Said – Risale-i Nurlarda sebepler için kullanılan perde benzetmesini (esbab perdesi) nasıl anlıyoruz? Birşeyin üzerini örten manasında mı yoksa sinema perdesinin gördüğü vazifeyi gören bir perde şeklinde mi?
Açıkçası yakın zamana kadar birinci manayı anlıyordum ben. Fakat son zamanlarda ikinci mana daha mantıklı gelir oldu. Yine risalelerde geçen Esma-ül Hüsna’nın sinema perdelerinde yansıması misali, beni bu düşünceye sevketti.
Gerçi bir bakıma ikisi de aynı manayı içinde barındırıyor. Yani sonuçta sinema perdesi, ilk bakışta, sinema projektörünün yaptığı vazifeyi perdeliyor; görüntünün kaynağı kendisiymiş gibi bir durumu ortaya koyuyor, görüntünün esas sebebi olan sinema projektörünün fark edilmesine bir perde oluyor.
Fakat, birinci manayı esas alırsak, yani sebepleri birşeyi gizleyen perdeler manasında alırsak, şöyle bir soru akla geliyor “Madem bana kendini göstermek istiyor, niye görünürdeki bu sebepleri kendini örten araçlar olarak yarattı?”
İki manayı ele alarak ulaşılan sonuçları, kendime göre şöyle yazdım.
Esbab perdesi: (Sinema) perdesi ne işe yarar, görüntüyü yansıtmaya. Yansıma: tecelli. Yansıma için perde gerekiyor: hikmetli.
Esbab perdesi: Perde ne işe yarar, örtmeye. Neyi örtüyor? Esas sebebi gizlemek için. Beni, kendisini bilmem için yarattı. O zaman niye kendini gizliyor? Hikmete aykırı.
Fikirlerinizi beklerim.
Emin – Eğer sebepler olmasaydı; düşünmeden, çalışmadan, istemeden, irade etmeden herkes yaratıcıyı bilmiş olurdu. Yaratıcı “tanınmak istiyor” ve sebepler buna engel değildir, hatta sebeplerin varlığı bu cümleyi destekler. Sebepler olmasaydı, ortada bilinecek (bilinmeye çalışılacak) birşey olmayacaktı çünkü. Herkes biliyor olacaktı. Öğretmenin, öğrenciye soru kağıdı yerine cevap kağıdı vermesi gibi sanki. O zaman insanın yaratılmasının bir anlamı olmayacaktı.
Mehmet Ali – Sinema projektöründen çıkan ışıkların bir yere yansıması gerekiyor ki ben onu görebileyim; bu yüzden perdeye ihtiyaç var; değilse ben yansımaları göremem. Dolayısı ile gizleme diye bir şey yok. Kur’an’da diyor ya, herşey ayan beyandır diye.
Sırrı-ı teklif olmasının espirisi de şu diye anlıyorum ben; bu dünyada sonuçlar sebeplerden çıkıyorMUŞ gibi görünüyor ilk bakışta. Ama dikkat edince öyle olmadığı anlaşılıyor. Hani uzaktan bakınca gök, dağlara değiyormuş gibi görünür ya; ama yanına gidince aralarında çok uzak mesafeler olduğu anlaşılır. Onun gibi, zahiren, sebeplerle müsebbiblerin arasında nedensel bir ilişki varMIŞ gibi görünür ta ki ENEmizi kullanıp onun öyle olmadığını anlayabilelim — ki kömürle elmas birbirinden ayrılsın.
Zafer – Güzel, öz, anlaşılır bir açıklama. Hz. Ali’nin “Perde-i gayb kalksa yakınım ziyadeleşmeyecek.” sözünü de bu örneğe bağlarsak… Uzaktan baktığı halde dağ ile gök arasında çok uzak mesafeler olduğunu anında farketmenin meleke haline getirilmesinden mi bahsediyor?
Mehmet Ali – O meleke haline gelmenin adı “hads-i imani” dedikleri şey… Tabii meleke haline getirene kadar ilk önce çalışmak lazım — aynen keman çalmanın ya da bisiklete binmenin meleke haline gelmesi örneklerinde olduğu gibi.
Ben şöyle anlıyorum “Yakinim ziyadeleşmeyecekti.” sözünü: “O kadar eminim ki açıp göstersen perde arkasını benim imanım açısından bir gelişme olmayacak.”
Şu örnek bu sözü anlamama yardımcı oluyor: Bir uçakta gidiyoruz ve pilotu görmediğimiz halde onun varlığından ve uçağı yönettiğinden adımız gibi eminiz. Biri gelse ve pilotun bulunduğu yerin kapsını açsa ve dese ki “Bak uçağı yöneten pilot işte bu.” Bu durumda Hz. Ali diyor ki, “Eee, bunu ben de biliyordum zaten. Pilotu gözlerimle bu şekilde görmem onun varlığı hakkında daha emin olmamı gerektirmiyor. Ben zaten yüzde yüz emindim.”
Ali – Ben şimdiye kadar “perde” tabirinden, kullanılan yere göre, bazen “sinema perdesi”, bazen de “bir şeyi örten perde” olarak kullanılıyor diye anlamıştım. “Sinema perdesi” olarak kullanılışında arkadaşlarımızın bir problemi yok ve soru da bu yönünü kapsamıyor. Benim de hiç problemim yok bu anlayışta. Çok da güzel açıklayıcı ve ikna edici bir açıklama.
Gelelim, “bir şeyleri örten perde” anlamında kullanıldığı yerlerde Nur Dede iki ayrı maksatla bu manada kullanıyor, diye anlamıştım.
1- Birincisi ve en önemlisi: Perde, “gayb”in üzerindedir. “Perde”nin gerisinde olan “gayb”, MUTLAKTIR, SONSUZDUR, EZELİ VE EBEDİDİR. Mahluk olan insanlar Halık olan Mutlak’ı ihata edemediklerinden “Mutlak”ın üzerine örtülmüş bir perde anlamında anlarsak, gerisinde Mutlak olana delalet ediyor ama “EY İNSAN SEN MUTLAK’I MÜŞAHEDE EDEMEDİĞİN İÇİN ESBAB PERDESİ İLE SANA MUHATAP OLUYOR, MESELA “SU”YU PERDE YAPARAK SONSUZ HİKMETİMLE SONSUZ OLAN “MÜHYİ” ÖZELLİĞİMDEN, SUYUN KABİLİYETİ ORANINDA HAYAT TECELLİ ETTİRİYORUM BU AĞACA,” DİYOR.
Burada bir sinema perdesine benzerlik var ama, biraz da farklı. Sonsuzun, sonlu, fani olan bir mahlukta tecellisinde, esbabın KABİLİYETİ bir perde oluyor. Fakat, ortaya çıkan hayat tecellisinde, suyun veya ağacın hücrelerinin, sınırlı kabiliyeti perdesi arkasında SONSUZ bir HAYAT KAYNAĞINI, Mehmet Ali’nin tabiriyle “ayan beyan” görüyor, anlıyor, tasdik edebiliyoruz. Bu noktada esbab, Mutlak olana bir perde vazifesi görüyor.
2- Şu üstteki birinci anlamdaki perdenin bir de şu uzantısı var: Madem esbab böyle kabiliyetinin sınırı ile Mutlak’a işaret ediyor ama, kabiliyetindeki sınır dolayısıyla, Mutlak’ın kemalinin görünmesine engel olduğu oranda, “eksiklikleri, insanların şikayetlerini, beğenilmiyen tecellilerin beğenilmeme nedeni olarak, insanlar tarafından ilk etapta, düşünmeden getirdikleri eleştirilere muhatap olmak için Mutlak’ın üzerinde bir “PERDE” görevi yapıyor. Böylece, insanların pratik hayatta doğrudan doğruya düşünmeden verdikleri tepkilere SEBEBLER PERDESİ hedef oluyor. Böyle bir yaratma türünde Hikmet böyle tecelli ediyor. (“Cennette perde olmayacak” denilmesinin nedeni burada yatıyor. Çünkü orada hoşlanılmayan bir yaratma turu gerçekleştirilmeyeceğini ifade ediyor. Perdesiz Rabbinize muhatap olacaksınız”ı böyle anlıyorum. Yoksa ahirette de biz hala yaratığız.) Bunun için ESBAB, ŞİKAYETLERE HEDEF OLMAK ÜZERE, MUTLAK HAYR OLAN ZAT-I İLAHİNİN TAKDİSİNDE GÖREVLENDİRİLMİŞ OLUYOR.
Meşhur örnekte olduğu gibi, “şöyle bir hastalıktan oldu” veya “doktorun şu hatasından oldu”, diyoruz. Yoksa, “Allah öldürdü” demiyoruz. Ama, düşününce, “ölümü veren Allah’tır” diyebiliyoruz. İlk etapta insanların ölümü sevdirtilmemelerinden dolayı verdikleri tepkiye sebebler muhatap oluyor. Düşündükten sonra ulaşılan kararda, zaten düşünen kimse ölümün yaratılmasındaki Hikmeti ve ölümdeki Rahmeti de göreceğinden, ölümü yaratan Rabb’den şikayet etmeyecektir ve dolayısıyla o ÖLÜM perdesi arkasında Rahmeti görecektir.
Mehmet Ali – Şöyle küçük bir sorum var burada: “Bizler Mutlak’ı müşahede edemediğimiz için esbab perde oluyor.” dediniz. Burası da diğer açıklamalar gibi çok mantıklı ancak cennette perde olmayacağına göre, bunun anlamı orada Mutlak’ı müşahede edebilecek bir kabiliyette yaratılacağız mıdır?
Emin – Cennet, sonuçta, yaratılmış bir mekan olacağı için; ben cennette de perde olacak diye anlıyorum. Cenneti biz kendi alemimizden değerlendirebileceğiz ve bizim alemimiz bu dünyadakinden çok farklı olacak olsa da yine yaratılmış yani yine kayıt altında olacak. Yaratma belki farklı şekilde tecelli edecek ama nihayetinde yaratılmış şeyler olacak gözümüzün önünde. Her ne kadar ebedi olacak olsak da Mutlak özellikleri bizzat müşahede edemeyeceğiz. Çünkü Mutlak’ı müşahede edebilmek için mutlak olmak lazım. Mutlak da tektir malum.
Said – İstifade ettim. Herkese teşekkür ediyorum. Bir arkadaşımın bu konuda bana gönderdiği mesajı aşağıda paylaşıyorum. Sonuç cümlesi çok güzeldi.
Sebep sırf zâhirîdir
İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.
Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola HAŞİYE-1 kudret eserinde.
Yani bir bakıma, “esbab perdesi”ni, kendimiz için “tenteneli” hale getirmek ile gafletle “kalınlaştırmak” arasında imtihan edilmekteyiz.
Rabbimiz, ebediyen razı olsun bu müzakereye katılanlardan. Anlaşılmasına ihtiyaç hissedilen bir konuydu. İstifadeye medar güzel bir müzakere olmuş maşaallah.