Usûle Dair

Şuur-u İmanînin Önemi

Şuur-u İmanînin Önemi | Ha-Mim

Hep beraber “pişiriliyoruz”, “olgunlaştırılıyoruz” bu dünya hayatının güneşi altında. Bu güneşin ışığı altında çürümemek için ne yapmamız gerekir?

İleriye sürülen fikirler değil, zahirde yapılagelen aktiviteler (ameller) değil, onların üzerine oturduğu, kendimiz ile Rabb arasındaki kurduğumuz ilişki önemlidir. Ne benim, imanın hakkaniyetini ispat etmek için insanlara sunduğum “fikirlerim” ve ne de benim dinimin gereği adına, Müslümanlığım adına, etrafımdaki Müslümanlardan gördüğüm dini faaliyetler adına, kültürdeki normlar adına, insanlık adına vs. adına yapmış olduğum “ameller” önemlidir. “Peki, nedir önemli olan?” derseniz, insanî bilincimiz ile kendi iç dünyamızda taşıdığımız “aslanlar” önemli.

Her yiğidin gönlünde yatan bir aslan vardır. Bu aslanı (siz buna “ene” deyin, “enaniyet” deyin, “nefis” deyin, “şeytan” deyin, “ruh” deyin, farketmez) terbiye etmek önemlidir. Bu aslanı Rabbinin karşısına koyup, “Ente Rabbi ve ene abduke’l-aciz”1“Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim. diyecek bir “ihtiyaç” halinde olduğunu idrak etmesi için “sa’y” etmemiz gerekir. Aksi takdirde, “iman hakikatlarını çok iyi biliyorum, hepsinin hakkaniyetini ispat edebilirim, elhamdülillah” veya “dini görevlerimi yapıyorum, hatta fazlalarıyla (nafileleriyle, ki “nafile” konusunu ayrıca ele almayı düşünüyorum) elhamdülillah” deyip “Abd-i aciz” olarak değil, “Ben benim, sen sensin” diyerek yaşayıp gitmemiz mümkün.

Bu dünyanın ve özellikle kendimin sırrını falan çözmüş değilim. Fakat şunun farkına vardım: Üç aşamalı bir “seyr-u sülûk”tan geçiyoruz.

1- Bilmeden olmuyor. Bilmek, aklen ikna olmak şart. Aklı atlayan kendini hayal veya tasavvur dünyasında bulur. Bundan emin gibiyim. Bu işin başıdır.

2- Bunu kasıtlı olarak şimdilik atlıyorum.

3- Seyr-u sülûk”un 3. aşaması da “amel”dir.

Eğer birinci ve ikinci aşamalar tamamlandı ise “sahih-salih” bir amel olur. 1. ve 2. aşamalar gerçekleşmedi ise yapılan amelin de bir değeri olmaz. (Nifak burada başlar.) 2. Aşaması gerçekleşmemiş olan bir (bilgi) ile, yine 2. aşaması gerçekleşmemiş olan “amel” aynı şekilde “nifak”tan kurtulmuş olamaz.

“Peki nedir bu 2. aşama ki, her şey aşağı yukarı orada düğümleniyor?”

Şöyle bir ayet var:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

​”​Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin (kendi iç dünyasının -yani yukarıda bir sembol olarak kullandığım “aslan”ın) ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.​” Kaf Suresi, 50:16​.

Bir de şu iki ayete dikkat etmek lazım:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

“​Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.​”

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

​”​Artık kullarımın arasına gir.​” Fecr Suresi, 89: 28-29​

Rabbimizi tanıyıp, Onun bizim Rabbimiz oluşunu farkedip bu durumdan memnun olup ve dolayısıyle de O’nun bizden memnun olduğunu bilip, farketmektir.

En zoru da O’nun “kulları” arasına girmektir. Yani, kendimizin yalnız ve yalnızca O’nun kulu olduğumuzun bilinciyle yaşamaktır.

Yani bilgi kendi başına, “Şuur-u İmanî” değildir. Amel de mutlaka kendi başına Şuur-u İmanî’nin tezahürü değildir. Sanki bu bilgi ile başlayan ve amel ile biten, ortada her ikisine de (katalizör gibi) kıymet kazandıran bir “unsur” daha var ki, o da insanın bir kul olmak için donatıldığını bilip, insanî tüm duygularını kul olma yönünde kullanmasıdır. Kendisinin kul, varlığının Malik’inin de o kulun Rabbi olduğunun bilincinde olmayı hedeflemesidir. Şu dünya güneşinin altında pişmek, olgunlaşmak, yani, dünya şartlarında bize sunulan esbap dairesinin imkanlarını böyle bir bilince ulaşmak için kullanmaktır.

Esas olan, iç dünyamızda, gönlümüzde yatan aslanın bize neler teklif ettiğinin farkında olup, o beklentilerden, emellerden kendimi temizlemek için sa’y (bilinçli bir şekilde tercihimi yapıp gayret) etmemdir.

وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا
“Kim de ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.” İsra Suresi, 17: 19

Yani, yaptığımız tefekkür faaliyeti (1. Aşama) ve amel diye tarif ettiğimiz ibadet faaliyetleri (3. Aşama), imanın iktiza ettiği şekilde yalnızca O’nun kulu olmanın bilinciyle ifa edilmiş ise işte o gayret ebedi hayatta karşımıza “şükre layık” bir “sa’y” olarak çıkacaktır.

Demek ki, 2. Aşama her şeyin can damarını oluşturuyor. İnsanın yaratılmışlığının bilinciyle, Malikini tanıyıp, O’nun insanın Rabbi oluşundan (dikkat: kendi emellerini gerçekleştirmekten değil!) memnun olması, yalnızca O’nun kulu olduğunun bilinciyle, aklını, kalbini, bedenini, fiillerini kullanırsa (sa’y) ederse, işte ebedi hayatımız bu bilinçliliğe göre mükafatlandırılacak.

Özet olarak, ne iman konusunun içeriği hakkında bilgi sahibi olmak (1. aşama) ve ne de bir Müslümanın yapması beklenen amelleri yapmak kendi başlarına bir şey ifade ediyor. Aradaki bağlaç olan وَهُوَ مُؤْمِنٌ, yani O’nun kulu olmanın bilinciyle ifa edilmiş sa’ylerdir bizim gerçeğimiz.

Yani, gönlümüzde yatan aslanı iyi tespit etmemiz lazım. Ne, “Ben biliyorum, imanın esaslarının gerekçelerini tek tek ispat edebilirim” demek; ne de, “Ben İslam dininin bana sunduğu bütün amelleri ifa ediyorum” demek kulluk vazifesini ifa etmiş olmak demektir.

Her iki aşama da (yani 1. ve 3. aşama) olmazsa olmaz faaliyetlerdir. Fakat her iki aşamayı da ebedî hayatımızda karşımızda bulmak istiyorsak, 2. aşamayı, 1. ve 3. aşamaların ortasına yerleştirmiş olmak için sa’y etmemiz gerekiyor.

Kanaatimce, Risale-i Nur’un dilinde buna “Şuur-u İmanî” deniyor.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın