Risale-i Nur Okumaları Usûle Dair

Ubudiyet Anlayışı

Ubudiyet Anlayışı | Ha-Mim

Mesnevi-i Nuriye, 10. Risale’den *

İ’lem eyyühe’l-aziz! Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatıdır. Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir. Meselâ, insanın en güzel bir surette yaratılışı, ubudiyeti iktizâ eden sâbık bir nimet olduğu ve sonra da, imanın îtâsıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sabık nimetlerdir. Evet, nasıl ki midenin îtâsıyla bütün mat’ûmat îtâ edilmiş gibi telâkki ediliyor; hayatın îtâsıyla da, âlem-i şehadet müştemil bulunduğu nimetler ile beraber îtâ edilmiş gibi telâkki ediliyor.

Ve keza, nefs-i insanînin îtâsıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır. Kezâlik, imanın îtâsıyla, mezkûr sofralarla beraber, Esmâ-i Hüsnâda iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor. Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devam ile hizmete mülâzım olmak lâzımdır. Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler, mahzâ Onun fazlındandır.

*Aşağıdaki bölüm, 24 Mayıs 2014 tarihinde Ali Mermer ile yapılan müzakerede alınan notlardan oluşmaktadır. Sohbetin ses kayıtlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Ubudiyet: Nimetlere fiyat biçme

Ubudiyet kelimesinden ne anlıyoruz? Bizim en büyük problemimiz ubudiyettir. “Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatıdır” cümlesi ana önermedir. Ubudiyet deyince aklımıza namaz, oruç gibi bedenen yapılması gereken dinen zorunlu ameller gelir. Evet doğrudur, bedenin böyle ibadetleri yapmaya ihtiyacı vardır ve böyle bir disipline girmemiz gerektiğini anlamalıyız. Fakat ubudiyet yalnızca bedenin yapması gerekenler değil, aynı zamanda bedenin yaptığı hareketlerin özünde yatan ana anlayışın farkındalığıdır. İnsan o hareketleri niçin yaptığını sorgulamalıdır. “Allah emrettiği için yapıyorum” şeklindeki peşin hüküm ile sonuca ulaşmak izah getirmez. Allah’ın emretmesi nasıl oluyor? Ne emri bu? Nerden çıkartınız bu emri? Bu tür soruları soranlara karşı “onlar inançsız” deyip sorunu çözemeyiz.

Ubudiyet daha önce verilen nimetin otomatik neticesi ve fiyatıdır ama onu nimet olarak bilmek şartıyla. Fiyat ne demektir? Mesela bir mağazaya gittiğimizde güzel bir şey görüp sahip olmak istediğimizde üzerindeki etikette bir rakam görüyoruz. O rakam onun fiyatıdır. Demek ki önceki nimetlerin üzerinde bir fiyat yazıyor. Verilen nimetlere karşı yapılan hamd, şükür de ruhun, kalbin, aklın, hislerin, insan sırlarının terbiyesinden sonra bedenin görevi aşamasına geldiğimizde yapılan işlerdir. Bedenin bize verilişinin gereğini yapıp; ruhun, kalbin, hislerin, insani sırların, latifelerin bizde var oluşunun gereğini anlamalıyız. Mamafih onlar da bizde var, kimse olmadığını iddia edemez. Ruhun talebini anlayan insan, bedenini nasıl kullanacağını da çok iyi bilir. Fakat bedeni kullanan, ruhun ne ihtiyacı olduğunu hiç bilmeyebilir. Tehlike de buradadır zaten.

Ubudiyet Anlayışı | Ha-Mim

Göz muhteşem bir örnektir ve her zaman kullanılır. Gözün maddi olarak fiyatı nedir? Ayrıca görme kabiliyetinin fiyatı nedir? Gözü fizyolojik olarak yapabilmek için binlerce fabrika yapılsa yine yeterli olmaz. Fonksiyonları saymakla bitmeyen gözün maddi fiyatının dünyada karşılığı olmaz. Görebilme kabiliyetinin fiyatı da ayrıdır. Peki, gözün görebilme kabiliyetine ne değer biçebiliriz? Dışarıda gördüğümüz çiçeğe, böceğe, ağaca, yıldıza, buluta, su damlacığına ne fiyat biçebiliriz? Kıymetleri nedir?

Mesela bir yaprağın değeri, fiyatı nedir? Var olması için neler lazımdır? Yaprak varlığıyla ne gibi bir görev yapıyor veya yaptırılıyor? Mühendis bir makine yaptığı zaman ona görevler yükler ve onu bir amaç için yapmıştır. Makine dediğimiz şey aslında atomlar yığınıdır. Mühendis o atom yığınını anlamlı bir şekilde belli bir kombinasyon, form içine sokarak birçok fonksiyonlarını bir araya getirerek beklenen sonucu verir. Basit bir makinenin olduğu gibi, yaprağın da sayamayacağımız kadar görevi vardır? Havayı temizliyor, güzelliği var gibi klasik cevapların yanında yaprak bize ne öğretiyor? Bizim gözümüzde ne değeri var?

Sonuç cümlesinden başlarsam, “Yaratıcısını tanıtmak üzere bulunuyorlar” derim. Eğer bu gözle bakmazsam ne olur? Cehennemi yaşarım. Cehennemi nasıl yaşarım? Bu dünya benim için hapishanedir. İnsani duygularımı ve beklentilerimi, dünya devamlı ölüme mahkum ediyor, bana da devamlı ‘öleceksin ve yok olacaksın’ diyor. Yaprak, üzerindeki tecellilerle Yaratıcısının ne gibi özelliklere sahip olduğunu gösteriyor ve insana, insanî duygularını ona göre değerlendirmesini söylüyor. Yaprak kendisiyle birlikte insanı bu aleme kimin gönderdiğini ve ne gibi mesaj verdiğini onu okuyarak bulabileceğini söylüyor. Eğer insan yapraktaki bu okumayı başaramazsa sonsuz mahrumiyeti, haps-i ebediyi, yani cehennemi yaşıyor. Fakat ebedi saadeti isteyen insanî özellikler yapraktaki mesajı okuyor. Yaprağın fiyatı böylece paha biçilmez oluyor. Yaprağın paha biçilmez fiyatta olduğunu anlayıp, takdir edip, ona göre yaprakla ilişki kurduğumda ubudiyetimi gerçekleştirmiş oluyorum. Ubudiyet sebkat eden yani daha önce önümüze konulmuş olan nimetlerin fiyatının belirlenmesidir. O nimetler sonsuz kıymettedir. Ubudiyet, o kıymetli nimetlerin beni sonsuz ile tanıştırdıklarını anlamaktır. Bundan sonra duygularımı irademi, isteklerimi, arzularımı hangi çerçevede tanzim edileceğimi düşünür ve değerlendiririm. Ubudiyeti yalnızca bedenin yaptığı 3-5 harekete indirgediğimizde özünü ve ruhunu kaçırmış oluruz.

“Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir.”

İyi bir insan olup komşuna iyi davranarak takdir edilecek davranışlarda bulunmak, eğer belli bir şuurun ifadesi olarak yapılmamışsa ubudiyet değildir. Bir firmada çalışıp ay sonunda maaş almak ubudiyet değildir. Ubudiyet, gerçek karşısında gerçeğe teslim olmuş bir şuur halini yaşamaktır. Ubudiyet, insanın gerçekten ihtiyaçlarını karşılayan bir kaynağın olduğunun farkına varmaktır. Ubudiyet abd halinde olmaktır ama kölelik anlamında değildir. Birkaç kez burnunu yere koyup karşılığında cennet istemek ubudiyeti çok daraltmaktır.

İnsana verilmiş paha biçilemeyen özellikler

“Meselâ, insanın en güzel bir surette yaratılışı, ubudiyeti iktizâ eden sâbık bir nimet olduğu”

İnsanın bütün özellikleriyle en mükemmeli ihtiva eden, en mükemmeli temsil eden bir kapasitede yaratıldığını söylüyor bu cümle.

 لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık” Tin Suresi (95): 4

ve

فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ

“Öyle ise sen de dini yalnızca Ona halis kılarak Allah’a ibadet et.” Zumer Suresi (39): 2

ayetleri bu cümlenin nasıl daha iyi anlaşılacağını anlatılıyor. “Allah’a öyle ubudiyet edin ki bütün din yalnızca O’na has olsun, bütün din yalnızca O’na ait kılınsın ve O’nun halis dini olsun” vurgusu yapılıyor bu ayetlerde. Bu iki ayet insanın gerçeğine uygun bir şekilde tefsir ediliyor. İnsan en güzel şekilde yaratıldı ve bu güzel yaratılış, ubudiyeti iktiza eden sabık bir nimettir. Yani insana paha biçilemeyen özellikler verilmiştir ki bunların en güzeli ise bütün duygularıyla birlikte ebediyetin farkına varabilecek, gaybın varlığının farkına varabilecek, gayba sanki nüfuz edebilecek kabiliyette donatılmış olmasıdır.

İnsan en güzel şekilde yaratılmıştır. Sevmediğim büyük bir olay olunca üzülüyorum, küçük bir olay olunca da içim burkuluyor. İşte bende var olan bu özellikler mesajdır. Bu özelliklerin bizzat kendilerini kaybetmek istemiyorum ama ya şimdi ya yarın yani çok yakında beni bırakıp gidecekler. Duygularım “olamaz, olmamalı” diyor. Hep mutlu olayım istiyorum. Hiç kimse devamlı elbise değiştirerek kendisinin insani haysiyetine yakışan bir güzelliğe sahip olduğunu ifade edemez. Devamlı elbise değiştirmek gibi davranışlar ancak kabir kapısına kadar gider, öldükten sonra yine ortada bir şey kalmayacağını hepimiz biliyoruz. Ama ruh ve insanın insanî tarafı “Hayır, bitmemeli. Sonu gelmez bir mutluluk olması lazım” diyor. Fakat benim en güzel surette yaratılmış olmam “ümitsizliğe düşürmeyecek bir mutluluğa ihtiyacı olan” özellikte yaratılmamdır. Sadece insanın başının ve gövdesinin orantılı olması gibi fiziksel mükemmellikleri yaratılışın bonusudur, ekstrası olarak verilmiştir. Bu tür fiziksel mükemmellikler, harika ahenk ve orantılılık hayvanlarda ve bitkilerde de vardır. Bütün bunlar güzeldir, vardır, inkar edilmez, değersiz de değildir ama insanı insan yapan bunlar değildir. Biyoloji kitapları mükemmel şekilde yaratılmış insanı biyolojik hücre yığını olarak değerlendirir ve o yığının anlamlı bir biçimde gerçekleştiğini söyler. Halbuki vücudum bana bu mükemmel yapısıyla ne anlamam gerektirdiğini, ne anlam taşıdığını ulaştırır. Yani insan, vücuduyla ne tür anlamlarla tanıştırıldığını anlama kabiliyetindedir. İnsanı en mükemmel yapan vücudunun harikulade oluşu değil, ubudiyet yapabilme özelliğidir, yani eşyaya fiyat biçme yönüdür. İnsanın fiziksel yapısında görünen kıkırdak ve kemiklerin kaynaşmasından oluşan mükemmel eklem yapısının akıl almaz özelliklerini gördüğümde Yaratıcısının ne kadar Hakîm olduğunu anlıyorum. Bu güzel vücudun hikmetli bir Yaratıcıyı anlamama vesile olduğunu görebilecek kabiliyetteyim. Yani ben onun paha biçilmez olduğunu tespit ediyorum. İşte beni ahsen-i takvimde kıymetli yapan bu özelliğimdir.

İmanın îtâsı nedir?

“İmanın îtâsıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sabık nimetlerdir.”

İmanın îtâsı yani imanın verilmesi ne demektir? İnsan kendisini tanımadan kendisine verilen nimetlere fiyat biçemez. İman edebilme kabiliyetimle, gaybla bağlantı kurabilme kabiliyetimle, yani görmediğim ve fiziki olarak ilişki kuramadığım bir alemin varlığından emin olabilecek bir kabiliyetle donatıldığımın farkına varıp, bana bu özelliğin verildiğini anlayıp irademi kullanarak değerlendirmem gerekir. İmanın îtâsını kısaca bu şekilde tarif edebiliriz.

Bende îtâ edilmiş olan (zaten verilmiş olan) mutlak alemi, ebedi Yaratıcıyı, sonsuz ve mutlak alan Yaratıcıyı tanıma kabiliyetini çalışmayacak şekle getirme tercihim de vardır. “Bu dünyada zevkine bak kardeşim, ahireti falan karıştırma, onu düşünme, ölümle herşey bitiyor” şeklinde geçiştirmelerle gaybı tanıma kabiliyetimi çalıştırmayabilirim. Bu varlık alemi mana dolu ve bana bir mana taşıyor. “Bu yaratılış alemi acaba bana ne mana taşıyor?” şeklindeki soru sorma kabiliyetinin çalışmasına engel olmadığım zaman, o kabiliyet otomatik olarak sorgular. İşte bende otomatik olarak bulunan iman kabiliyetinin farkına vardığımda, o da otomatik olarak hangi fonksiyonu icra etmek üzere o alet bana takılmışsa fonksiyonunu icra eder ve beni varlığımın kaynağına bağlar. “İman Allah’tandır” bu demektir.

Mesela insanda görme kabiliyeti var. Göz kapağını kapandığında göz görmez ama kapatmazsa otomatik olarak göz görür. Ama insan gözünü kapatıp “Kainat böyle gelmiş böyle gidiyor, araştırıp durma, bu dünyada karnının doymasına ve zevkine bak” dediğinde duyguları, bir gün öleceğini hatırlatıyor. Yaşlı bir adam gördüğünde kendisinin de yaşlanacağını söylüyor. ‘’Huzurevlerine ve hastanelere moralinin bozulmaması için uğramamalısın’’ telkininde bulunuyor. Ölümü ve ahireti hatırlayıp moralini bozmamayı ve anlık keyfine bakmayı telkin ederek sorgulamayı kapatıyor. Sorma özelliğinin üzerini kilitliyor. “Ben bu konularla ilgilenmeyeceğim” diyen kişiyi Kur’an kalbi kilitlenmiş olarak tarif ediyor. İnsan, kendi kalbinin kapısına koca bir kilit vurarak açılmaz hale getiriyor. Peygamberi bile öldürmeye kalkan insanlar kalplerinin kilitlerini açtıkları zaman hakikati görüp teslim oldular, çünkü yaratılışlarında zaten o özellikler vardı. Peşinen verilmiş bu kabiliyet serbest bırakıldığında çalışır ve kaynağına götürerek O kaynak ile bağlantıyı kurdurur. Bağlantıyı kuran insan zaten anlayacak Yaratıcısının ona iman etme kabiliyetini verdiğini. Bağlantıyı kuran insan “Benim Yaratıcım bana iman etme kabiliyetini verdi, onu ben üretmedim. Ben böyle şeyleri bilmem. Ben kendi varlığımı bile ayakta tutamazken bendeki özelliklerin kaynağı nasıl olabilirim?” diyerek iman etme kabiliyetinin verildiğini anlar. Ubudiyet böyle bir kabiliyetin insanda olduğunun farkına varmaktır.

Peki bu kabiliyete fiyatı nasıl biçeriz? Bu kabiliyetin sonsuzdan geldiğini ve sonsuza ait olduğumuzu, O’nun mülkü olduğumuzu anlayarak O’na göre varlığımızı anlamlandırmanın fiyatı da sonsuz ile mükafatlandırmak olur. Kainat 13 milyar yıldır bulunmaktadır; isterse 50 milyar yıl olsa da başlangıcı olduğu için sonu da olacaktır. En basit bir şeyin bile başlangıcı vardır ve bir şey başladığı yerde kendi kendine yokken var edemez; var edilir, var edilenin de bir sonu vardır. Fakat var edicinin başlangıcı söz konusu değildir çünkü kainat cinsinden değildir.

Verilen sabık nimetler hep bize ebede namzet olduğumuzu hatırlatır. Bu özellikleri kullanmak suretiyle kainata baktığımızda, diğer alemle ilişki kurduğumuzda, kendi bedenimiz dahil bütün eşya ile ilişki kurduğumuzda, “Bütün bunlar bana ne mesaj getiriyor?” dediğimizde her bir varlığın bize sonsuz alemden haber verdiğini görürüz. Çünkü bütün mahlukat “Mutlak olmayan bana vücud veremez” diye ilan eder. İman etme istidadının verilmesiyle iman ederiz. Bunun için insanın kendini çözmesi gerekir, çözebilmesi için de devamlı, “Ben neyim? Bu dünyada ne yapıyorum? Bütün mahlukat ve ben niye varız? Bütün bunlar bana ne ifade ediyor?” diye sorması gerekir. Bu soruları sormak için mümin olmak gerekir, filozof olmak değil. İnsan kendisinde var olan iman etme kabiliyetini kilitlemediği takdirde bu soruları sorar. Eğer kilitlerse taklidin içine düşer, ki taklit de iman değildir.

“Ve keza, nefs-i insanînin îtâsıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır.”

Nefs-i insaniye, kuvve-yi şeheviye, kuvve-yi gadabiye gibi, insanın menfaatine olanları isteme ve zarar verenlerden uzak kalma duygusudur. Mesela, dünyanın kendisine baktığımda fani olma özelliği bana zarar veriyor, beni korkutuyor ve ölümü konuşamaz hale getiriyor. Halbuki bu gerçektir. Yürüyemez hale gelmiş ihtiyarları gördüğüm zaman yüreğim hopluyor, “Sen de bir gün öyle olacaksın” diyor. Nefs-i insaniye kendisinin aleyhinde olandan kaçar, kendisinin menfaatine olanı ister. Nefis faniliği istemez, ebediyeti ister; nefis ihtiyar olmak istemez; nefis ölümü sevmez, nefis sayesinde cehennemde yanmak istemem. Bütün bunlar güzel özelliklerdir. İnsan ebedi mutluluk ister, hiçbir zaman acı ve sıkıntı çekmek istemez, endişelerinden kurtulmuş olmak ister. Bunlar güzel isteklerdir fakat bu isteklerini dünyada yaratıkların içerisinde bulamaz. Yaratıkların bizzat kendileri mutlak olan kaynaklarına işaret eder, ancak O kaynağın insanın bütün duygularına ve taleplerine cevap verebileceğini söyler. Çünkü bütün yaratıkların da insan gibi sonu vardır ve bir gün ölecektir. Nefis o kaynağı aramada ve bulmada güzel bir araçtır.  Fakat yanlış anlaşılmaması gerekir ki, nefis istiyor diye her şeyi alalım gibi haramlara fetva verilmiyor. Bu cümlede konu varoluş bazında ele alınıyor. Ubudiyet tarifi içerisinde insanın varlığındaki özelliklere, bütün yaratıkların kıymetini biçme kabiliyeti verilmiştir.

 “Kezâlik, imanın îtâsıyla, mezkûr sofralarla beraber, Esmâ-i Hüsnâda iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor. Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devam ile hizmete mülâzım olmak lâzımdır. Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler, mahzâ Onun fazlındandır.”

İman kabiliyeti gayba açılmadır ve gayb ise bütün özellikleriyle birlikte kendisini bize alem-i şehadet aracılığı ile bildirir. Yaratıcının özelliklerinin bize tanıtılmasının adına ‘’Esma-i hüsnanın tecellileri’’ denir. Madem insanda bu tecellilere ve gayba açılma farkındalığı var, o halde bu daima canlı tutulmalı, inkar ederek üzeri küllendirilmemeli, mertçe bu konunun üzerine gidilmelidir. Sözler kitabının ilk sözlerinde yer alan temsillerde insanların hadsiz düşmanları olduğundan bahseder Said Nursi. Basit düşman tariflerini geçip duygularımızın gerçek düşmanlarının ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Ebedi saadeti arama duyguma karşı şu dünyanın bizzat kendisi, “Ben buna cevap veremiyorum, başının çaresine bak. Ben gidiyorum, eyvallah” der. Dünya beni yalnız bırakıyor böylece bana düşmanlık yapıyor, beni tatmin etmiyor. Dünya bu haberleri bana verip gidiyor. Eğer haberleri alırsam dünya veya mahlukat bana vazifesini yapmış oluyorlar, fakat haber almazsam benim düşmanlarım oluyorlar. Devamlı her gün yeni bir mektup geliyor. Eğer mektupları açıp gelen mesajı okumadığımda değerini öğrenemiyorum ve cahil kalıyorum.

Ubudiyetle eşyanın değerini biçeriz. Değeri biçtiğimiz eşya bizi esma-i hüsna diye bildiğimiz Yaratıcının sonsuz isimleriyle bizi tanıştırıp O’na rücu ettirir. O’nun mülkü olduğunu anladığımızda cennetin vesikasına muhatap oluruz. O’nun mükafatı bizim O’nun değerini anlamamızdır, bu da kalbi huzur içerisine sokar. Ayrıca ölümden sonra bu dünyadan çıkarıp başka bir yaratılış türüyle ahiret beklentimizin yaşatılması O’nun ekstrasıdır. Cenneti verecektir ama bu benim yaptığım bir işin ücreti olarak değil, ekstrasıdır. Cennet imanın içindedir. İman cennet çekirdeğini içinde taşır.

Not. Fatma Özten tarafından hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın