Başlık belki biraz klişe oldu ancak yazının içeriğinin o kadar bildik olmamasına gayret edeceğim. Meleklerin kanatları ile göğe yükselmenin nasıl mümkün olduğunu pratik örnekler üzerinden anlatmaya çalışacağım. Yazıyı okuduktan sonra, sizi göğe yükseltecek bir sürü meleği keşfedebileceksiniz inancındayım.
Biz hep meleklerin kanatları var diye biliriz, değil mi? Hatta binlerce kanatı olan melek varmış derlerdi ben çocukken. Kanatlı olduklarına göre uçuyor olmalılar diye düşünmek yanlış olmasa gerek. Uçuyorlarsa eğer semaya çıkabiliyor olmalılar. Nasıl uçuyorlar? Nasıl kanatları var? Nasıl semaya yükseliyorlar? Ne kadar yükseğe çıkabiliyorlar? Hep merak ettiğim sorular idi çocukluğumda.
Uçmayı insan da sever. Melek uçuyorsa eğer biz de onlar gibi uçamaz mıyız acaba? Tarihteki anlatılan menkıbelere bakılırsa eğer, melekler gelip insanlara yardım edermiş. İnsanlara uçmayı mı öğretiyorlardi ki? Nasıl uçulur melek gibi? Bir melek bulsak da sorsak. Ne güzel olurdu. Biz de semaya kanatlanabilsek. Meleklerin kanatlarında semaya uçabilsek; her neresiyse orası.
Dahası var. Kur’ana bakılılırsa biz insanlar, meleklerden daha üstün yaratılmışız. E, o zaman bizim de onlar gibi uçuyor olmamız gerekmez mi? Yine Kur’anda, meleklerin biz Ademoğullarına secde ettikleri söylenir. Bizlere amade olduklarını anlamında değil midir bu ifade?
Peki hakikat böyleyse biz nasıl meleklerle birlikte semaya kanat açacağız? Eğer bunlar doğruysa, ben bir insan olarak neden hala hiç bir melek görmedim ve onun kanatlarına binerek arzı terkedemedim? Nereden ve ne zaman ve nasıl gelecek bu melekler? Geldiler de benim mi haberim yok acaba? Nerede bu kanatlılar? Neden beni uçurmadılar?
Bu tür sorularla cebelleşirken şu prensipleri hatırladım: İman gökten zenbille inmiyorsa eğer, acaba melekleri de benim indirmem mi gerekiyordu kendi dünyama? Gerçekten nedir melek? Nerededir? Nasıl görülür? Nasıl görülür de, nasıl kanatlarına binilir? Öyle ya, görmediğim meleğin kanatları da benim için görünmez olacak; eğer kanatlanmak istiyorsak, melekleri görmemiz gerek ilk önce. Nerede peki onlar?
Onları görebilmeyi keşfetmek için oturdum halının üzerine ve düşünmeye başladım. Herşeyin bir meleği vardıysa eğer, dedim kendi kendime, mesela önümdeki sehpanın da meleği olmalı idi. Ancak baktım baktım sehpadan başka birşey göremedim. Ne kanatlı bir melek, ne de semaya yükselen bir mahluk vardı sehpanın üzerinde. Sehpadan başka birşey göremedim.
Daha sonra herşeyin değişik vecihleri olabileceğini söyleyen ayeti hatırladım. (28:88) Sehpanın hangi vechindeydi melekler? Melek eğer eşyanın bana hizmet eden yönü idiyse, demek ki önümdeki odun parçasını sehpa yapan yöne bakmam onun meleklerini görüyorum anlamına gelmez miydi?
Bu bakış açısı beni umutlandırdı ve devamında meleklerin kanatlarını görmeye çalıştım. Neredeydi bu kanatlar ve beni nasıl semaya uçuracaklardı? Sehpayı — odun parçasını değil– incelemeye devam ettikçe odun parçasını sehpa yapan bir sürü farklı yön olduğunu farkettim; ayakları vardı mesela sehpanın, yüzeyi ben birşeyler koyayım diye pürüssüz idi. Uzun ömürlü olsun diye benim için sağlam bir odun parçasından yapılıp üzeri benim gözüme güzel görünsün diye boyanmıştı.
Bunların her birisi, kuru ve cansız ve anlamsız odun parçasından beni alıp, o özellikleri yapana götürüyordu. Yararıma sunulmuş (bana secde eden) her bir yön, o yönün yapıcısının kabiliyeti ile beni buluşturuyordu.
Sehpaya çekmece özelliği koyarak beni düşünen mahir bir marangoz var diyerek önümdeki camid bir cisme bakmadığımı ama yüzlerce kanadı olan meleklerin kuşattığı bir esere baktığımı anladım. Her bir kanat ile, ölü bir cisimden onun arkasındaki veya üzerindeki marangozun bir kabiliyetine uzanan yükseliş olduğunu farkettim.
Bu mahir marangoz, bu önümdeki sehpayı benim kullanımıma uygun bir şekilde yapabiliyorsa eğer, demek ki, başkaları için de aynı şekilde onun kabiliyetinden, farklı sehpalar çıkabileceğini ve dahi çıktığını gördüm. Önümdeki sehpanın melekleri beni marangoz ile bu şekilde tanıştırdıkları için, olur da günün birinde bu sehpa kırılıp dökülürse kimden bana yeni bir sehpa yapmasını isteyeceğimi öğrenmiş oldum.
Meğerse, sehpaya sehpa dediğim ve onu sehpa olarak kullanmaya başladığım günden itibaren ben sehpanın melekleri ile haşır neşirmişim de haberim yokmuş. Oduna sehpa diyerek meğer ben, arzi odundan, semavi sehpaya, oradan da marangozun arşına çıkmışım da farkına varmamışım. Sehpaya sehpa dediğim günden itibaren, boşuna mitolojik masallardaki kanatlı melekleri beklemişim – beni marangoz ile yüz yüze görüşmek üzere miraca çıkarmalarını ümid ederek. Her sehpayı kullandığımda meğerse ben marangozun huzurunda imişim. Mesele, bu bir odundur demek yerine bu bir sehpadır farkındalığında bitiyormuş. Kuru ve cansız odun parçası, melekleri farkedince yeşillenip canlanıyormuş. Hep bu hayattar veche bakabilene de Hızır (Yeşil) diyorlarmış. Ve bu yüzden, cennetin rengi yeşil imiş.
Bu farkındalıktan sonra şimdi sıra, gerçek hayattaki odunları sehpaya çevirmeye geldi ey aziz. Çıkacağınız bu semavi seyahatte yol arkadaşınızın Cebrail (as) olacağını söylemeye gerek var mı? Hayırlı yolculuklar.
Allah razı olsun.çok güzel bir site isifade ediyorum.Rica etsem ‘meleklerin kanatlarında semaya yükselmek’adlı bu konuyu biraz daha açarmısınız.zihnimde tam olarak oturtamadım.teşekkürler Allaha emanet olun.