Ders Notları

Resulullah’ın Kur’an İle Kainattaki Tezahüre Mukabelesi: Miraca Liyakat

Resulullah'ın Kur’an İle Kainattaki Tezahüre Mukabelesi: Miraca Liyakat | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan (10. 03. 2024) Miraç Risalesi okumalarında “Hikmet-i Miraç” başlığı altında gündeme getirilen sorulardan birisi olarak “Şu miracı azim niçin Muhammedî Arabî (asm)’a mahsustur?” sualinin cevabıyla ilgili kısımlar okunup müzakere edildi. Geçen hafta başlanan ve son birkaç paragrafı önümüzdeki haftaya kalan metin aynı zamanda Resul’ü anlatan, onun temel risalet görevine dikkat çeken harika açıklamalardan oluşuyor. Metnin ilgili bölümünün tamamı şu:

“…Ulûhiyet, muktezâ-i hikmet olarak tezâhür istemesine mukabil, en âzamî bir derecede zât-ı Ahmediye (asm), dinindeki âzamî ubûdiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir.

Hem Hàlık-ı âlemin nihayet kemâldeki cemâlini bir vâsıta ile göstermek muktezâ-i hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil, en güzel bir sûrette gösterici ve tarif edici, bilbedâhe o zâttır.

Hem Sâni-i âlemin nihayet cemâlde olan kemâl-i san’atı üzerine enzâr-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşâhede o zâttır.

Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakàtında Vahdâniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en âzamî bir derecede, bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zâttır.

Hem Sahib-i âlemin nihayet derecede âsârındaki cemâlin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zâtîsini ve cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini aynalarda muktezâ-i hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil, en şâşaalı bir sûrette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu saray-ı âlemin Sânii, gayet hârika mu’cizeleri ile ve gayet kıymettar cevâhirler ile dolu hazîne-i gaybiyelerini izhâr ve teşhir istemesi ve onlarla kemâlâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en âzamî bir sûrette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu kâinatın Sânii, şu kâinatı enva-ı acâib ve zînetlerle süslendirmek sûretinde yapması ve zîşuur mahlûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhâl etmesi ve muktezâ-i hikmet olarak onlara o âsâr ve sanâyîinin mânâlarını, kıymetlerini ehl-i temâşâ ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil, en âzamî bir sûrette cin ve inse, belki ruhânîlere ve melâikelere de Kur’ân-ı Hakîm vâsıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîmi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gàyeyi tazammun eden tılsım-ı muğlâkını ve mevcudâtın “Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?” olan şu üç suâl-i müşkülün muammâsını bir elçi vâsıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir sûrette ve en âzamî bir derecede hakàik-ı Kur’âniye vâsıtasıyla o tılsımı açan ve o muammâyı halleden, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem şu âlemin Sâni-i Zülcelâli, bütün güzel masnuâtıyla Kendini zîşuur olanlara tanıttırmak ve kıymetli ni’metlerle Kendini onlara sevdirmesi, bizzarûre onun mukabilinde zîşuur olanlara marziyâtı ve arzu-yu İlâhiyelerini bir elçi vâsıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en âlâ ve ekmel bir sûrette, Kur’ân vâsıtasıyla o marziyât ve arzuları beyân eden ve getiren, yine bilbedâhe o zâttır.

Hem Rabbü’l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidad verdiğinden ve bir ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ ettiğinden; ve hissiyâtça kesrete ve dünyaya mübtelâ olduğundan, bir rehber vâsıtasıyla yüzlerini kesretten Vahdete, fânîden bâkîye çevirmek istemesine mukabil, en âzamî bir derecede, en eblâğ bir sûrette, Kur’ân vâsıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risâletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifâ eden, yine bilbedâhe o zâttır.” (Sözler, İstanbul 2020, YAY, s. 545-546).

Her ne kadar buradaki ifadeler Resul’ü (asm) tanıtan, onun işlevini tasvir eden cümleler ise de ben veya biz bu metni okurken kendinizle ilişkilendirebilmeliyiz. Daha doğrusu metni aynı zamanda o gözle okumalıyız. Gözümüzün önündeki “tezahürler”e, Resul’ün rehberliği ile bakarak Yaratıcıyı o özellikleriyle tanıdığımızda biz de kendi dünyamızda bir tür miraca mazhar olabiliriz. Resul bu tezahürlere mukabele ederek Onu kudretiyle, rahmetiyle, hikmetiyle tanıyarak ve tanıtarak “azim miraca” mazhar olmuşsa, biz de kainattaki “tezahürler”e, sergilere, vitrinlere yani faaliyetlere bakarak arkasındaki irade, ilim, kudret, rahmeti… görmek suretiyle mukabelede bulunarak Ona urûç edebiliriz.

Görüldüğü gibi metin Hz. Muhammed (asm))’ın “azim mirac”a mazhar olmaya liyakatini kısa paragraflar halinde on maddede özetliyor. Derste bu maddelerle ilgili olarak yer yer uzun, yer yer kısa açıklamalarla faydalı tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=rCOWAd1VkUM) müzakerelerde dikkatimi çeken birkaç noktaya işaret etmek istiyorum. Bunlardan birisi, -takdimcinin de altını çizdiği üzere- metinde bir tablodan bahsediliyor. Bu tablonun iki yönü var. Bir yönü itibariyle kainatta sürekli olarak cemal, kemâl, tezyinat, güzellik, nimetler, değişiklikler (tahavvülât) gibi çok sayıda ve çok açık tezahürler var. Bunlar o kadar aşikar ki bu “tezahür” yani görünme, kendini gösterme, sergileme… küçük-büyük her şeyde gözleniyor. Bir de bunun karşısında bu tezahürü ilan etme, buna dikkat çekme, anlamını açıklama var. Birincisi kainatın Yaratıcısının sergilediği, Ona bakan tezahür; ikincisi buna mukabele etme, bunu ilan etme ise yine Onun görevlendirmesiyle Resul’e bakan boyut. Mesela metinde üçüncü paragrafta, “Sâni-i âlemin nihayet cemâlde olan kemâl-i san’atı üzerine enzâr-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşâhede o zâttır” deniyor. Gerçekten aleme bakıldığında, alemin Yapıcısının ya da Ustasının her şeyi çok sanatlı, çok güzellikli yaptığını müşahede ediyoruz. Onun sanatını gösterme ve nazarları çekmeye yönelik iradesi o kadar bariz ki, söz gelimi, bir sineğin kanadını mükemmel yaptığı gibi gökteki yıldızları da mükemmel yaptığı anlaşılıyor. Bu tezahüre mukabil ise buna en güzel şekilde dikkat çeken, bunu ilan eden, O Sanatkârı bu yönleriyle tanıtan Resul (asm) oluyor. Sonuç olarak tablodaki “tezahür” Yaratıcının talebi, Ondan kaynaklanan özellikler; ona “mukabele ve onu ilan” Resul’ün (asm) görevi olarak ifade olunuyor. Bu açıdan bakıldığında bu vazifeleri yapma konusunda Hz. Muhammed’in konumu, dolayısıyla miraca liyakati açıkça görülüyor, böyle bir görevi hakkıyla yapan başka bir şahsiyet yok çünkü.

İkincisi, -takdimcinin dile getirdiği üzere- her ne kadar buradaki ifadeler Resul’ü (asm) tanıtan, onun işlevini tasvir eden cümleler ise de ben veya biz bu metni okurken kendinizle ilişkilendirebilmeliyiz. Daha doğrusu metni aynı zamanda o gözle okumalıyız. Gözümüzün önündeki “tezahürler”e, Resul’ün rehberliği ile bakarak Yaratıcıyı o özellikleriyle tanıdığımızda biz de kendi dünyamızda bir tür miraca mazhar olabiliriz. Resul bu tezahürlere mukabele ederek Onu kudretiyle, rahmetiyle, hikmetiyle tanıyarak ve tanıtarak “azim miraca” mazhar olmuşsa, biz de kainattaki “tezahürler”e, sergilere, vitrinlere yani faaliyetlere bakarak arkasındaki irade, ilim, kudret, rahmeti… görmek suretiyle mukabelede bulunarak Ona urûç edebiliriz. Çünkü Kur’an ve Resulullah, “miraç” diye isimlendirilen bu “mukabele”de bulunmanın nasıl gerçekleştiğini tasvir ederek yalnızca bizi Resül’e hayran bırakmak için olmamalıdır. Kur’an’ın ve Risalet görevinin maksadı da bu olamaz. Ayrıca bu hayranlık duygusu, bizim böyle bir “gece yolculuğu” ve kainatın yaratılışında gerçekleşen Yaratıcısının özelliklerini, Sıfat ve Esmasını detaylarıyla birlikte tanıtılması “seyahatini” onaylamamıza da bir katkısı olmaz. Ancak itimada dayalı olarak “Madem öyle oldu diyor Kur’an, olmuştur” deyip geçeriz. Bu peşin hükme dayalı genel kabul bizim imanımıza ve kulluk faaliyetlerimize de fazla bir şey katmaz. Böyle bir yaklaşımla insanlar tatmin olmadıkları için inkara bile gidebilirler, ki böyle eğilimlerin izlerini görüyoruz. Bu vakıanın yaratılması bizim hayatımızda bir karşılık bulmalıdır ki, hem Kur’an ve hem de Resulullah’ın nakillerini tasdik edebilelim ve hem de onlardan faydalanabilelim.

