Kur'an Okumaları Usûle Dair

Kur’an Okuma Denemeleri: Maun Suresi-6

Kur’an Okuma Denemeleri: Maun Suresi-6 | Ha-Mim

Kur’an’ın tefsiri, sadece belirli bir zamana, örneğin ilk indirildiği zamana ait bazı kelimelerin o zamanda yaşayan insanların kullandığı anlamlarına indirgenemez. Kur’an’daki kavramlar, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın genel ilkelerini, tanımını ve amaçlarını o zamanın insanlarına olduğu gibi onlardan sonra gelecek olanlara da bildirmek için kullanılır. Kur’an kendini belli bir kültürün hâkim olduğu dönemde yaşayan bir insanın konuşması değil de sonsuz İlim sahibi olan kâinatın Yaratıcısının konuşması olarak takdim eder. Öyleyse, Kur’an’ın belli bir kültürün kelimelere yüklediği anlamlarla sınırlanarak anlaşılması Kur’an’ın kendini tanıtma biçimiyle çelişir. Yani tüm insanların Varlık Kaynağı onlara, kendilerinin, kâinatın ne amaçla yaratıldığını ve vahyin ne amaçla indirildiğini öğretir. Yaratıcı, insanla iletişime geçerek ona bilmediğini ve kapasitesini aşan bir hakikatin bilgisini öğretir. Kur’an, mesajını Arapça dilbilgisi kurallarıyla iletiyor. Fakat bu dil, insanların gündelik konuşma dilinden farklıdır. Kur’an’ın dili onun genel ilkeleri ve amaçları doğrultusunda anlaşılmalıdır.

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ

107:4. “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,”

Bu ayetin konusu ani bir değişiklikle öncekilerden farklı hale gelmiştir. Önceki ayetler dini inkâr etmek, yetimlere kötü davranmak, muhtaçlara ve miskinlere yardım etmede kendini veya başkalarını teşvik etmemek hakkındaydı. Bu ayet ise “vay o namaz kılanların haline” diye şiddetli bir ikaz içeriyor. Namazlarında gafil olanlara değil, namazlarından gafil olanlara hitap ediyor. Yani namaz kılma görevine dikkat etmeyenler ve namaz kılıp da neden kıldığını veya ne yaptığını tam olarak bilmeyen insanlara dikkat çekiyor. Neden ve hangi ihtiyaçtan dolayı namaz kıldığını bilmeyenler, namazın kendilerinin varlığına anlam katan boyutlarından mahrum kalırlar. Namazın, insanın varlık amacına hizmet etmesi gerekir. Nübüvvetin ikinci yılında hiç kimse bugünkü biçimiyle namazı bilmiyordu. Ayetin nüzul olduğu yıllarda bugünkü haliyle bir namaz ibadeti yoktu ama mesaj namaz kılanlara hitap ediyor. Öyleyse Kur’an’da namaz yerine kullanılan salat kavramının farklı anlamları olmalıdır.

Arapçada namaz yani salat kavramının en az üç manası vardır. Kur’an’da salat kavramı dört şekilde yer alır: Allah adına faydalı işler yapmak, birini övmek veya bağışlanma dilemek, namaz hayatının direği olarak devamlı kılmak (ikame-i salat) ve bu ayette kullanılan manadaki gibi birini, bir davranışı veya bir düşünceyi, fikri, desteklemek ve arka çıkmaktır. Bu ayetin nazil olduğu zamanda bugünkü biçimiyle namaz bilinmediğine göre, ayetin kastettiği mana tevhid fikrini desteklemek, tasdik etmek, kollamak ve onu benimsemek manasındadır. Kur’an’da ritüel manasındaki namaz için genellikle “ekimu salat” yani salatı ikame etmek (namaz kılmak) ifadesi kullanılır. Namaz kılanlara yazıklar olsun manasına gelen bu ayette tevhid fikrine gerçekten, tam manada bağlanmadan, onu savunuyor gibi görünme durumuna dikkat çekilmiştir. Bu davranış gerçek bir namaz olarak kabul edilmemiş ve ayıplanmıştır. Gerçekten tevhid fikrini destekleyenler ona uygun biçimde davranmalıdır. Yetimi, miskini ve muhtacı koruyup gözetmelidir. Her varlığı, Varlık Kaynağı olan Allah ile irtibatlandırmak için çalışmalıdır. Varlıklara Allah’ın birer emaneti olarak bakmalı ve ona göre davranmalıdır. Ayetteki “musallin” yani namaz kılanlardan beklenen budur. Aksi biçimde davrananlara ise yazıklar olsun deniyor. Takım tutar gibi bilinçsiz bir destek anlayışına karşı dikkati çekiyor.

Bu ayetin nazil olduğu zamandaki muhatapları bugünkü biçimiyle namaz kılmıyorlardı ama ayetin ne demek istediğini Hz. Peygamberin (SAV) örnekliğiyle görüyor ve öyle davranmaya çalışıyorlardı. Bu zamanın muhatapları da ayetten hissesini alabilmek için çok dikkatli olmalıdır. Ayet o zaman namaz yokken nazil olmuş biz ise namaz kılıyoruz, bize hitap etmiyor biçimindeki bir yaklaşım çok hatalı olur. Kur’an’ın genel ilkelerine terstir. Kur’an, okuyan kişiye o anda hitap eder. Ayetlerden kendisinin içinde bulunduğu şartları dikkate alarak tevhid fikrine uygun çıkarımlarda bulunmasını ister. Hz. Peygamber (SAV), içinde yaşadığı toplumda Kur’an’a nasıl muhatap olunacağının örneğini hayatında gösterdi. Bu örnekliği dikkate alarak Kur’an okumak gerekir. Hz. Peygamber (SAV) yaşadığı toplumda insanların kültürel alışkanlıklarına nasıl muamele ettiyse Kur’an’a muhatap olan bir insan da benzer şekilde kendi kültürel alışkanlıklarını ve değerlerini öylece gözden geçirmelidir. Örneğin, Hz. Peygamber’in (SAV) yaşadığı toplumda en çok ve kolay ulaşılan yiyecek hurma idi. Hurma yerken, ikram ederken nasıl davrandıysa öyle davranmak gerekir. Hurmaya Allah’ın bir ikramı olarak baktı, hürmet ederek ve Onun adını anarak yedi ve ikram etti. “Bizim Medine hurması diğer hurmalardan çok daha lezzetli, bir de sen tadına bak” diye kimseye ikram etmedi. Benzer biçimde elmanın çokça yaratıldığı bir iklimde yaşayan bir mümin ise elmaya Allah’ın ikramı olarak bakmalı ve Onun adıyla yemeli ve ikram etmelidir. Müminlerin Kur’an ve Peygamberin eğitimine girerek kendi yaşadığı kültürel özellikleri tevhid çerçevesine oturtması gerekir. Kültürel özellikler değişir fakat değişmeyen hakikat insanın ebedi mutluluk arayışıdır. Bu ihtiyacı ise ancak ebedi olan Varlık Kaynağı yani Allah karşılar.

ٱلَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ

107:5. “Onlar namazlarının [gerçek anlamından] gafildirler.”

Ayetin nazil olduğu zamanlardaki manasıyla salat yani namaz, tevhid düşüncesini desteklemek ve benimsemek anlamında kullanılmıştır. Ritüel manasında kullanıldığında ise salat-ı ikame etmek yani namaz kılmak ifadesi kullanılır.  Bu durumda namazlarının gerçek anlamını ciddiye almayanlar, tevhid düşüncesini gerçekten benimsemeyenler veya ona uygun davranmayanlardır. Kur’an eğitimine giren bir insan, ayetlerin nüzul sırasına göre bir fikir ve düşünce dünyası inşa etmeye başlar. Bu süreçte ilk ayetler, ciddi biçimde varlıkların kendilerinin varlıklarını koruyacak özelliklerinin olmadığına, daima tahrip olmaya hazır olduklarına, varlık kaynağını sorgulayarak bir Yaratıcı olması lazım geldiği sonucuna insanın bizzat kendisinin ulaşmasının eğitimini verir. İnsanı sorgulamaya sevk eder. Ayet, sorgulamalar sonucunda ulaşılan tevhidi destekleme yani salatın ciddiyetine dikkat çekerek bu namazın gerçekten Varlık Kaynağını tanıma ve Ona iman etmeye yaraşır biçimde olması gerektiğini belirtiyor. İnsanı şiddetle uyararak düşünmeye sevk ediyor. Hayatın amacı moda, eğlence, sahte ideolojiler, siyaset veya bir spor takımını desteklemek midir? İnsan bunun için mi geliyor dünyaya? Kalabalığa uymak hak mıdır? İnsanların çoğunluğu böyle yaşıyor diye çoğunluğa uymak doğru mudur? İnsan, sürüye uyan bir koyun gibi davranır mı? Tevhid düşüncesini destekleyenler bu soruların cevaplarını ciddi biçimde aramalı yani namazlarında ciddi olmalıdırlar. Bu hayati soruları geçiştirmek ve gevşek davranmak namazın ciddiyetine terstir. İnsan, gerçekten var edilme gayesine uygun biçimde davranmalıdır. Zamanını sarf ettiği her ne varsa durup düşünmeli ve bunun akli bir dayanağını araştırmalıdır. Yaptıklarının kendisine ne fayda getirdiğine bakmalıdır. İnsanın belirli bir futbol takımını destekleyip de bir başkasını desteklememesinin hiçbir mantığı yoktur. Diğer takımlar da aynı amaçla başka insanları meşgul ediyor. Maddeten kazananlar onlar fakat hem madden hem de manen kaybedenler ise taraftarlardır. Bu tarafgirliğin insanın gerçekliğine hiçbir katkısı yoktur. İnsanın kendisi her an var edilmeye muhtaçtır ve her an bu dünyadan ayrılıyor. Uğruna hayatını ve zamanını harcadığı bu takımlar veya başka sahte değerler ona hiçbir fayda sağlamıyor. Aksine zamanını tüketerek ölüme hazırlıksız gitmesine neden oluyorlar. Hal böyleyken insanlar neden bunların peşinden gidiyor? Kur’an insanların farkında olmadan, aklını kullanmadan, öğüt dinlemeden ve bilinçsizce bu sahteliklerin ardından gittiğini söylüyor.

Kur’an Okuma Denemeleri: Maun Suresi-6 | Ha-Mim

ٱلَّذِينَ هُمْ يُرَآءُونَ

107:6. “Onlar gösteriş yapanlardır.”

Bazı dil bilginleri kok anlamlarının yakınlıklarından dolayı namaz anlamında kullanılan salat kelimesinin “w-s-l” kökünden türeyen visal yani bir hedefe ulaşma kelimesinden geldiğini savunurlar. Hayatın amacı bir hedefe ulaşmak yani ebedi mutluluğa visaldir. Can pahasına desteklenen her ne varsa bu hedefe ulaşmaya yardımcı olmalıdır. Hayat tarzı, yeme içme, giyinme biçimleri taklitten uzak ve insana yaraşır olmalıdır ki ciddiye alınabilsin. Gösteriş olsun diye bir şeyleri yapmak hayatı ve onun manasını anlamaya vesile olacak fikirleri ciddiye almamak demektir. Moda ve trendlere kapılıp giderek yaşamak demek, iradeyi başkalarına satmak demektir. Her insan özeldir ve ebedi mutluluğa namzettir. Kendisine verilen irade, akıl, vicdan ve diğer tüm insani özelliklerini ebedi mutluluğa visal için kullanmalıdır. Sonsuzluğu tanımak için emanet edilen bu paha biçilmez insani özellikleri fani şeylere harcayan kendine yazık etmiş olur. Böylelerine yazıklar olsun denir. Hayatın manasını ve nereye gideceğini bilen bir insan buna göre davranır, her anın kıymetini bilmeye çalışır. Gündelik akışa ve kalabalığa uyup giden biri ise nereye gideceği belli olmayan bir gemi gibidir. Rüzgâr ne yönden eserse o yöne yönelir. İnsan amaçsız olursa bu hale düşer.

Başkaları tarafından görülmek ve beğenilmek arzusuyla hareket edenler farkında olmadan başkaları gibi olurlar. Halbuki insan, nesne değildir, iradesi, aklı ve onuru olan bir varlıktır. Başkalarını taklit ederek onlar gibi olmaya çalışmak insan olmaya yaraşmaz. İnsan, kendi akıbetini düşünmek zorundadır. Bu geçici dünya hayatında kendisine emanet edilen özellikleri yaratılış gayesine uygun biçimde kullanmalıdır. İnsan, nasıl var edildiğini araştırmak, sorgulamak ve bir sonuca varmakla sorumludur. Hayatın Varlık Kaynağını tanımakla mükelleftir. Bu tanıma sürecini dikkate almayan, alsa bile ciddi biçimde sorgulamayanlar, bu halleriyle hayatın yalnızca dış görünüşüne değer vererek yaşadıkları için gösteriş ve aldanıştadırlar. Varlık Kaynağı olarak Bir Yaratıcıya inandıklarını söyleyenlerin bunu ciddi biçimde ve bilinçli olarak bir nedene bağlamadan, kalabalığa uyup giderek yapmaları kabul edilemez. Yaratıcı fikrini destekleme manasındaki namaz yani salat bu anlamda gösterişten ibarettir. Ayette reddedilen namaz, bu ciddiyetsiz salat anlayışıdır. Namaz, insanın hayattaki amacının özetidir. Bu dünyada neden varız, niçin yaşıyoruz, nereye gidiyoruz, ölüm nedir, hayat nedir, bizi yaşatan nedir gibi ciddi sorulara bulunan cevaplarımızı namazla ifade ederiz. Bu sorulara ciddi biçimde eğilmeyen, ne yaptığını bilmeden yapan, sadece fiziki hareketlere odaklanarak namaz kıldığını sanan birinin namazı onu uyandırmaz ve bilinçlendirmez. Gösteriş olarak adlandırılan namaz, budur.       

وَيَمْنَعُونَ ٱلْمَاعُونَ

107:7. “Ve küçücük bir iyiliğe bile mâni olurlar.”

Küçücük bir yardım veya iyiliğe mâni olmak insanın var ediliş gayesine terstir. Varlıklar, sonsuz ilim ve hikmet sahibi Bir Varlık Kaynağının eseridirler. Hiçbir varlık rastgele ve anlamsız biçimde ortaya çıkamaz. Bütün varlıklar Mutlak bir İrade ve Merhametle var edilirler. Varlıkların var ediliş biçimi insan mantığını bu sonuca ulaştırır. O halde, bu sonuca bilinçli biçimde ulaşan bir insanın en küçük ayrıntılara da dikkat etmesi gerekir. Çünkü en küçük ve önemsiz gibi görünen bir varlıkla en büyük ve çok önemli görünen bir varlık da aynı Kudret Sahibinin eseridir. Bu küçücük ayrıntıları dikkate alıp Varlık Kaynağına hürmet etmek gayesiyle nazik davranmak insana yaraşır. Bütün varlıkların var ediliş gayesi Var Edeni tanıtmaktır. En küçük bir varlıkta Var Edenin özelliklerinin yansımasını görmemek demek en küçük bir yardım veya nezaketi dahi görmemek veya görene mâni olmak manasına gelir. Başta insanın kendi vicdanı bu eserlerde yansıyan özellikleri görmek ister fakat inkâr yolunu seçen, vicdanının sesini dinlemeyerek buna mâni olmaya çalışır. Varlıklarda yansıyan küçücük bir özelliğe insani nezaketi gösterip o özelliği Varlık Kaynağına atfetmeyen biri, en küçük yardımı veya nezaketi de engelleyendir.

Parçadaki yansımayı görmeyen bütünü anlamlandıramaz. Küçük ayrıntılar olmadan bütünlükteki mana ve işleyiş ortaya çıkamaz. Örneğin, bir arabadaki küçük bir parça olan marş motoru çalışmazsa araba çalışmaz. Küçük bir parçanın çalışmamasının sonuçları ciddidir. İnsanın da hayattaki amacına yönelik olarak en küçük ayrıntılara dikkat etmesi gerekir. Peygamber (SAV), insanlarla tebessüm edip selam vererek konuşmayı öğretmiştir. Bu küçük ayrıntı, insanın akıbetini önemseyen ve onun kurtuluşunu isteyen ilahi mesajın özünü taşır. Güler yüzlü olmak, selam vermek ve doğru olmak küçük, fakat varoluş gayesine hizmet eden önemli ayrıntılardır. Yaratıcıyı tanıyan bir insan diğer insanların da tanıması için her zaman yardım ve nezakette bulunur. İnsana verilmiş olan şefkat duygusu onun zerreden küreye kadar her varlığa karşı nazik ve merhametli olmayı öğrenmesi içindir. Yaratılıştaki bu özellik her insanda mevcuttur. İnsan, bu özellikleri ve veriliş gayesini anlamazsa hayatını boşa harcamış olur. Ömrün boşa geçmesi dehşet vericidir ama genellikle gündelik meşgaleler bu durumun vahametini anlamayı engeller. Bu nedenle her zaman vicdanen huzurlu olmanın yollarını aramak gerekir. Örneğin, açlık duygusu yemeği ve yiyecekleri hatırlatmakla beraber hem bu duyguyu hem de bunun karşılığını var eden Varlık kaynağı yani Yaratıcıyı insana tanıtır. Yaratıcı sonsuz merhamet ve şefkatiyle açlık duygusunu yaratıyor ve onun giderilme yolu olan gıdaları ve yeme fiilini de yaratıyor. İnsana düşen, bu merhamet ve şefkate karşı şükür ve hamd etmektir. Bununla beraber diğer tüm canlıların da rızıklarını var eden ve onlara ulaştıran mutlak cömert ve gani olan Yaratıcıyı her fırsatta hatırlamak ve şükrünü ifade etmek insana yakışan en ulvi haslettir. Teşekkür etmek insani bir davranıştır. Her varlık kendi var ediliş şartları içinde Yaratıcıya teşekkür eder ve onu hatırlatır. Bu nedenle onlara karşı nazik, müşfik ve merhametli olmak insan olmanın gereğidir. Şükür yolunda ilerlemek için vicdanın şahitliğine başvurmak gerekir. Bir insan eğer yaptıklarından dolayı vicdanen rahat edemiyorsa yaptıklarında problem var demektir. İlahi mesaj da vicdana hitap eder. İnsanın vicdanıyla uyuşmayan içerikleri olan mesajlar ilahi olamaz.         

İnsan, bir şeyler öğrenmek veya öğrenmemek konusunda hür iradeye sahiptir. Öğrenmesi kendi lehinedir. İnsana yakışan, sürekli öğrenme ve gelişme çabası içinde olmaktır. Bilgi sahibi olunan konularda da yenilenme ve ilerleme sağlamak gerekir. Bunun için harekete geçmek, öğrenmek ve anlamak şarttır. İnsana insaniyetini öğreten ve ilahi bir kaynak olan Kur’an’ın mesajlarını insaniyet, kâinat ve örnek rehberlik şahitliğinde okumak isabetlidir. Kendini tanımak ve varlığının gayesini anlamak için Kur’an okuyan bir insan, aslında Yaratıcısıyla konuşur. Mesaja muhatap olan bizzat kendisidir. Oradaki ifadeler, doğrudan doğruya okuyana yöneliktir. Kur’an okurken mesajı kâinat ve insaniyetle ölçerek anlamaya çalışmak gerekir. İlk etapta insaniyete ters gibi görünen bir ifade olursa bunu tekrar düşünmek için gayret etmelidir. Daha geniş bir bakış açısıyla mesajı yeniden ele almak ve Kur’an’ın ana prensipleri doğrultusunda anlamaya çalışmak şarttır. Kur’an’ın ana mesajı kelime-i tevhid ile özetlenmiştir. Ayetlerin büyük çoğunluğu (yaklaşık %95) bu mesajı verir. Az bir kısmı (yaklaşık %5) ise belirli bir kültür içinde yaşayan insanların gündelik hayatlarına tevhid fikrini uygulamaya koyan kurallarla ilgilidir. Kur’an’ın bu genel yapısı anlaşıldıktan sonra, yani kelime-i şehadetin anlamına tam vakıf olduktan sonra bir de dili ile ifade ederek onu ilan etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hac ifa etmenin nedenleri daha iyi anlaşılır. Ayrıca bu ibadetlerin insaniyete en uygun ameller olduğuna da kanaat getirilir. Bunun için Kur’an ayetlerini bir bütünlük içinde ve ana maksat doğrultusunda okumak lazımdır.  

Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Maun – Part 6 –05/01/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın