Risale-i Nur Okumaları Usûle Dair

Kur’an- Kerim’deki Temsillerin Üslubunu Anlama (Muhakemat Ders Notları -1)

Kur'an- Kerim'deki Temsillerin Üslubunu Anlama (Muhakemat Ders Notları -1) | Ha-Mim

Kültür kalıplarının içerisine sokuşturulan din

Bediuzzaman Said Nursi’nin Muhakemat adlı eseri kısaca Kur’an’ı anlama rehberi diyebileceğimiz bir kitaptır. Bu eserin Birinci Makale’sinde Kur’an’ı anlamada takip edilecek usulden bahsederken, İkinci Makale’sinde ise Kur’an’ın belâgatını nasıl değerlendirmemiz gerektiği hususunda açıklamalarda bulunur. İkinci Makale’de, Kur’an’ın belâgatındaki inceliklere dikkati çekecek örnekler verilerek, bu eseri her hangi bir kitabı okur gibi okunmaması gerektiğini, belâgatının nasıl değerlendirilmesi gerektiğini vurgular.

Kur’an’ı okurken, seküler eğitimden geçmiş, Kur’an eğitimden geçmemiş kafalarla ayetlere muhatap olduğumuz için, modern kavramları ilahi kelama giydirmeye çalışırız. Kur’an’ın kendi pozisyonuna, mevkiine göre yer alan inceliklerine dikkat etmeden, sadece ilk bakışta anladığımız mana ile ayetleri değerlendirmeye kalkarız. Hatta Arapçasını ana dilinden öğrendiği şekliyle Kur’an’a muhatap olanlar yahut böyle bir imkana sahip olmayan insanlar, tercümeden okudukları cümleleri kendi kültürlerinden getirdikleri manalar ile doldurarak literal okuma yaparlar. Kur’an’ın belâgat unsurlarının yerine, yetiştiğimiz medeniyetin ya da anlayış tarzının etkisiyle tefsir yapma çabasına girdiğimizde ilahi kelamdan çok uzaklaşmış bir anlayışla karşı karşıya kalırız. İkinci Makale’nin Üçüncü Meselesi, Kur’an’ın manasını gerek mealden gerekse tefsirden okuyalım, kendi belâgat unsurlarına uygun olarak mı yazıldığını yoksa müfessirin kendi kültürünün etkisi altında kalarak mı yazıldığına dikkat etmemiz konusunda hatırlatma yapar.

Toplumlarda dini faaliyet adına kitaplar yazılır, televizyon-radyo programları yapılır. Bu programlarda din adına konuşanlar birbirleriyle çatıştırılırlar, birbirlerinin arkasından gıybet yaptırırlar. İnsanlarda dini bilgiler elde ettiklerini düşünerek bu programları dinlerler veya onlarla meşgul olurlar. Din adına kitaplar yazılır ama Kur’an’ın hakikatlerinin kaynağı yerine, kültüre yerleşmiş olanların hatırlatılması teşvikinden ibaret bilgiler yer alır. Benzer şekilde Risale-i Nur’u da kültüre yerleştirilmiş olan hakikatlerin hatırlatılması için okumak gibi çok önemli bir hatanın yaygın olduğunu müşahede ediyoruz. Halbuki kültüre yerleşmiş olan dinin yanlışlarının temizlenmesi için önce bu kültürel dine en azından şüpheyle bakılması gerekir.

Mesela İslam’da 5 vakit namaz kılmak farzdır diye duyuyoruz. Müslüman olduğunu söyleyenler de 5 vakit camiye gidiyorlar. Ama görüyoruz ki bunlardan bazıları evinde hanımıyla veya geliniyle geçinemeyen emeklilerin evden uzaklaşmak için yaptıkları bir yürüyüş haline dönüşmüş. Bazılarının da yaşlılıklarında boş zamanlarında değişiklik olması için bir sosyalleşme faaliyetine indirgenmiş bir ibadet haline gelmiş durumdadır. Kandil günlerinde ve Ramazan ayında cami cami dolaşmak veya o günlerde sadece camileri doldurmak ibadet haline geldi. Eğer insan, kültürden gelen İslamiyette duyduğu 5 vakit namazı “Bu ‘salat’ neyin nesidir?” diye aslını esasını merak edip sorgulamıyorsa, hangi kitabı okursa okusun, hangi kaynağa müracaat ederse etsin, hangi alimi veya şeyhi dinlerse dinlesin hep kendini tekrar edecektir. Şeyhi “namaz” diyecek, o kendi kültüründeki namazı anlayacak, şeyhi “oruç” diyecek o kendi kültüründe gece kalkılıp sahurda bir şeyler yiyip yatılan kültürü anlayacak. Bu kültürün içinde namaz da kılsam oruç da tutsam bunların manalarının ne olduğu, bu yaptığım işlerin neyi ifade ettiği konusunda eğitimden geçmemiş olan bizlerin en mükemmel kitabı okusak veya en faziletli kişiyi dinlesek de onları sorgulamaya almadığımız sürece o kişilerin sözlerini, kendi bildiklerimizin kalıbına oturtarak öldüreceğiz. Bütün öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz bilgileri, kendi bildiklerimizin kalıbı içinde değerlendireceğimiz için çok dikkat etmeliyiz. İnkar etmek değil ama ciddi sorgulamaya hazırlanmak gerekir.

Bir kelimenin, bir tavrın, bir objenin, bir nesnenin ne anlama geldiği, nasıl değerlendirilmesi gerektiği çok önemli bir konudur. Bu konu, Kur’an okumasında, Tevrat okumasında, bir şiirin anlaşılmasında, bir bahçeyi yorumlamakta, dünyanın düzenini anlamakta da geçerlidir. Eşyaya anlam kazandırmanın, cümleye mana vermenin esasları üzerinde çok kavga yapılır.  Bir cümlenin veya bir nesnenin ne ifade ettiğini anlamanın esasları üzerine  insanlar çalışıyorlar. İnsanların kafaları bu konularla şimdilerde daha çok meşgul olmaya başladı. Said Nursi 1905’lerde bu konulara girmişti. O zamanlarda da tabii ki bu konular vardı ama günümüzde artık çok daha fazla yoğunlaştı.

Asırlar boyunca oluşan geleneksel İslam anlayışının küflerinin silinmesi gerekir. Kültürdeki dinde yer alan “Biz Müslümanız” ifadeleri sorgulanmalıdır. Müslüman olmamız bize ne kazandırmıştır? Müslüman olduğumuzu iddia etmek imani terakkimize neler katmıştır? Hiçbir şey… Asırlar boyunca oluşan küflerin kazınması gerekir. Eski küfler kazınmadan üzerine atılan cila tutmaz, dolayısıyla o küflenmiş kelimeler silinmelidir. Küflenmiş demir üzerine atılan cila tutmaz, ertesi gün düşer. Mesela arabanın kaportası küflenmeye başladığında tamirciye götürürüz. Tamirci küfü kazımadan fıskiyeli boya atsa kızarız. Önce küfü kazımasını, sonra astar atmasını daha sonra boya yapmasını isteriz.

Avamın dinine saldırmak amacında değiliz. Risale-i Nur mesleği Müslümanların imanını tahkik etme mesleğidir. Bu da ancak küflerin silinmesiyle olur. Risale-i Nur taklidi iman nedeniyle küflenmiş anlayışlarımıza saykal vurur, yani cilalar. Bu eserlerde iki aşamalı bir eğitim tarzından geçtiğimizi unutmamalıyız. İlk aşamasında kültürdeki dinin yanlış izlerinin incitmeden kazınması yer alır, ikinci aşamasında ise onun yerine taze, yeni, gerçeği gösteren bir cila atılmasıdır.

Kendimizi muhakemeye çekmeliyiz. 20 senedir namazımı kılıp duruyorum, orucumu tutuyorum. Bunların ne olduğunu bilmeden hep takliden yapıp duruyorum. Bu durumda tabii ki namazı bırakmamalıyız ama “Kur’an-ı Kerim’de namazı emreden ayetlerde, Risale-i Nur’da namazdan bahseden yerlerde üzerinde düşünmeden yaptığım bu ibadetler hakkında gerçekten ne diyor” diye düşünmeliyiz. O anlatımların üslubunun içerisinde mütekellimin kim olduğunu tanıyacağım. Yani kim konuşuyor? Ne söylüyor? Ne maksatla söylüyor? Bana niye böyle yap diyor?

Hz. Muhammed a.s.v.’dan gelen hadiste “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi siz de öyle kılın” diyor. Hz. Peygamber, yaptığı işi zahiren mi taklit etmemizi istiyor yoksa o zahiren yapılan işin bir nefha, bir üfleme olduğunu, o üflemenin içerisinde de bir hakikat olduğuna mı dikkat çekiyor. Zahiren onu taklit etmenin bize birşey kazandırmayacağını mı söylüyor? “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi kılın” diyen kim? Resulullah, Allah’a ibadet etmenin bu dünyadaki fiziki temsilcisidir. O ubudiyetin muallimidir. Peygamber namaz kılmıştır ama “peygamber” dediğimizde neyi kastettiğimizi unutuyoruz. Ayakta durup “Allahu ekber” diyen kim? Bu nefha, üfleme, nefes nereden geliyor, hangi mütekellimden geliyor, o mütekellimin fonksiyonu, mahiyeti nedir? Namazı anlatan yerlerde bu sorulara açıklama getirenler var mı? Namazın zahiri anlatılır ama içindeki alametleri anlatan yoktur, içi kaybolmuştur. İçinin tesis edilmesi gerekir. Bu nedenle Risale-i Nurlarda ubudiyetin içi anlatılır, zahiri üzerinde durulmaz; zahiri inkar edildiğinden değil, onu herkes ezbere bildiği içindir. Risale-i Nur Kur’an’dan faydalanmanın prensiplerini verir. (Devamı)

Not. Fatma Özten tarafından hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

3 Yorum

  • ‘Hz. Peygamber, yaptığı işi zahiren mi taklit etmemizi istiyor yoksa o zahiren yapılan işin bir nefha, bir üfleme olduğunu, o üflemenin içerisinde de bir hakikat olduğuna mı dikkat çekiyor. Zahiren onu taklit etmenin bize birşey kazandırmayacağını mı söylüyor?’
    zahiren yapılan amelin içerisinde nefha veya bir üfleme olduğuna nasıl geçtik. düşünce silsinezi tam kavrayamadım.
    allah’a emanet olun.

  • Tesekkur ederim bu uzun metni okuma zahmetine katlandiginiz icin. Sorunuz da gayet yerinde.

    Hz Peygamberin kimseye, beni zahiren taklit et ve fakat neyi nicin yaptigima dikkat etme, diye bir tavsiyede bulundugunu zannetmiyorum, ben boyle bir rivayete rastlamadim. Su noktanin gozden kacmamasi gerekir. Hadis rivayetleri, ki ibadetlerin zahiri kisminin ulema tarafindan formuluze edilmesinde temel kaynak (Kur’an yanisira) olarak alinir. Neredeyse istisnasiz bir sekilde Rasulullahi gozlemleyenler, zahirde gordukleri amellerini, islerini veya sozlerinin zahirdek manasini naklederler. Rasulullah’in kalbinden, aklindan ne gectigini bilemezler ve dolayisiyla da nakledemezler. Fakat bir prensip vardir. Rasulullah Kur’an ile terbiye olunmustur. Yani bir Kur’an talebesidir. Onun davranislarinin ici Kur’an’in surekli vurgulardigi inanc esaslarina dayanir. Insanlar iman konusunda ne kadar terbiye almislarsa, zahieren yapilan nakillerinin icini ancak o kadar doldurabilirler. Ibadetlerin imana bakan, yani “ubudiyet” anlayisinin insan duygularinda karsiliginin nereye tekabul ettigini hic kimse bilemez, Allat’tan gayri. Bu nedenle, biz insanlar genel olarak Rasullah’a tabi olup, Islam dinini benimseyenler ile benimsemeyenler arasinda zahirine bakarak tavir takiniriz. Bu durum genellikle Kadilarin gorevlerini ilgilendirir.

    Eger bir kisi kendini Musluman olarak goruyorsa, o kisinin tercihinin, kendisini Musluman olarak tanimlamayanlara gore bir nedeni vardir. Yani bir tur en azindan tarafgirligi olmalidir ki, Rasulullahin tavsiyesini zahiren de olsa uygulamaktadir. Iste bu uygulamanin icinde bir tur ibadet anlayisinin kaynagi olacak imani bir tercih olmalidir. Boyle bir tercih yapmayanlar kendilerini Musluman diye tanimlamazlar ve de kesinlikle ibadetleri zahiren de olsa uygulamazlar.

    Mamafih, bizim gorevimiz yalnizca tanimlamalardan kaynaklanan bir tavir almaktir. Yani bir ibadeti yerine getiren kisinin neyi nicin yaptigina karar vermek kimsenin yatkisinde degildir, Allah’tan baska. Eger bir ibadeti yerine getiriyorsa o kisinin bir tercih nedeni olmalidir. Bu durumu ancak o kisi bilir, ben veya sen degil. O kisiyi ilgilendirir, beni veya seni ilgilendirmez. Bizim elimizde kisilerinin zahirde yaptiklari ibadetlerin bir iman sonucu oldugunu inkar edecek hicbir delil yoktur. Fakat husn-u zan edip “Imani olmasaydi boyle bir ibadeti nicin yapsin ki?” deriz husn-u zan ederiz. Kimseyi “Senin ibadetinin icinde hicbir hakikat yoktur,” diyerek o kisi hakkinda karar vermek kimseye dusmez.

    Sonuc olarak tersinden bir ornek vermek istiyorum. Yine Musluman bir toplumda yetismis ve fakat Islamiyetin hak olduguna inanmamis bir kisinin namaz kilmasi mumkun mu? Benim gozlemlerimde cevap hayir oluyor. Eger bir kisi namaz kilmayi tercih etmis ise, o kisinin bir nedeni olmalidir. O neden ise zahiri ibadetin icindeki bir hakikati icerir.

    Zaten bizim gorevimiz kendimize bakmak, baskalari hakkinda husn-u zan etmek, fakat kendimizi sorgulamak ile yukumluyuz. Hic kimse hakkinda “Bu manafiktir” fetvasi veremeyiz. Fakat kendimizin ne zaman, nerede nifaka dusme ihtimali olduguna da cok dikkat etmeliyiz.

    Tekrar tesekkur ediyorum sorunuz ve ilginiz icin.
    ali mermer

    • allah razı olsun. özellikle istifade ettiğim yerler.
      1.İnsanlar iman konusunda ne kadar terbiye almışlarsa, zahiren yapılan nakillerinin içini ancak o kadar doldurabilirler. imanımızı tahkik ettiğimiz ölçüde miraca çıkarız. yasin süresi 82. ayetin tahkik edildiği yerde bahsedildiği gibi
      2. Zaten bizim görevimiz kendimize bakmak, baskaları hakkında husn-u zan etmek, fakat kendimizi sorgulamak ile yükümlüyüz. çok ihtiyaç duyuyorum bu ihtara.