacağız.

*Bu yazı serisi Hamim Youtube kanalında yayınlanan “58. Ders – Kehf Suresi 1. Ve 2. Ayetler (01.08.2023)” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.

İlgili Yazılar : İslamiyet ve Hürriyet – Prensipler , Yüzde Yüz Esmâ Tecellisi

Bölümler : 1 | 2 | 3

Yazar hakkında

Meryem Nur

Yorum yazın