Ramazan, Kur’an ayı. Tutulan oruçlar dünyamıza Kur’an’ı taşıma araçları. İftarlar, Kur’anî dünya görüşünün uygulamaya konduğu en zevkli anlar.
Alemlerin Rabbinin ikramını, ikrama mazhar olmanın bilincini paylaşabileceğiniz bir veya birkaç dostunuzla birlikte karşılamak için iftarlar güzel bir vesiledir.
Bir dostumuzla birlikte iftar sofrasındayız. Meyve ile başlayan iftarımızda, Kur’anî dünya görüşünü meyve üzerinde konuşarak uygulamaya koymak nasip oldu.
Ben matematik eğitimi falan almış birisi değilim. Anlamam da matematikten. Bakmayın şimdi matematik bilirmiş gibi konuşacağımıza. En basit düzeyde bir matematikten bahsedeceğiz. Yani şu bir, iki, üç… Bir bir daha iki eder, gibi basit şeyler. Sizin de matematik bilmenize gerek yok sohbetimize katılmanız için.
Elma, yaratıcımızın her mevsimde bir başka türünü yarattığı bir meyve. Diğer meyvelere göre de ucuz olduğu için fakirlerin sofrasında bulunması diğer meyvelerden daha çok muhtemel. Bu nedenle olsa gerek neredeyse bütün “nimet-i İlahi” örnekleri elma üzerinden verilir. Bizimkisi de öyle oldu.
“Şu elmayı siz buyurun. Şu ikinci elmayı da ben alıyım. Lüfen şükredelim diye yaratılmış şu elmalar garip kalmasınlar. Hem biz yiyerek şükredelim ve hem de elmalar insan hayatı mertebesine çıksınlar.”
Tabakta elma kalmadı, insanî hayat mertebesine ulaştılar.
“Tabakta kaç elma vardı?”
“İki.”
“Şimdi kaç elma var?”
“Sıfır elma var.”
“Ne demek ‘sıfır elma’ var? Elma var mı, yok mu?”
“Elmanın yokluğuna ‘sıfır elma’ diyerek işaret etmek istedim.”
“Şimdi felsefe yapma. Ne güzel iftarımızı yapıyoruz, dînî bir amel işlerken felsefe yapmanın ne alemi var!”
“Hayır valla felsefe melsefe değil maksadım, tam da dînî bir konuya temas etmek istemiştim.”
“Peki, ‘sıfır elma’ ne demek?”
“Şimdi biz elmayı biliyoruz, yedik, tattık, memnun olduk, varlığını kesin tecrübe ettik. Bize bu elmaları yaratıp, hazırlayıp, paketleyip, ‘Haydi buyurun, yeyin’ diyene teşekkür ettik, değil mi?”
“Fazla o yönüne dikkat etmemiştim ama hatırlattığın için teşekkür ederim.”
“Elmanın varlığından haberdar olduktan sonra, hiç elma kalmadığını ifade etmek için ‘sıfır elma’ dedim. Yani, varlığının farkında olduğumuz elmanın şu anda yalnızca bizim için ‘yok’ olduğunu bildirmek için dedim bunu.”
“Evet, elma var ama, şu anda biz elmaya sahip değiliz. Doğru. Yani, ne demek istiyorsun?”
“Cennet ve Cehennemin benim için ne demek olduğunu anlamaya çalışıyorum da.’
“Ne alakası var? Dedim ya, sen hep felsefe yaparsın.”
“Dinle bak, iş gerçekten ciddi. ‘Felsefe yapıyorsun,’ diyerek düşünmekten, insanî duygularımızı kullanmaktan kaçmamalıyız. Madem Yaratıcımız bize bu özellikleri vermiş, kullanalım. Elmayı verince yiyoruz da, duygularımızı verince neden kullanmıyoruz? Nankörlük yapmamamız, bize verilen aletleri kullanmamız, değerlendirmemiz lazım.”
“Peki, peki. Cennet ve Cehennem ile bu konunun ne alakası var?”
“Biliyorsun, Risale-Nur gerçekten çok değerli bir tefsir.”
“Tabi, biz çok severiz o mübarek zati. Okumak lazım eserlerini, fırsat buldukça da okuruz canım.”
“Şu cümlesini hatırlıyor musun? ‘Cennet olmazsa Cehennem yakmaz.’ der?”
“Evet, hep okuruz, abiler, kardeşler de hep naklederler. Gerçekten ne demek bu?”
“Biz elmayı gördük, yedik, memnun olduk ya. İşte ancak bundan sonra ‘elmanın yokluğu’nun farkına varırız, eğer tabağımızda hiç elma kalmadı ise. Eğer elmayı bilmeseydik, ‘Elma yok’ anlamında ‘sıfır elma var,’ der miydik?”
“Hayır, bilmiyoruz ki elma vardı da şimdi artık yok.”
“Elmayı bilen, seven birisi, elma olsun ister. Eğer elinde elma yoksa, eksikliğinin verdiği bir özlem yaşar, ‘Keşke elma olsaydı,’ der. Mesela, bir tür meyve var ama siz hiç bilmiyorsunuz bu meyvenin varlığını, hiç o meyve için, ‘keşke olsaydı’ der misiniz?”
“Hayır, bilmiyorum ki böyle bir meyve var. Özlemini de çekmem.”
“İşte, ‘sıfır elma var,’ diyen bir kişi, elmanın varlığını bilen bir kişi olmalıdır. Şimdi hatırlayalım, Risale-i Nur’daki, ‘Eğer Cennet olmasaydı, Cehennem yakmazdı,’ cümlesini. Cehennem ehli, elmanın varlığından haberdar olmasaydılar, elmanın yokluğundan dolayı bir özlem çekerler miydi?”
“Hayır. Bilmezlerse çekmezler. Ama Cehennem azap yeridir, diye biliyoruz.”
“Evet, neyin azabı çekilecek? Varlığından haberdar olduğumuz, beğendiğimiz, arzu ettiğimiz şeylere sahip olmamanın azabı değil mi? Tabakta ‘sıfır elma’ kalınca, ‘Keşke biraz elma olsaydı. Bak, şimdi elma yok,’ diyoruz.”
“Yahu, valla şimdi anladım, sen felsefe yapmıyormuşun. Şunu doğrudan söyleyiversene.”
“Meselenin özü burda, biz Cehennemi azap yeri falan derken, galiba ne dediğimizin pek farkında değiliz. İnsan, Yaratıcısını tanıyacak özelliklerle donatılarak yaratılmış. Bu özellikler insana ‘elmalar’da yansıyan Yaratıcısının özelliklerini hatırlatıyorlar. Eğer biz bu dünyada o elmaları yiyip de, Yaratıcılarını tanımaz ve Ona teşekkür etmezsek, o elmalarla bize Kendisini tanıtan Yartıcımızın bizi nimetlendirmesine, tatlı, lezzetli, güzel kokulu vs özellileriye bize Kendisini tanıtmasına, bize ikram etmesine karşı eğer biz nankörlük edip de Onu tanımaz isek, teşekkür ile karşılık vermez isek, bunun karşılığında ahirette, tekrar o ikramlara mazhar olmak istediğimizde, ‘sıfır elma’ ile kalacağız. Yani, ‘sıfır ikram, sıfır nimetlendirme, sıfır lezzet alma vs’ ile karşı karşıya kalacağız. Düşün bir defa, susamışsın, su istiyorsun, sana ‘sıfır su’ veriliyor. Üşüyorsun, ısınmak istiyorsun, sana ‘sıfır ısı’ veriliyor. Acıkmışsın, yemek istiyorsun, sana ‘sıfır yemek’ veriliyor. Sıcaktan bunalmışsın, serinlemek istiyorsun, sana ‘sıfır serinlik’ veriliyor. Ne yaparsın?”
“Cehennem dediğin yer burası olmalı.”
“Evet, Kur’an’da Cehennem için:
نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ
104:6-7 “Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar.”
Ayrıca,
لَّا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا
78:24 “Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek.”
Daha böyle çok ayetler var. Cehennemden sakınmamız için bizi uyarıyorlar. Taki ‘sıfır elma’lar ile karşılaşmayalım.
“Şimdi anladım, ‘Cennet olmasaydı, Cehnnem yakmazdı’ ne demekmiş. Gerçekten de varlığından haberdar olduğum ve daima gerçekleşmelerini istediğim güzelliklerin, mutlulukların, zevklerin devamını istiyorsam, onların Kaynağına müracaat etmeliyim. Değilse, ‘tabiidir bunlar, burada kendi kendilerine oluşup duruyorlarmış’ gibi muamele edersem, ahirette, ‘Haydi, tabiatten iste de versin sana, bu ihtiyaçlarını kendi kendine karşılasın,’ diye cevap verildiği yerdir Cehennem. Demek ki, ‘Doğal su’ içmemeliyim. ‘Rahmet’in tecellisi’ni içmeliyim ki, Rahmet’e mazhar olurum. Aman, Allah korusun böyle bir durumda olmak hiç mi hiç istemem.”
“Evet, ben de. Öyleyse, ebedî mutluluğu temsil eden, Yaratıcımızın bütün Sıfat ve Esmasıyla tecelli ettiği yer olan Cenneti özlemek ne kadar doğru ise ‘sıfır’larla başbaşa kalmak da o kadar yanlıştır. Hayatımızı ‘sıfır’lara harcamamız lazım, değil mi?”
“Tabiat bir ‘sıfır’ temsilcisi, tembellik bir ‘sıfır’ temsilcisi, insanın kendi gerçeğini unutarak, ‘Ben istediğimi yapar, zevkime bakarım, Nimetlerin nereden geldiğiyle ilgilenmem,’ demek bir ‘sıfır’ ile kendini kandırmak demektir.”
“Şimdi elma ile bize neyin hatırlatıldığını anladık, değil mi? Sakin ola ki, ‘sıfır’a indirgeme yediğin, memnun olduğun ve memnuniyetini ebediyen özlediğin bu ikramları. Cehennem ‘sıfır’ların yeridir. Cennet, ebedî varlığın yeridir.”
Risale-i Nur’un ifadesiyle, “Cehennem, adem alemlerinin toplandığı yerdir.”
‘Sıfır’ların ateşine dayanabileceğin kadar gafletle geçir ömrünü!