Ders Notları

Resûlün, Yaratıcıyı “Yaratıklar” Üzerinden Tanıtması

Resûlün, Yaratıcıyı “Yaratıklar” Üzerinden Tanıtması | Ha-Mim

Orta ve yüksek öğretimde İslam tarihi, siyer ve hadis gibi derslerde belli belirsiz bazı işaretler almış olmakla birlikte, Hz. Muhammed’in (asm) en büyük özelliğinin “Yaratıcıyı tanıtmak” olduğunu öğrenmeyi Risale derslerine borçluyum. Risalelerin, içinde yaşadığımız varlık alemini, -bir bakıma- varlık aleminin “tercümesi” olan Kur’an’ı ve nihayet Kur’an’ın kendisiyle gönderildiği Hz. Muhammed’i (asm) bize “Rabbimizi tanıtan en büyük küllî muarrif/tanıtıcı” olarak takdim etmesi bana son derece makul gelmiştir. Elbette Resûlün görevi bundan ibaret değildir; Resûl benim için Rabbi tanıtarak Onun mesajlarını bize bildiren, bizatihi bu mesajları kendi hayatında yaşayarak kılavuzluk yapan bir kimsedir. Siyer ve İslam tarihi okumaları ile hadis nakillerini bu gözle okuduğumda ya da okumaya çalıştığımda, Resûlullah’ı hem daha doğru tanıma yolunda olduğumu hem kendimi ona daha yakın hissettiğimi, hem hayatımda onun sünnetine tabi olmaya gayret etmenin ne kadar gerekli ve lezzetli olduğunu hisseder gibi olmuşumdur. Benim için Hz. Muhammed, bana her şeyden evvel “Allah’ı tanıtan, Onun uluhiyetine ve uluhiyet tecellilerine karşı benim insanî olarak nasıl mukabele edeceğimi kendi hayatıyla fiilen gösteren” bir şahsiyettir. 

Peki, Hz. Muhammed, birinci görevi olarak Rabbi nasıl tarif ediyor? Uluhiyet hakkında “O şöyle şöyle özelliklere sahip olandır” diye liste mi veriyor yahut kalıp sözler mi sıralıyor? Liste ile yahut klişe sözler ile Rab tanınır mı? Elbette ki hayır. Sözü getirmek istediğim yer tam da burası. Hafta sonu yapılan müzakereli bir derste (https://www.youtube.com/watch?v=nmi3yOsB6-8) okunan metinle ilgili olarak (31. Söz, Miraç Risalesi) birçok tali konunun yanında Resûlün Rabbi nasıl tanıttığına dair güzel bir müzakere ortaya konuldu. Metinde, çok mahir bir Sultanın mükemmel bir saray inşa ettikten sonra, bir “yaver’ini görevlendirerek “sarayın sanatkârını sarayın müştemilatıyla tanıttırmak istemesinden” söz ediliyordu. Temsilde kainat saraya benzetiliyor, yaverin yani Resûlün insanlara, sarayın sahibini, sayardaki sanat eserleriyle (nukûşuyla, acâibiyle) tarif etmesine değiniliyordu. Ayrıca Resûlün saraya girme adabı ve seyrin merasimini bildirme, görünmeyen saray sahibinin marziyyat ve arzuları dairesinde teşrifat merasimini tarif etme” gibi görevlerine de işaret ediliyordu. 

“Kainat sarayının sahibi birisini gönderiyor. Benim cinsimden birisini. O elçinin benim şartlarımda, şu dünyadaki varlıklarda gözlenen özelliklerin kaynağını göstermesi gerekiyor. Bu özellikler üzerinden Varlık Kaynağını tanıtması gerekiyor. Dolayısıyla biz Resûlü anlamaya çalışırken, onun hayatının şu dünya şartlarında gerçekleşmiş bir hayat olduğunu asla unutmayacağız. Resûl eğitimini, terbiyesini şu dünya şartlarında, dünyadaki malzemeleri kullanarak yapacaktır.

Müzakere şöyle başladı: “Kainat sarayının sahibi birisini gönderiyor. Benim cinsimden birisini. O elçinin benim şartlarımda, şu dünyadaki varlıklarda gözlenen özelliklerin kaynağını göstermesi gerekiyor. Bu özellikler üzerinden Varlık Kaynağını tanıtması gerekiyor. Dolayısıyla biz Resûlü anlamaya çalışırken, onun hayatının şu dünya şartlarında gerçekleşmiş bir hayat olduğunu asla unutmayacağız. Resûl eğitimini, terbiyesini şu dünya şartlarında, dünyadaki malzemeleri kullanarak yapacaktır. Bu husus, gerek Kur’an’ın verdiği temsilleri anlamada gerekse hadis okumalarında birinci derecede öncelikli bir konudur. Bu bağlamda, onun gösterdiği harikuladelikler yani mucizeler beni ilgilendirmez. Ne demek bu? Onun bu dünyanın şartları ile ilgili olmayan mucizeleri benim ona itimadımı sağlar ama beni eğitmez. Yani o (asm), bana da mucize gösterme yolunu öğretiyor olamaz. Mucizeler insanlara rehberlik yapmak için değildir. Mucizeler, kainatı kuran Yaratıcının, koyduğu kanunu değiştirmek suretiyle, Resûlün resûllük görevini belgelemesinden ibarettir…”.

Müzakere şöyle devam etti: “Kur’an’da gerek Hz. Muhammed gerekse önceki peygamberle ilgili birçok ayet var; bu ayetlerde peygamberin davetine karşı çıkanlar ısrarla, ‘Bize bir mucize göster’ derler, diye. Ama Kur’an bu taleplere karşı, ‘Biz de şöyle şöyle mucizeler gösterdik’ demez. Peki ne der ya? Çok ilginç; ‘Onlar kafirlerin ta kendilerdir, onlar hakikati yalanlayanların ta kendileridir’ der. İnsanın şöyle diyesi geliyor: ‘Ey Rabbim, senin kudretin yetmez mi ki, gösteriver mucizeleri Resûlün gözleri önünde’. Ama bu gerçekleşmez. Neden? Çünkü insanlar Resûl ile gönderilen mesajı tasdik etmekle yükümlüdürler. Yoksa Resûlün harikulade olaylarını görerek, ‘Ne yapalım, Yaratıcı bu kişiyi göndermiş, gösterdiği harikuladeliklerden belli; biz de onu takliden onun her dediğini kabul edelim gitsin’ diyemez, dememelidir. Daha açık ifadeyle, mesela Resûl hemen bir mucize gösteriverse, ben de bunu görünce, ‘tamam, Yaratıcı seni görevlendirmiş’ dersem, Resûl ile gönderilen mesajı tasdik etmek üzere çalışmamış olur, böylece de kendimi eğitimden uzak tutmuş olurum. Halbuki o mesaj benim hayat şartlarımda, bana eğitim veren mesajdır. Ta ki şu dünyanın yaratılışındaki ana maksat olan Rabbi tanıma görevimi Resûl aracılığıyla gerçekleştirebileyim. Tekrarlamak ve teyit etmek gerekirse mucizeler, Resûlün insanlara ulaştırmak üzere verilen mesajın taklit edilmesine vesile olmamalıdır. Yani, ‘eh ne yapalım canım, bak harikulade olaylar gösterdi, o halde o, melekler var diyorsa vardır, ahiret var diyorsa vardır, kabul edelim’ denilemez…”.

Metindeki mesaj çok açık olduğu için ben kendi dünyamda, Resûlün “saray sahibini sarayın müştemilatı ile tanıtması” fikrini somutlaştırmaya çalıştım. Resûl evvel emirde bunu vahiy ile yapıyor. Elinde, kainatı Yaratanın konuşması olarak bildirdiği Kur’an bulunan Resûl, vahyin rehberliğinde insanın yaratılışından yağmurun yağmasına, güneşin lambalığından ayın takvimliğine, yağmurla kuru topraktan bitkilerin bitirilmesinden rüzgarın esmesine, arının bal vermesinden ağaçların meyveye durmasına, kuşların uçmasından denizin üzerinde gemilerin yüzdürülmesine kadar alem sarayındaki varlıklar, yaratılışlar, olaylar ve bunlarda görülen tarifsiz sanat ve incelikler üzerinden Yaratıcının ilim, irade, kudret, rahmet, hikmet gibi özelliklerini tanıtıyor. İkinci olarak Resûl çeşitli vesilelerle beyan ettiği söz, takrir ve fiillerinde hem bu hakikati dile getiriyor, tekrar ediyor hem de bunun gerektirdiği tutumu kuşanarak örneklik ortaya koyuyor. Söz gelimi, o (asm) bir hadisinde, “Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden iki ayettir” diyerek (Buhari, “Küsuf”, 2) aslında yaratılan her şeyin Rabbin varlığına, birliğine ve diğer özelliklerine delalet eden ayetler olduğuna işaret ediyor, başka bir sefer ay için, “Ey ay, benim de senin de Rabbin Allah’tır” (Tirmizi, “Daavât”, 50) diyerek aynı hakikate dikkat çekiyor. 

Tekrarlamak ve teyit etmek gerekirse mucizeler, Resûlün insanlara ulaştırmak üzere verilen mesajın taklit edilmesine vesile olmamalıdır. Yani, ‘eh ne yapalım canım, bak harikulade olaylar gösterdi, o halde o, melekler var diyorsa vardır, ahiret var diyorsa vardır, kabul edelim’ denilemez…”.

Tekrar derse dönersem, ilgili müzakerede, Resûlün Yaratıcıyı tanıma vesilesi olarak sunduğu kainat konusunda, günümüzdeki tabloya işaret edilerek şöyle denildi: “Bugün neredeyse bütün dünya kainatı çalışıyor. Ama ortada bir şey yok. Hangi anlamda? Resûlün dikkat çektiği anlamda. Evet, bu çalışmanın neticesinde teknolojik ürünler var, ama bu kainat nedir, nereden geldi, biz niçin buradayız, bizden ne isteniyor? Nedir bu varlığın gerçek anlamı? Pek oralı değil insanlar. Çalışıyorlar, niçin? Kainatı daha çok sömürmek için. Yani ‘kainatın sırlarını bulayım da, daha çok teknoloji üretip daha çok para kazanayım’ yahut ‘daha çok egomu tatmin edeyim’ yahut gurur vesilesi olarak ‘daha çok silah üreteyim’ diye. Adamların maksadı bu! Resûlün görevi ise, tekrarlıyorum, bu kainat sarayının sahibini, kainattaki eserler, varlıklar ve nakışların şahitliği ile yani bu nakışların inceliklerini atom altı dünyasına girerek, galaksiler alemine ulaşıp oralardaki tecelliler üzerinden tanıtmak, bildirmek…”.

Müzakere şu ifadelerle sona eriyor: “Günümüzde insanların kainatla ilişkisi, kainat çalışmalarına yoğunlaşması, Resûlün getirdiği mesajlarla taban tabana zıt. Peki, müminler kainat ile iç içe olmayacak mı, kainat çalışması yapmayacak mı? Elbette yapacaklar, yapmalılar. Ama nasıl? Resûlün gösterdiği, öğrettiği usul çerçevesinde. Yani Yaratıcıyı tanıma odaklı olarak”.

Bu müzakerenin verdiği mesaj çerçevesinde şöyle dua ediyorum: Rabbimiz, hepimize Resûle tabi olarak kendisini “yaratıklar” üzerinden tanımayı, Onun ilim, kudret, irade, rahmet, hikmet gibi sıfatlarını bu alemdeki tecellileri ile tanıyıp tasdik etmeyi, bu tasdikin gerektirdiği insanî tavrı gerçekleştirmeyi ihsan etsin. Amin.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın