Çoğu defa biz “madde” ile “mana”yı iki ayrı varlık kategorisi olarak görme yanlışlığına düşüyoruz. Bir “madde” var, bir de bunun ötesinde “mana” var diyoruz. Oysa yoğunlaştığımız zaman anlıyoruz ki, madde ile mana iç içe. İki ayrı varlık yok gerçekte. Tek bir varlığın iki yönü var: Gördüğümüz yön ya da taraf, gördüğümüz yön ya da tarafın yansıttığı mana. Birbirinden ayıramayız. Madde olarak gördüğümüz yok ise, mana da otomatik olarak yoktur. Mana olarak algıladığımız yok ise, madde dediğimiz yönü de yoktur. Maddesi olup da manası olmayan, manası olup da maddesi olmayan bir varlık bu kâinatta yoktur (Madde dediğimiz mutlaka “materyal, katı madde” değildir; bu evrende var olan her şey demektir. Enerji gibi, duygular gibi, yani sevme gibi, korkma gibi, düşünme gibi).
“Gül” örneği üzerinden gidelim. Gül, baktığımızda, onun varlığından anladıklarımızı yüklenen yönüyle gül oluyor. Peki gül madde değil mi? Evet! Fakat gülde bir maddî varlık, ayrıca bir de mana varlık yok. Tek bir varlık var, “gül” dediğimizde. Bu hem maddeyi hem manayı içeriyor.
Kitap örneğini düşünelim: Bir kitabı elimize alıp da bu kitabın sayfaları madde değil mi, mana bunun neresinde, ben elimle dokunamıyorum, der miyiz? Diyemeyiz. Zira kitap hem maddesiyle hem içerdiği mana ile tek bir nesne olarak duruyor karşımızda! İçerisinde mana taşımayan kâğıt demetine “kitap” denmez. Kâğıt demeti denir.
Bunu Risale-i Nur referanslı dille de ifade edebiliriz. Söz konusu eserlerde “her şeyin bir ‘mülk’ ve bir de ‘melekût’ ciheti vardır” deniliyor. Biz bu ifadeden hareketle bir şeyin gerçekte iki ayrı şey olduğunu, onda bir ‘mülk” adı verilen bir şeyin olduğunu, bir de ayrıca “melekût” adı verilen başka bir şeyin olduğunu mu anlayacağız? Elbette ki hayır! Çünkü çok açık bu! (Risaleler de aslında “cihet” kelimesini kullanarak bir eşyada iki varlık değil, bir eşyada iki “yön” olduğunu açıkça ifade ediyor).
“Kitap” örneğine dönerek tekrar vurgulayalım: Bir kitap (mülk) var ve bir de kitabın taşıdığı mana (melekût) var değil. Mana o kâğıtları “Kitap” yapandır.
Kâinata baktığımızda, “kâğıt” ile “mana” aynı anda varlık alemine gönderiliyor. Kâinatta üzerine sonradan mana ifade eden cümleler yazılan manasız bir kâğıt yığını yok. Daha doğrusu biz insanlar önce mana yüklü olamayan bir kâğıt yığını görürüz sonra da onun üzerine bir şeyler yazarak mana yükleriz. Fakat kâinatta yaratılışın böyle olmadığını anlamak hiç de zor değil!
Kâinattaki gözlemlediğimiz yaratma fiilinde, bir kâğıt ve bir de sonradan üzerinde yazılmış yazı yok. Yalnızca her yönüyle mana taşıyan “yazı” var. Eğer bir kişi yazı okumasını bilmiyorsa veya yazıya hat değeri için bakıyorsa, o kişi manayı görmez, fakat mürekkep izlerini görür. Hattaki güzelliğin manasını görür, ki bu başka bir yönüdür konunun.
Eğer bir kişi yazıyı okumak için bakarsa, bir ağaçta mesela, doğrudan manayı görür. İşte bu kişi kendisine ulaşan mana vasıtası ile o yazıyı yazanın Bilgisine, Hikmetine, Rahmetine, Adaletine vs muhatap oluyor demektir. Bu saydığım örnekler Mutlak olan “Yazarın” Mutlak olan Özellikleridir ki, bunlara Kur’an dilinde “esma-i ilahî” denir. Esma-i İlahi’nin yansımalarını bizim algılayacağımız bir şekilde fani yaratık aleminde taşıyanlara “melek” denir. Hangi mana, yani hangi Mutlak Özelliğin yansıması ile karşılaşırsak, o yansıma bir “melek” ile temsil edilir, Kur’an dilinde. Zaten kâinatta da bu yansımanın dışında bir şey yoktur ki, Yaratıcısının Özelliklerini ilan etmesin. Bu duruma Kur’an, “Her şey, her daim Yaratıcı olan Allah’ı tesbih eder, yani ilan eder” (17: 44) ayetiyle işaret eder.
Eğer biz, insan bedenini veya beynini veya gözünü, insan bedeninin kendisi düşünüyor, görüyor diye bakarsak, o takdirde, biz kâinatın varlık alemine gönderilişinde bir kâğıt ve ayrıca bir yazı var ve hatta ayrıca bir mana var diye algılamaya başlarız kaçınılmaz olarak. Sonra da o bedene mana giydiririz veya giydirmek zorunda kalırız. Bütün problem, ben kendi tecrübemden bahsediyorum, “mülk-melekût” ayırımı yaparken, iki ayrı şeyden bahsettiğimizi zannetmekte yatıyor! Oysa bu, aynı şeyin iki ayrı görünümü demektir. Okuma bilmeyen birisi için yalnızca mürekkep izleri var, bilen için mana var. Mürekkep izi, bizim bu dünyada kendi yaptığımız işlerde kullanılan bir araçtır, çünkü biz yaratamayan ve fakat yaratılanları kullananlarız.
Öyle anlaşılıyor ki problem, Yaratıcının kâinatta “kün: ol” emri ile malzemesiz yarattığı mahlûkatı, biz insanların var olan malzemeyi kullanarak ortaya çıkardığımız ürünler ile karıştırmaktan kaynaklanıyor!
Sonuç olarak, kâinatta madde ile mana, mülk ile melekût iç içe olup melek dediğimiz varlıklar manayı temsil eden, diğer bir ifadeyle melekûtiyeti temsil eden varlıklar olarak anlaşılıyor, anlaşılması gerekiyor!
Bölümler: Önsöz | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12