Sonuç itibariyle Hz. Muhammed (asm) kainat sahibinin eserlerinin, isimlerinin, sıfatlarının tezahürüne karşı mukabele ve ilanını temelde elindeki Kur’an ile yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında Kur’an kainatı okuyan kitap hükmündedir. Ama aynı zamanda Resul (asm) Kur’an’ın açıklaması ve hayata yansıtılması demek olan sünnetlerinde hem bu çerçevede hadisler vârid buyurmuş hem de bu tezahüre karşı nasıl bir hamd, tesbih, şükür, tanıma ve dua ile mukabele etmek gerektiğini fiilen göstermiştir.

Üçüncüsü, metnin bazı paragraflarının sonunda ifade olunduğu, müzakerelerde de birkaç kez vurgulandığı üzere kainatta gördüğümüz “tezahür”e karşı Muhammed (asm)’ın mukabele ve dellallığı elindeki Kur’an vasıtasıyla gerçekleşiyor. Mesela dördüncü paragrafta geçen, “Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakàtında Vahdâniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en âzamî bir derecede, bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zâttır” ifadesi bunun açık bir örneğidir. Resul-i Ekrem (asm) Kur’an’daki birçok ayetle Yaratıcının vahdaniyetini ilan etmiştir. Başka bir ifadeyle Yaratıcının hiçbir şeyde, hiçbir şekilde “şeriki” olmadığını, her zaman, her şeyin Onun irade ve kudretiyle gerçekleştiğini dile getirmiştir. Mesela göklerde ve yerde şaşmaz düzen ve uyuma işaret ederek “Eğer Allah’tan başka ilahlar olsaydı düzen bozulur, her şey fesada giderdi” buyurmuştur (Enbiya 21/22). Bu ayet bize şu mesajı veriyor: Kainatın varlığını gerçekleştirecek ve gördüğümüz şekilde düzenli, hikmetli, devamlı yeniliklerle donatılarak, süslendirilerek, faydalar gözetilerek, tüm kainatı bilerek yönetebilecek bir özelliğe sahip kainat içinde ve onun cinsinden olan hiçbir varlık göremezsiniz, yoktur. Kainatta var olanların hepsi istisnasız var edildikleri hallerin dışına çıkabilecek hiçbir özelliğe sahip değiller. Eğer kainatta böyle özelliğe sahip olan bir varlık olsaydı gözlemlediğimiz kainatın varlığının gerçekleşmesi mümkün olmazdı.

Sonuç itibariyle Hz. Muhammed (asm) kainat sahibinin eserlerinin, isimlerinin, sıfatlarının tezahürüne karşı mukabele ve ilanını temelde elindeki Kur’an ile yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında Kur’an kainatı okuyan kitap hükmündedir. Ama aynı zamanda Resul (asm) Kur’an’ın açıklaması ve hayata yansıtılması demek olan sünnetlerinde hem bu çerçevede hadisler vârid buyurmuş hem de bu tezahüre karşı nasıl bir hamd, tesbih, şükür, tanıma ve dua ile mukabele etmek gerektiğini fiilen göstermiştir. Öte yandan moderatörün belirttiği üzere, kainatta baştan başa sanat, güzellik, hikmet, rahmet gibi tezahürler varsa da, -bir bakıma- bunları kaynağı ile irtibatlandırmada kainat sessizdir yahut kısık seslidir. Sessizliği giderecek yahut tezahürlerin arkasındaki anlamı açıkça seslendirecek rehbere ihtiyaç vardır. İşte Peygamber (asm) temel görevi itibariyle budur: Kainattaki eserlerle kainat sahibini tanıtan bir şahsiyet olması! Ne var ki bırakalım başkalarını Müslümanlar da Peygamber’i (asm) bu yönüyle tanımıyorlar. Miraç olayının bize nakledilmesinin hikmeti, Resulullah’ın (asm) böyle bir seyahate tabi tutulması ile nasıl bir risalet görevine tayin edildiğini ve miraçta gerçekleşen eğitimin meyvesi olan Kur’an mesajının nasıl bir özelliğe sahip olduğunu göstermek içindir. Özetle ifade etmek gerekirse: Miraç, Yaratıcının bilinçli varlıklara Kendisini tanıtmak üzere gerçekleştirdiği kainata Kur’an’ın nasıl mukabele ettiğini Resulullah’a müşahede ettirerek en layık bir “Kur’an öğretmeni” olma eğitimidir.

Sonuç olarak ders ilgili paragrafların açıklamaları ve zaman zaman verilen somut örneklerle verimli bir şekilde devam etti. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum