Esselamu aleykum,
Her zaman bir kafir (gerçi insanın nefsi, Şeytanın mümessili, hep bizimle ama…) var karşımızda da onu ikna etmek gibi bir de görevimiz var, hep onu dikkate alarak konuşacağız, davranacağız vs. Bu çok yorucu bir haldir. Fıtridir ama ilk etapta yorucudur. Yorulmak ile başlar sonra ünsiyet haline gelir ve de yorucu olmaktan çıkar, belki de zevk kaynağı olur.
Mesela, siz ilk defa piyano çalmayı öğrenmeye başladığınızda, orasına burasına vurarak şöyle tatlı gibi gelen sesler duyarsınız, hoşunuza gider ve de piyano eğitimi almaya karar verirsiniz. Derslere başladığınızda piyanonun orasına burasına vurarak ses çıkarttığında bu seslerin her birini ayrı ayrı sevdiğinizi söylediğinizde hocanız, “Güzel, sevdin demek ki,” der ve “haydi derse başlayalım,” diye birinci ders başlar. Önce, nasıl oturulur, eller nasıl piyano üzerine yerleştirilir dersi, sonra, notalar, rastgele elini oraya buraya atamazsın, tuşları takip edip notalar arasındaki farkı duyacaksın. Do-re-mi … yavaş yavaş iş ciddileşmeye başlar. Bu aşamada öğrenci, derin soluklar almaya, “Yahu, bu işin bir kolayı yok mu? Amma da uzun süreceğe benziyor,” falan diye şikayetlere başlar. Dersler ilerledikçe, ara sıra da imtihanlar falan olunca öğrenciler ikiye ayrılma meyli gösterirler.
Bir kısım öğrenciler (genellikle çoğunluk): “Şu meret konservatuvarı bir bitirsem de çıksam şu belanın içinden, kardeşim, kasıla kasıla parmaklarımda nasırlar oluşmaya başladı. Anladık işte piyano güzel bir alettir ve müzik de sevilesi bir şeydir, tamam. Daha ne bu detay üzerine detay, neymiş! Sesler arasındaki mikro düzeydeki farklılıkları seçecekmişin, do-re-mi var diyorlardı, şimdi do’nun, re’nin neredeyse on ayrı farklı tonda sesleri varmış. Ahh, söylettirme adamı, farkı markı kim duyar? Ben piyano çaldığımda kim bunların farkına varacak ki, işte herkes, “Aferin,” diyor, “çok zevk aldık,” diyor. “Daha ne istiyorsunuz?” “Şu müziği sevdirmek yerine insanları müzikten nefret ettiriyorsunuz.” diyerek okulu bitirip, diplomayı alıp kaçmak istiyenlerdir bunlar. (Anlarsın ama yine de söyleyim. Bu sözler, kendi tembelliğini ve zevksizliğini herkese maletmenin edebiyatıdır.) Böylesi kişiler ancak, gece kulüplerinde veya diskoteklerde musizyen olarak çalışan amatör kişilerdir. Biraz para falan da kazanırlar, millet sunum sonunda alkışlar falan, bu kişiler de kabul gördüklerini, “Görüyor musun, o detaylara hiç de gerek yokmuş, kimsenin de umurunda falan değil,” diye de kendi kararlarının doğruluğunu ispat etttiklerini zannederler.
Diğer bir kısım azınlıkta olan öğernciler ise (Kur’an’ın tabiriyle “qalılun mine’l-ahirin) وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ 56:14 “ama [sadece] pek azı sonraki dönemlerin (insanları).” işe: “Ooo, biz daha işin başında imişiz, detaylar çok daha önemli imiş, yoksa biz çingene davulcuları gibi düğünlerde davul çalmak için müzisyen falan olacak değiliz. Ben işin içine gireceğim ve kardeşim yüksek lisans, doktora her ne gerekirse yapmaya hazırım.” diyenlerdir. “Nasreddin Hoca gibi eline sazı alıp da hep aynı tele vurup durmanın müzik ile alakası yok,” (nakillerle geçiştirenleri kastediyorum) diyebilenler az çıkıyor.
İşi kestirmeden, “Biz Müslümanız (Konservatuvar mezunuyuz), sen kalbe bak, (çaldığım müzik aletini sevmiyor musun, şimdi?) hissedersin (sevdin değil mi?) (Evet, İslamiyetin doğruluğu konusunda bir sonuca ulaşmış ama burada bırakıp mezun olmak istiyor.) demek suretiyle, eline tesbihi al, zikret, ilahiler şöyle, müzikle tesbihat yap, ne de zevkli değil mi? Hiç de yorulmuyorsun. Şöyle Müslüman olmanın bir tadını çıkaralım, yahu!” “Nedir o her zaman bu notaların da bir incelikleri varmış, ayağını bir de aşağıda ahenkli bir şekilde kullanacakmışın da notaların da ince tonlarına dikkat edecekmişin.” gibi gerekçelerle dioplomalarını alıp mezun olanlar bu tavırlarını hep haklı görürler. Ve de eski müzisyeyenlerden örnekler getirirler. Çünkü eski müzisyenlerin elinde elektronik piyanolar yoktu ve detaylara girmenin gerekliliği gibi bir şeyin de farkında değillerdi. Şimdi ise, her çaldığın notanın, bilmiyorum ama major mu, minör mü, birşeyler diyorlar ince farklılıkları varmış, artık insanlar buna dikkat ediyor. Değilse bu gibi insanlar barlarda veya gece kulüplerindeki müzikten nefret ediyorlar. Kaçıyorlar. (Camiler, kiliseler gittikçe ciddi insanların kaçtıkları yerler haline geliyor, dikkat lazım.) “Bıktık be şu ses gürültülerini müzik diye yutturanlardan,” diyorlar. Yüzeyselliği kaldıramayanlar, ancak operalardaki müziğin detayında güzelliği hissediyorlar. Fakat, operaya kaç kişi gider? Gece kulüplerinde insanlar ne kadar da çoktur! Burada sayıya bakarak pratik bir çözüm arayanlar, gece kulübü müzisyeni olurlar.
Mesele bu kadar da basit değil. İnsanda ince sesleri duyma özelliği var, bunu inkar edemeyiz. Ama kullanılmazsa körelir. Bu da ayrı bir konu (kalplerin mühürlenmesi bu demektir.) İnsanda “nefis” diye adlandırılan bir “Şeytanın mümessili hep var” bunu ihmal ederek konuşmak veya davranmak, bir kaçıştır, bir tembelliktir. Yokmuş gibi davranmak ve konuşmak insaniyetin gerçeğine uymaz. Bütün ipin inceldiği nokta burası.
Psikolojik gerekçeleri de var. Kolej düzeyindeki eğitimde hocalar, meselenin inceliğini anlamak isteyen öğrencileri özel olarak odalarına çağırırlar ve diğer mezun olup diploma alıp gece kulüplerinde çalışmak isteyenler ise: “Bunlar hocanın yağcıları, odasından çıkmazlar!” gibi algılamalar ile kıskançlıklarını engelleyemezler. Fakat özel olarak o hocanın bu öğrenciler ile sürekli ilgilenmesinin sebebi, bu kişilerin sonradan yüksek lisans ve doktora öğrencileri olarak eğitimlerine devam edeceklerine güvenmesidir. Siz bir hoca olarak eğer bir öğrencide böyle bir meyil ve heyecan görmediyseniz o kişiyi odanıza özel olarak çağırıp teşvik etmezsiniz, kişinin ilgisi yok çünkü. “Gece kulübünde para kazanacak adam. Bırak gitsin, kazansın, ona da ihtiyaç var. Gece kulüpleri de bayağı rağbette.” der hoca. İşte bu sırrı anlamak lazım. Bu sır, Rasulullah’ın hayatında çok bariz belli. Kur’an’da çok sırlı bir şekilde görünür. Eğer içinizde böyle bir dert varsa: “Şu müziğin tadını çıkartmak ve müzikten anlayanların kullaklarına bir bayram yaptırmak için uzun süre, yorucu da olsa, sonu Cennet gibi zevkli bir mertebe kazandıran müzisyen olmak gerek,” diyorsanız, artık yorucu bir yolculuğa çıktınız ve fakat sonunda hiçbir gününüz geçmez ki piyanonun başından ayrılasınız. Zevkine doyum olmaz. Cenneti dünyada yaşamaya başlarsınız. Gece kulübü müşterileri de sizin müziğinizi sever ama bilmezler ki inceliklerine dikkat ettiniz. Aynı diğerleri gibi dinlerler ve farkı göremezler. Eğer siz, “Bu söylemlerde (müzikte) farklılıklar var, dikkat edin,” derseniz, “Ne farklılığı canım, sen de kendini çok beğenmişin, kendini öne çıkarıyorsun, tam teslim olamıyorsun gece kulübü müşterilerine, elitistsin, ille de operada olacakmışın vs.” diye saldırırlar. Adamcağız, farkı görmediği için gerçekten haklı olduğuna inanır ve de savunur. Belki de kendisi için haklıdır. Allah o kişiyi cezalandırmaz, çünkü öyle zannediyor.
Fakat bu ikinci kategori insanlar bu gibi ithamlardan yılmamalıdırlar. Risalelerin yazılışındaki inceliğe bakınca anlarsın. Bu inceliklerin herkes farkında olmayabilir, seçtikleri yön itibariyle o farklılıkları görmeyebilirler. Bu onların (birinci grup öğrencilerin) tercihi, ikinci grup öğrencileri böylesi ithamlar ilgilendirmez. İkinci grup öğrenciler, nefsin ve Şeytanın varlığını bilerek, her an en ince ayarlarla anlamaya, hayatlarına uygulamaya ve de konuşmaya gayret göstermeliler. Çünkü insaniyet gittikçe artık çingene davulcularını düğün merasimlerine bile çağırmıyorlar, daha da az her geçen gün. İnsanlar gittikçe daha çok sayıda “ince ayar” lı müzikler istiyorlar. İhtiyaç var, ve bu ihtiyaca cevap verecek dikkatli, gayretli, tembel olmayan öğrencilere çok ihtiyaç var. Kur’an’ın ince ayarını Risalelerdeki gibi görmeye çalışmak, dikkat etmek yorucu olur ilk etapta ama sonunda zevkine doyum olmaz. Dünyada iken Cennetin meyvelerini yemeye başlarlar bu ikinci grup öğrenciler.
Mesele tevazuh etmiştir, inşaAllah.
Mesele o kadar güzel yazdırılmışki , maşallah barekallah …
El-hamdu lillah.
Ben, afak denizinde okadar cirpindim batttim ciktim ki; artik enfus sahilinde soluklanip sadece kendimi kesfetmeye calisiyorum. Allah’in yuksek arsina acilan asuman misal kalp arsini zayif gozlerimle seyre calisiyorum. Bu cabamda, risale-i nurlarin durbin hakikatleri bana cok yardimci oldu ve oluyor fakat dunyanin fani fakat luzumlu mesagaleleri ,diger insanlarin negatif tesirleri , beni rahat birakmiyor. O yuzden kalben fani dunyanin bu yonune karsi bir hoslanmama hissi ve ofke beni avucuna aliyor ve kabzettikce ediyor. Ustad gibi, Barla daglarinda sureten garip kimsesiz olmayi dahi goze alarak sadece Allah’la birlikte olmanin huzuruna ermeyi cok isterdim. Fakat bu fani dunyanin fanileri ustadi dahi kendi haline birakmamislar ,adeta dunyaya baktirmak icin cebretmisler. Basta dedigim gibi, ben enfuse dondugumden ,ic seyahatimde yol alirken yolda yaralar bereler icinde cahil, gururlu, ahmak, basireti kisa, yirtici ve cirkin mi cirkin bir sahsa rastladim. Bu sahis, sizin de yazinida ifade ettiginiz nefisti. Yani benim hayvani ruhumdui. Simdi risale-i nurdan aldigim dersleri ona anlatiyorum.Simdiye kadar bir mesafe katedemedim fakat umudumu da yitirmis degilim. Bu vucud sarayi dagilip insani ruhum ebediyeten nurlu alemlerine goctugunde hayvani ruh olan nefsimin kabirde kimsesiz bicare kalmasini istemiyorum. Onun da gafletten, dalaletten ve cehaletten kurtulup agirliklarini bu dunyada birakarak ebediyetin kainatinda ucmasini ve beraber Allah’in sanatinin ebediyete nasil intikal ve inkilap ettigini musahade ederek karsilikli sohbet etmek istiyorum. Simdi, inadi daha kirilmadi. Ben vucut sarayiyla beraber secdeye kapandigimda, o sirtini donuyor. Ben de ustad gibi ona diyorum. Sen istedigine ibadet et fakat ben alemlerin rabbi olan Allah’a ibadet ediyorum ve edecegim.Bu cahil ve ahmak nefsimi de seytanin elinden kurtarabilsem, onun bu inadini kirabilsem iste o zaman sanirim saadeti bulan bir said’de ben olabilirim. Vesselam.
A.selam. İnşaAllah. Çok güzel özetlemişsiniz.