Risale-i Nur Okumaları Usûle Dair

Mülk ve Melekût Meselesi

Mülk ve Melekût Meselesi | Ha-Mim

Mülk ve melekût konuları ile ilgili bazı hususları paylaşmak istiyorum. Konu ile ilgili Mesnevi-i Nuriye’de şöyle bir parça var:

“İ’lem eyyühe’l-aziz! Herşeyin, içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insan ile kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünkü, insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur, melekût cihetiyle de mazruf olur.” Mesnevi-i Nuriye, Hubâb

Bu konuyu müzakere ederken mülk ne melekût ne tam anlayamamıştım. Ve bu bölümde vurgusu yapılan meselenin önemini kavrayamamıştım. Sanki “bir öyle bakıyorsun, bir de böyle; ne farkeder ki?” diye düşünmüştüm; yani gereksiz bir ayrıntı gibi. Zannediyorum bazı arkadaşlar da aynı şekilde bir düşünceye kapılmışlardı.

Ancak meselenin öyle olmadığını, burada çok esaslı bir hakikat anlatıldığını farkettim. Şöyle ki: Bizim bildiğimiz genelde şudur: mülk bir varlığın dış yüzü, melekût ise onun hakikatini yansıtan mana boyutu. Burada sorun yok. Zaten parçanın “bir öyle bakılır, bir de böyle bakılır” dediği yerde, ilk önce şöyle de bakılabilir dediği nokta bu idi ve bunda hiç kimsenin problemi yoktu. Problem,” bunun tam tersi ile de bakmak mümkün” dediği yerde çıkmıştı.

Örnekler üzerinde düşünelim şimdi — daha iyi olur. İnsan ve kalp örneği vardı orada, onu şöyle değiştirelim de daha kolay olsun anlaması. Mehmet Ali ve şefkat özelliği(m). Mehmet Ali insan, şefkati de kalb olarak anlayacağız.

Mülk ve melekût meselesinin bizim kolayca anladığımız kısmı şu: Mehmet Ali mülk; benim şefkatli olma özelliğim de melekût yönü. Böyle olunca da doğal olarak mülk kısmı zarf, melekût kısmı da o zarfın içinde saklı olan melekût kısmı oluyor. Buraya kadar oldu mu?

Devam edelim şimdi: İkinci basamakta Üstad diyor ki, bunun tam tersi de olabilir yani olaya farklı bir açıdan da bakabiliriz. İşte benim anlamadığım yer burasıydı; yani kelime olarak anlasam da neden böyle bir bakışa gerek var kısmını anlamamıştım. Ama çok önemli imiş ve sadece bu şekilde bir bakış, asıl bakış imiş — iman eğitiminden sonra elde etmemiz gereken. Diğeri (birincisi) basit ve avam bakışı.

Peki nedir bu ikinci bakış? Şu: Burada da bir örnek ile gidelim; öğretmen Ahmet Bey.

Ogretmen, melekûtiyet kısmı. Fiziksel olarak Ahmet diye bilinen şahıs da mülk kısmı, ama bakın Ahmet’i tanımlarken ilk önce öğretmen sıfatını koyup ondan sonra Ahmet’e bakışımızı çeviriyoruz. Yani Ahmet ama hangi Ahmet? Öğretmen olan Ahmet… Melekûtiyet kısmı öne geçti ve mülkü tanımladı yani mülkün zarfı oldu. Bizim normalde mülk diye bildiğimiz Ahmet şahsiyeti de o zarfın içindeki mazruf oldu.

dur işaretiNeden böyle bir bakışa ihtiyaç var? Çünkü biz aslında normal hayatımızda herşeyin melekutiyet kısmı ile ilgileniyoruz — biz farkında olmasak da. Mesela, DUR işaretine baktığımızda, aslında burada köşeli bir metal var, kırmızıya boyamışlar, yolun ucuna dikmişler falan gibi fiziksel yani mülk cihetiyle ilişki kurmuyoruz. Böyle bir bakış açısı ile dünyada yaşayana deli derler.

Çünkü o işaret bir anlam taşır yani melekûtiyet boyutu olan bir semboldür, onun oraya konmasının espirisi de fiziksel olarak metali inceleyelim diye değil, üzerinde taşıdığı manaya dikkat edelim diye konmuştur. O da nedir? Bu işareti görünce şöyle bir kural var; onu hatırla ve ona uy.

Yani, melekûtiyet (anlam) kısmı zarftır; mülk kısmı (metal olması) mazruftur. Dünyada da yaşarken, bu ağaçtır deme; çünkü ağaç, mülk kısmının adıdır. Onun melekûtiyetine bakalım diye oraya konulmuştur o. Yani şöyle şöyle özellikleri olan bir Yaratıcının bana ayetidir. Ağaca ağaç demek, DUR işaretine bakıp bu kırmızıya boyanmış bir metal parçasıdır demekle aynıdır ve saçmalıktır. Ne kadar büyük bir farkmış??? Allah Allah !!!

Bilmem anlatabildim mi? Parçanın diğer geriye kalan kısmını da bu açıklama ışığında incelerseniz çok anlamlı olduğunu anlayabilirsiniz diye tahmin ediyorum.

Bir kez daha toplamak gerekirse, burada Üstad bize iman eğitiminden geçmiş birisinin eşyanın hangi yönü ile ilişkiye geçmesi gerektiğini anlatıyor ve çok inkılabi bir yaklaşım(mış).

Yazar hakkında

Mehmet Ali Akgün

Dini, insanın kendi gerçeği olarak tanımlamayı doğru buluyorum; dolayısıyla din ve getirmiş olduğu her türlü tanım, hayatın üzerine ekstradan konulan aksesuarlar değil, aksine, olmazsa olmaz kavramlardır demek çok insani bir tavır ve bana çok tatmin edici geliyor. Hal böyle iken, İslamiyet'i de insanın kendi gerçeğini teslim etmesi olarak tarif etmek mümkün. Böylece dinin neden fıtrat dini olduğu ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yapılan "dini" sohbetlerden hoşlanan birisi olarak katıldığım ortamlarda dikkatimi çeken bazı noktaları bu sitede ilgilenenlerin dikkatine sunmaya çalışacağım. İnşallah yararlı olur.

Yorum yazın