Usûle Dair Kur'an Okumaları

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Duha Suresi-1

والضُّحٰىۙ ﴿١

93:1. “Kuşluk vaktine (duha) yemin olsun.”

Duha veya kuşluk vakti, güneşin doğuşundan sonra başlayıp öğlene kadar devam eder. Duha aynı zamanda bir şeyin karanlık ve belirsizlikten kurtularak gittikçe netleşmesini de ifade eder. Bu kelime, köken olarak kurban etmekle de alakalıdır. İlk ayetteki duha kelimesinin başındaki “ve” ifadesi yemin anlamındadır. Kur’an, kâinattaki varlıklara ve olaylara yemin etmek suretiyle onların bize taşıdıkları manalarına dikkat çekerek Kur’an ile Yaratıcının bize gönderdiği mesajın gerçekliğine onların yaratılış biçimini tanık gösterir. İnsana verilen bu örnekler ve benzetmeler, mesajın özünü kolayca kavraması içindir. Kur’an, sadece belli uzmanlık alanlarındaki insanların anlayabileceği bir dil kullanmaz. Verdiği örnekler sadece uzmanlar değil, herkes tarafından kolayca anlaşılabilir niteliktedir.  

Bu ayet, insana ne mesaj veriyor?

Bir uyanış ve bir şeyi aniden kavrayış mesajı veriyor.

Ayetin gün ışığıyla bir alakası var mıdır? 

Kâinatta kurulu düzen gereği, gece ve gündüz ile karanlık ve aydınlığa şahit oluyoruz. Kur’an, kâinatın hareketlerinden, yani eşyanın yaratılış biçiminden söz ederek zaman ve mekân boyutunda gözlediğimiz değişimlere dikkat çeker. Bir süre önce her yer karanlıktı şimdi ise aydınlanıyor. Bu durum, bir şeylerin yaratılmasının sürekli değiştirilmesinden kaynaklanan ve bize hareket ediyorlar gibi görülmelerini gözler önüne serer. Kur’an’a göre değişim süreklidir ve kâinatın varlığı sürekli biçimde devam ettirilmektedir. O, hay ve kayyumdur (huvel hayyul kayyum) derken Allah’ın, bu alemdeki eşyalar gibi bir var edene muhtaç olmayan ve Mutlak diye ifade edilen Varlığı ile kâinatın varlığını devam ettirdiğini anlatır.    

  • Kâinatın idaresi kimin elindeyse her şey O’na bağlıdır ve O dilediğini yapmaktadır.

Kendi kapasitemiz ölçüsünde kâinatı incelersek her şeyin kontrol altında olduğuna ve varlığın devam ettirildiğine şahit oluruz. Peki bu nasıl oluyor? Bu var ediliş insanı hayretler içerisinde bırakıyor. Kâinattaki her şeye sürekli olarak varlık veriliyor. Her şey sürekli biçimde değiştiriliyor. Kâinatta hiçbir şey bu değişimi gerçekleştirecek özelliğe sahip değildir; kendileri değiştirilerek varlık verilmeye muhtaçtır. Ayet el kürsünün sonundaki “ve huvel aliyyul azim” (O, düşünülebilen her şeyden daha yücedir) ifadesi bu gerçeği vurgular. Kâinatta sürekli var etme ve değişimi yaratan, bütün kâinatın ötesinde Yüce Bir Varlık olmalıdır. Duha suresi, ilk ayette bu gerçeği hatırlatarak başlıyor. Sabah ve gün ışığı Yaratanın azametini gösteriyor. Bunları yaratan insanı da yaratandır.    

Tan vakti (fecr) ve kuşluk vakti (duha) ışıkla ilişkilidir. Fecr karanlıktan sonra geliyor duha ise öğlene kadar devam ediyor. İnsanın varlığına mana bulması bakımından bunlar ne anlama gelir?

Tanım gereği insana hitap eden Kur’an, insana gözlemleyebileceği yaşantılar üzerinden örnekler verir. İnsanın gözlemlediği gün doğumu ve gün batımı gibi tüm olaylar Tek Bir Varlık Kaynağına işaret eder ve değişimin de yine bu Kaynak tarafından gerçekleştirildiğini gösterir. Kur’an’ın temel amacı, yaratılış ve varlıklar üzerinden insana Yaratıcısını tanıtmaktır. Kur’an, çeşitli kavramlarla Yaratıcının farklı özelliklerini tanıtır. Kâinat sadece maddeden ibaret değildir. Maddi taraf aynı zamanda hayat, şuur, mana, duygu, zekâ ve düzenlilik gibi kavramların algılanmasında birer araç olarak görevlendirilir. 

Tüm bu yaratılışın gayesi nedir? İnsana, Varlık Kaynağını tanıtmaktır. Bu noktada Kur’an ile kâinat aynı Kaynaktan gelen iki tur konuşma olarak (yaratarak ve kelimelerle konuşarak) bu amaçta buluşurlar.

“Duha” kelimesi, insan zihninin nurlanmasıyla da ilgilidir. Nurlanma, insanın gerçekliğini kavraması ve kim olduğuna dair net sonuçlara ulaşması anlamına gelir. Nurlanma sadece görünür biçimde değil, aynı zamanda maddenin yaratılışı ile bize taşıdığı manaların netleşmesi biçiminde de gerçekleşir. İnsan, varlığıyla ilgili büyük sorulara doğru cevaplar bulamazsa stres, anlamsızlık ve rahatsızlık hali olan zulmeti yani anlamsızlık karanlığında kalma duygusunu yaşar. Öldükten sonra tamamen yokluğa düşeceğini zanneden biri, geçici lezzetler alsa da bu acı sonun kaçınılmazlığıyla elem duyar. Evet, insan öldükten sonra her şey yok olacaksa neden bu dünyanın cefasını çeksin ki? İnsanın varlığındaki ebediyet duygusu, ölümle ölmez. Ölen bedendir, ölüm denilen yaratılış biçimi, bedenin canlılık özelliğinden ayrılarak yaratılmasından ibarettir. İnsanın duyguları, yani insanı diğer varlıklardan ayıran özellikler maddi değildir ki ölsün. Bir kitabı yaktığınızda ancak kâğıdını yakmış olursunuz, taşıdığı manayı yakamazsınız çünkü mana yazarın ve okuyanların zihninde yaşamaya devam eder. Kâinat da ölecektir, fakat Yaratıcısının özeliklerini yansıtan yönü ölmez, onlar Yaratıcısında ve anlamlı özellikleri algılayan insan duygularında daima vardır. Çünkü onların Kaynağı Mutlak olan Yaratıcıdır. Bu alem, böyle özelliklerle donatılarak yaratılmaktadır.

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Duha Suresi-1 | Ha-Mim

وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ﴿٢

93:2. “Kararıp sakinleştiğinde geceye ki,”

Gece ve gündüzün yaratılışı, insan anlayışının nurlanması ve aydınlanması için mesaj taşıyan işaretlerdir. Ayetlerde neden gündüz ve gece gibi çok farklı olaylardan bahsedilir? Çünkü insan zihnen çok farklı yaratılışlara şahitlik eder. Örneğin dağ, deve, balarısı, yıldız ve yerin yaratılışı ve varlık verilmesine insan şahittir. Eğer dikkat edilirse, bir dağın yaratılışı ile bir deve veya bir hücrenin yaratılışı benzer biçimde sonsuz özelliklere yani Mutlak olan bir Yaratıcıya işaret eder. Bütün yaratılışlar daha vurgulu ve farklı biçimlerde Mutlak niteliklere sahip olan Yaratıcıyı haber verir. Örneğin yiyeceklere baktığımızda Nimeti ve Merhameti görürüz. Öte yandan depreme ve kasırgaya baktığımızda aynı Yaratanın Kadir ve Kahir olduğunu anlarız. Azim olan Allah yarattıkları üzerinden, “Ben her şeyi yaratabilirim, hayat da verebilirim, ölüm de verebilirim. Sınırım yok, her şeyi yapabilirim, sonsuzum” mesajını her varlık ile her an vermektedir. Yaratılış, ihtiyaçlarımıza göre bize Yaratıcının farklı özelliklerini öğretir. Bunun için teşvik ve ikaza ihtiyacımız vardır. Herhangi bir ikaz ve ceza olmadan insanı sürekli teşvik etmek, eğitimin amacına uymaz. Örneğin, bir öğrenciye yaptığı başarılı, başarısız her tür çalışmaların sonucunda hep övgüler dizilerek ikaz ve hatırlatma yapılmazsa ne olur? Bir süre sonra öğrenci bu eğitimi ciddiye almaz ve uzaklaşır. Diploma alamama ihtimali olmayan bir eğitim kurumundan kaç kişi faydalanabilir? Diplomasını almış olanlarla alamamış olanları aynı şekilde mükâfatlandıran bir eğitim sistemi ne kadar başarılı olabilir ki? İnsanın özgürce tercih etme özelliği olduğu unutulmamalıdır. İradenin özgürlüğü teşvik ve ikazı gerektirir.

İnsan olarak iki önemli görevimiz vardır:

1.Sevme duygumuzu Yaratan’ı sevmeye,

2.Hayranlık duygumuzu da Yaratana hayran olmaya yöneltmeliyiz.

Eğer bir çocuğa istediği her şey verilirse ne olur? Çocuk terbiye olmaz aksine şımarır. Herhangi bir sınır konulmazsa çocuk kendi bildiği gibi hareket eder. Bu nedenle belli bir sınır koymalı ve belli bir miktar teşvikten sonra gerektiğinde hayır diyebilmeliyiz. Adaletsizliğe hayır demeyen zulme evet diyor demektir. Aynı şekilde, insaniyetimize en uygun yolu bize öğreten Yaratıcımızın gönderdiği hidayet kaynağını (Vahyi) dikkate alırsak sonsuz bir hayata hazırlıkta başarılı olacak ve hem bu dünyada hem de öldükten sonra ebediyen mutlu olacağız. Mesleğimiz, cismani hayatımıza ancak ölene kadar mutluluk verebilir. Bu sonlu mutluluk vesilesine sınır koymadan tüm hayatımızı adarsak insaniyetimizdeki istidatlar kabiliyetlere dönüşmez ve akim kalır. Belli sınırların olmamasının, istenmeyen sonuçlar doğuracağı biçiminde yaygın bir anlayış vardır. Her ülkenin polisleri, mahkemeleri, hapishaneleri neden var dersiniz? İstenmeyen sonuçlar insanı memnun olmadığı alternatiflere yöneltiyor. Bu nedenle, böyle durumlarda bir mutluluk veya korku duygusu yaşanır. Aslında bu durum insana dayatılmıyor. Aksine kendi yapıp ettiklerinin bir sonucudur. Bu sonuçtan insanın kendisi sorumludur. İnsan zihninde Yaratıcıdan korkma düşüncesi vardır. Bu korku, içinde bulunduğu kültürden etkilenerek şekillenir. Bir insan kendisini yaratandan neden korksun ki? Ancak insan Yaratıcısını tanımamayı, Ona isyan etmeyi tercih ederse, Onu kaybetmekten, yani Onunla bağını koparmaktan, anlamsızlığa düşmekten korkmalıdır. Bu hale düşmekten korkmak, insanın kâinat türünden bir varlıktan korkmasına benzemez. Daha çok varlığını dayandıracağı bir Kaynak bulamamanın vereceği anlamsızlıktır insanı korkutan. Varlık Kaynağıyla bağlantı kurmamak insanı korkutur. Bağlantı kurmak da insanın gayreti ve niyetiyle doğrudan alakalıdır. Bu doğrultuda çaba sarf etmemek ve ihmal etmek insanı vicdanen rahatsız eder. Bu durumdan acı duyar. Bu acı, doğrudan Yaratıcının verdiği bir ceza değil, daha çok insanın kendi yapıp ettiklerinin sonucunda yaratılır.      

Bir okul örneğine bakacak olursak, okul idaresi bize belirli kurallara uyarak çalışıp tüm dersleri geçersek onur derecesiyle mezun olacağımızı söyler. Aksine, çalışmayıp da dersleri geçmezsek okul idaresi bizi mezun etmez ve sonrasında sıkıntılı bir hayat bizi bekler. Burada okul idaresinden korkmak ne anlama gelir? Kendi başarısızlığımızın sonucundan korkmak, değil mi? Korku kendi başarısızlığımızdandır, okul idaresinden değil.  Başarısız olduğumuzda okul müdürü bir tokat atacak değildir. Sadece bize mezun olamadığımızı söyler, diploma vermez. Bu korku aslında bizim iyiliğimiz içindir. Sürekli uyanık ve çalışkan olmaya teşvik eder. Cehennemden korkmayan Cennetin lezzetine ulaşamaz. Korku, gelecek endişesinden kaynaklanır.  Bir şey yapmaya heves etmek Allah’ın rahmeti vesilesiyle olur. Allah korkusu, O’nun merhametinden mahrum kalmak demektir.  Allah’ın merhameti olmadan hiçbir şey var olamaz. Nefes almak istediğinde alamamak, mutlu olmak istediğinde olamamak, susuzluktan kurtulmak istediği halde kurtulamamak hatta su içilse bile susuzluğun artıyor olması merhametsizliğin ne demek olduğunu ifade eder. İnsan, bütün bu sıkıntılı hallerden Allah’ın merhameti sayesinde kurtulur. Tabiat veya doğa denen yaratılmaya muhtaç maddenin duyguları yoktur ki, merhametleri ile bizim ihtiyaçlarımıza cevap versin.  Yaratıcının Merhametidir, maddeyi bizim ihtiyaçlarımızı karşılaması için gerekli özelliklerle donatan. Allah korkusu, doğrudan O’nun zatından korkmayı değil, merhametinden mahrum kalmayı ifade eder.  İnsanın, insaniyetiyle ilgili bir durumdur.

Allah aşkı da benzer biçimde, Allah’ın merhametine olan aşkı ve sevgiyi ifade eder.

  • İnsan gözlerini kapattığı zaman kendine karanlığı seçmiş olur.
  • Allah aşkını hissetmek insani bir durumdur. Okuldan mezun olmanın verdiği memnuniyet ile derslerine çalışan öğrencinin yaşadığı bir duygu gibidir. İnsan, mezun olmayı başaramadığındaysa üzülür. Okul idaresi sadece yapılan çalışmaya göre uygun bir sonucu tebliğ eder. Yaptığı tercihlerin sonucunu tecrübe eden, öğrencinin kendisidir. Okul idaresi ekstra bir işlem yapmaz. Öğrenciye kendi gerçeğinin belgesini verir. Cehennem ekstra bir cezalandırmayı içeren bir yaratılış biçimi değildir.

Okul örneğine dönecek olursak, öğrencinin başarısız olmasından okul idaresinin de memnun olmadığını görürüz. Fakat bu durum, okul idaresinin başarısızlığı dolayısıyla öğrenciyi cezalandıracağı anlamına gelmez. Öğrenci, başarısızlık hissinin verdiği sıkıntıyı kendi içinde yaşar. İnsanlar genellikle Allah’ı hep sevip O’nun korkusundan ise hiç söz etmemek gerektiğini düşünür. Aksi halde, sanki Allah kocaman bir insanmış da gelip O’nu sevmeyenleri darmadağın edeceği zannedilir.

İslam’a göre Cehennem, Allah’ın rahmetinden uzak düşmek manasına gelir. Merhameti inkâr edenlere Merhametin olmadığı bir yaratma biçimini temsil eder. Bir evde sürekli tatsızlık ve huzursuzluk yaşanırsa kimse orada bulunmak istemez. Böyle bir evde yaşamanın zevki olmaz. Hep olumsuzluklar ve yaratılışın karanlık yönünden bahsetmek insanı karamsar hissettirir. Bu hal, Yaratanın rahmetinin olmadığı cehennem hissidir. Bu his doğrudan insaniyetle ilgilidir, Varlık Kaynağı bu hisse göre yaratır. Sonuç olarak Merhameti inkâr etmek, insanın Yaratıcısıyla ilişki kurmasını engeller çünkü bu durumda insan kendini O’nun Merhametinden mahrum eder.

İnsan, kendi varlığıyla ilgili sorulara tatmin edici cevaplar bulamazsa iç dünyası karanlıktır. Hayatta mutlu olmak istiyor ama ebedi isteyen insani özellikleri tatmin olmazsa ne olacak? Hayatında mutlu ve mutmain olmak istiyor ama eğer Yaratıcı yoksa kendi varlığının da bir anlamı yoktur. İnsana varlık veren şuurlu bir Yaratıcı yoksa, rastgele olaylar sonucunda var olduğunu düşünüyorsa bu varoluştan yine rastgele bir hareketle çıkacak demektir. Rastgelelik sonucu var olduğunu zannetmek nasıl bir duygu? Bu duygu, insanın dünyadaki cehennem hayatıdır ve asla orada mutlu olamaz. İnsani sorulara ve beklentilere tatmin edici cevaplar bulamamak hayatı cehenneme çevirir. İnsanlar hayatlarına biraz zevk ve heyecan katmak için kendi kendilerini kandırmayı tercih edebilirler, özgürdürler. Fakat kaçınılmaz sonu ve gerçeği görmekten kurtulamazlar. Kendi varlıklarından memnun olamayanlar gündelik geçici lezzetlerden nasıl zevk alabilir?

Geceyi karanlıkta kalmak olarak tanımlarsak, o zaman bunun kıymetini bilmeliyiz çünkü bu sayede bize bakıldığını ve her şeyin bedava verildiğini öğreniyoruz. Çalışmamız, yani bir şeyler yapmamız bile bir lezzet alma vesilesi olur. Ayet, aynı zamanda varlığımızı anlamada durağan olduğumuzu ve netleşmediğimizi belirterek hala varlığımızı anlamak için araştırma içinde olduğumuzu, yavaş ilerlediğimizi hatırlatıyor. Bu aynı zamanda, anlam ve amaç eksikliğidir. Kim olduğumu ve insan olmanın ne anlama geldiğini bilmiyorsam, bana neden ve hangi amaçla bu harika duygular verildi ki? Varlık kaynağının ne olduğunu bilememek nasıl bir şey? “Kararıp sakinleştiğinde geceye ki,” bu demek olmalıdır.

Aydınlanma ve ışık, insanın kendi varlığının farkına vararak insani özelliklerini kullanması yani durağanlıktan, özgür iradesini kaybetmiş, kültüre entegre olmuş yaşama biçiminden çıkmak olarak anlaşılabilir. Karanlıkta olmak ve aydınlığı çıkmanın her ikisi de bize gerçekliğimizi anlamamız için verilmiştir. Karanlıkta olmak istemiyoruz, bu korktuğumuz bir şey ama aynı zamanda kim olduğumuzu sorgulamaya bir davettir bu sıkıntılı durum. Karanlık da aydınlık gibi bize mesaj taşıyan bir yaratma biçimidir. Bütün bu yaratılışlar, Varlık Kaynağının Mutlak olduğu mesajını getirir. Varlığımızı, Varlık Kaynağımıza atfedebilirsek hayatımız bize anlamlı gelir. Karanlık ve anlamsızlık, insanı tefekküre davet eder; çözüm aramaya teşvik eder. Kendini tanıtmak isteyen Yaratıcının yarattıklarını dikkate almayan insan, kendi gerçekliğini inkâr eder. Örneğin, eğitim amacını gerçekleştirmek için okul, öğretmen, program, sınıf, kitaplar ve diğer tüm ders araç gereçleri hazır halde ve öğretmen eğitimi veriyorken dersi dinlemeyen bir öğrenci sadece kendine kötülük yapmış olur. Eğitim amacını güden sistem, mükemmel biçimde işlerken ondan faydalanmayan insanın kendisi kaybeder.

Kâinat, mesajını insana mükemmel bir şekilde sunuyor ama o mesajı dikkate almaz ve dinlemezse kendisi hüsrana düşer. Yaratıcı, hiçbir şey kaybetmez. Karanlık, insan için bir alternatif seçim olanağı olarak Yaratan tarafından yaratılmış olmasına rağmen onu sevdirmeyecek duyguyu vermekle, karanlıkta kalmamak gerektiğini hatırlatıyor. Okul örneğindeki yönetim, öğrenciye derse katılıp katılmama özgürlüğü vermiştir. Bir polis gelip onu zorla sınıfa götürse bile, sınıfta başka şeylerle meşgul olup dersi dinlemeyebilir. İstediğini yapmakta özgürdür. Dünyadaki yaratılış ve düzen de böyledir, her şey insan içindir. İnsan, Yaratanını tanır ve severse, kendisine verilen nimetlerin farkına varırsa mutlu olur. Merhameti inkâr ederse mutsuz olur. “Kararıp sakinleştiğinde geceye ki,” bu gerçeği anlamamıza imkân verir.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Duha– Part 1–09/05/18” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 12 3 | 4 | 5

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın

1 Yorum