Ders Notları Risale-i Nur Okumaları

Lemaat, 94. ve 95. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

23 Şubat ve 1 Mart 2020 tarihlerinde, Lemaat dersinde aşağıdaki metin okunup müzakere edildi:

“İslâmiyet, silm ve müsâlemettir; dahilde nizâ ve husûmet istemez.

Ey âlem-i İslâmî! Hayatın ittihadda. Ger ittihad istersen, düsturun bu olmalı: “Hüve’l-hak” yerine “Hüve hak” olmalı; “Hüve’l-hasen” yerine “Hüve ahsen” olmalı.

Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: “İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.” Dememeli: “Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.”

Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor. Sonra maraz oluyor; nizâ ondan çıkıyor.

Dert ile dermanlar taaddüdü hak olur; hak da taaddüd eder. Hâcât ve ağdiyenin tenevvüü hak olur; hak da tenevvü’ eder.

İstidad, terbiyeler tekessürü hak olur; hak da tekessür eder. Bir madde-i vâhide, hem zehir ve hem panzehir.

İki mizâca göre mesâil-i fer’îde hakikat sabit değil, izâfî ve mürekkeb. Mükellefîn mizâclar,

Ona bir hisse verip ona göre ederek tahakkuk ve terekküb, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder. Mezhebinin hududu tâyinini bırakır temâyül-ü mizâca.

Taassub-u mezhebî tâmime sebep olur. Tâmimin iltizamı, sebep olur nizâa.

İslâmiyetten evvel tabakât-ı beşerde derin uçurumlar. Hem tebâüd-ü acîbi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiyâ, tenevvü-ü şerâyi’, müteaddid mezhebler.

Beşerde bir inkılâb İslâmiyet yaptırdı. Beşer tekârüb etti; şer’ etti ittihad, vâhid oldu peygamber.

Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhepler.”

Yakın zamanda okunan önceki pasajlara göre nispeten uzun olan metin, iki haftalık derste yapılan müzakerelerle, en azından benim için, oldukça açık bir çerçeveye oturdu. Her müzakere notunu özetlemek yerine, metni doğrudan açıklamaya dönük olarak ortaya konulan katkıların bir bölümünü aşağıya alıyorum (her paragraf bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Metnin, “İslâmiyet, silm ve müsâlemettir; dahilde nizâ ve husûmet istemez” şeklindeki başlığında, “silm” barış, “müsalemet” de karşılıklı olarak barış içinde olmak anlamına geliyor. Bu iki kelimenin karşısında ise “niza” ve “husumet” var. “Niza”, tartışma ve kavga; “husumet” de düşmanlık mânâsında. Buna göre ‘silm’ ve mukabilindeki ‘niza” hal, ‘müsalemet’ ve mukabilindeki ‘husumet’ aksiyon gibi anlaşılıyor!

*İslamiyetin ‘dahilde’ niza ve husumet istemeyişi, ilk bakışta toplumsal boyutla ilgili gibi görünüyorsa da aynı zamanda ‘bireyle’, yani bireyin iç dünyasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Zira toplum bazında barış, bireyin iç dünyasında gerçekleştirdiği “barış”ın geniş dairede yansımasından ibarettir. Başka bir ifadeyle kendi ‘dahilinde’ barışa ulaşamayan bir ferdin, toplum temelinde barışçı olması mümkün değildir, diye anlaşılıyor.

*Metinde, hitap cümlesinden sonra, “Hayatın ittihadda” ifadesi, ittihadı “olursa iyi olur” bağlamında değil; hayatta olmanın, canlı kalmanın temeli olarak sunuyor. Tersinden bir okuma yapılacak olursa, “ittihadın olmayışı ya da ittihadsızlık ölümdür” deniliyor.

*Metin bundan sonraki cümlelerinde “ittihadın” mahiyetine ve nasıl gerçekleşeceğine dair açıklamalarda bulunuyor. Mesela şu yaklaşım ittihadın temel prensibi olarak takdim ediliyor: Kişi, kendi takip ettiği yol ile ilgili olarak “bu yol doğrudur” veya “benim yolum daha güzeldir” diyebilir, demeli ama “hak sadece benim gittiğim yoldur” dememeli. Eğer derse ittihadın gerçekleşmesi mümkün değildir.

*Peki ittihad nedir, o zaman? İttihaddan bahseden metin ihtilaflardan söz ediyor gibi görünüyor. Demek ki ittihad herkesin aynı şeyi, aynı şekilde kabul ettiği, aynı şeye aynı tepkileri verdiği bir “teklik”, “yekparelik” değil. Farklılıklar içinde “bir arada olmak” demek ittihad. Peki hangi alanda? Cevap, metinde geçen “mesail-i fer’î” ifadesinde belirtiliyor: Teferruata ait meselelerde. Bununla kast edilen de “dinî pratikler”. Asılda ittihad olmalı, “alem-i İslamîye mensubiyet” bu demektir ama fer’î konularda farklılıklar var, olabilir, olmalı ancak bunlar ittihada zarar vermez, vermemelidir.

*Metin tolerans kelimesini kullanmamakla beraber bu kelimenin ifade ettiği anlamı aşan bir mesajı da barındırıyor. Eğer ben, “benim yolum hak” deyip başkalarının yolu hakkında, onların da hak olabileceğini düşünmüyor, değiştiremeyeceğim için ‘katlanıyorsam’ bende sorun var demektir. “Yalnız benim yol haktır” demenin göstergesi, başkalarının yolunun da hak olabileceğine dair içimde gerçekçi bir kanaatini bulundurmamdır. Ancak tekrarlayalım ki bu asıl ile değil “fer’î” konularla ilgilidir. Söz gelimi “namaz kılmam gerektiği ve niçin namaz kıldığım” meselesi asıldır, bunda ihtilaf olmaz ama bunun tatbikinde bazı farklılıklar olabilir. Bu ittihada mani değildir, olmamalıdır.

*Metindeki, “Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor. Sonra maraz oluyor; nizâ ondan çıkıyor” ifadesi çok anlamlı. İnsanın sadece kendi tuttuğu yolu hak görmesi yani “inhisarcı” bir anlayış içinde olması, temelde “egoizm”den, kibirden kaynaklanıyor; ve bu bir hastalık, marazî bir tutum. Bu marazî tutum  ferdin dengesini bozmakla kalmıyor, nizaya yani kavgaya varıyor, toplumsal dengeyi bozuyor, ittihadı dinamitliyor!

*Asılda ittifak edildikten sonra fer’î konularda ihtilafın normal olması ve bunun ittihada zarar vermemesi güneş örneği üzerinden şöyle anlaşılabilir: Tek bir güneş var. Herkes ışığı o güneşten alıyor. Fakat güneşe muhatap olan varlıkların her birinin kendine özgü şartları var. Bundan dolayı kimisi kırmızı, kimisi sarı, kimisi yeşil renkte… Eğer bunlar kendilerine bakan yöne odaklanır, her biri kendinde yansıyan özelliği merkeze alır, diğerlerini farklılıklarından dolayı eleştirirse ittihad gerçekleşemez. Ama bunlar farklılıkların kendi özellikleriyle alakalı olduğunu görüp her özelliğin tek güneşten geldiğini dikkate alırlarsa ittihad kolayca ve sağlıklı olarak tahakkuk eder.

*Evet, herkesin ayrı istidadı, ayrı mizacı, ayrı şartları var. Herkes kendi istidat, mizaç ve şartlarına göre Rabbi tanıma eğitimine giriyor. Bu eğitimde hiç kimse kendini merkeze alarak, “hak bende, hak benim sınırlarını çizdiğim şekilde, bu sınırlarda olan haktır” derse ittihad olamaz. Zira insanların ihtiyaçlarının çeşitlenmesi, beslenme alışkanlıklarının farklılaşması dikkate alındığında, nasıl ki bunların her biri “hak” ise ve burada “hak” çoğalmış ise “mesail-i fer’îde” de hükümler farklılaşabilir, sonuç olarak bunlardan birisi değil hepsi de “hak” olarak kabul edilir.

*Hakkın, dinî pratiklerde “taaddüd” ettiğini yani birden fazla olduğunu, bunun da normal hatta gerekli olduğunu dikkate almayan birisi, kendi anlayışında ya da mezhebinde “taassup” gösterir; bunun sonucu olarak da anlayışını umumileştirmek ister. Bu ise toplumda “niza”ya yol açar. Zira kendisi gibi diğer insanlar da kendi anlayışlarını doğru bulmaktadır. Dolayısıyla çatışmanın kapısı açılır. “Tekelci” anlayışı bırakıp başkalarının mezhep ve mesleğinin da hak olabileceği anlayışını benimseyen kişi ise “nizaya” yol açmaz, bir çeşit ittihad içinde olur!

*Nursi, bu metinde, alem-i İslamîyi ittihada davet ediyor. Fakat alem-i İslamîye bakılınca muhtelif, mezheplerin, mesleklerin, meşreplerin olduğu görülüyor. Nursi, adeta muhatabın, “peki bu kadar mezhepler var, ihtilaflar var, nasıl ittihad edeceğiz” şeklindeki mahzuf sorusuna cevap veriyor ve amelî konularda birden fazla mezhep olmasının ittihada mani olmaması gerektiğini, zira bu tür ihtilafların kişilerin ve toplumların içinde bulunduğu şartlarla ilişkili olduğunu belirtiyor. Esasen müellif bu konuyu İçtihad Risalesi diye bilinen 27. Sözün sonuna yer alan “Hatime” başlıklı kısımda örnekleriyle açıklıyor. Mesela, suyun değişik şartlarda bulunan kişilere göre gerekli, az gerekli, gereksiz, zararlı, az zararlı… yani farz, müstehap, haram, mekruh gibi ayrı ayrı hükümler alabildiğini, aynı şekilde dinî hükümlerin fertlerin ve toplumların özelliklerine göre belli esnekler taşıdığını kaydediyor.

*Metinde, İslamiyetten önce beşerde “derin uçurumlar” olduğu, dolayısıyla bir zaman diliminde birden fazla peygamber gönderildiği, birden fazla şeriat inzal edildiği belirtiliyor, sonra, “Beşerde bir inkılap İslamiyet yaptırdı, beşer tekarüp etti, şer’ etti ittihad, vahid oldu peygamber” deniliyor. Bu cümle bizi ilginç noktalara götürüyor gibi görünüyor. Akla gelen soru şu: İslamiyet beşerde nasıl bir inkılap yaptı, beşeriyeti nasıl birbirine yaklaştırdı? Öyle anlaşılıyor ki buradaki devrim İslam’ın “evrensel” bir karakter taşımasıyla ilgili olmalıdır. Çünkü önceki dinler belli kavimlere gelmiş olmakla birlikte İslam bütün insanlığa gelmiştir. Bu yüzden ayetler, “ey Araplar, ey filancalar” diye değil, “ey insanlar” diye sesleniyor! Ayrıca İslam bütün esasatını “insaniyet” üzerinden temellendirip inşa ediyor’

*Metnin son cümlesi, insanların “tabaka” olarak aynı seviyede olmadığını, dolayısıyla tek bir mezhebin değil birden fazla mezhebin bulunmasının normal olduğunu söylüyor. Aynı zamanda bu cümle, eğer insanlık tek bir eğitim seviyesine ulaşırsa, o takdirde mezheplerin de ittihad edebileceğini ifade ediyor.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın