“Evrendeki yaratılışa dikkat ettiğimizde, her bir varlığın bütün varlıklarla tam bir ahenk içinde var olmaları, onların tesadüfen varlık alemine gelmiş olma ihtimalini insan aklı için imkansız kılar.”
Her bir varlık, kendi varlığındaki özelliklerle şunu ilan ediyor: “Ben ancak bütün evreni geçmiş ve geleceği ile bilip tasarrufu altında bulunduran bir kaynağın ürünü olabilirim. Beni ancak böyle bir kaynağa dayandırarak anlamlandırabilirsiniz; yoksa, insani özelliklerinizle ters düşen bir iddiada bulunmak zorunda kalırsınız, yani yanılırsınız.” Ancak bu yanılgı bir dogma haline getirildikten sonra evrenin parçalarının kendi kendine nasıl oluştuğunu çalışmak mümkündür.
Bilimsel çalışmaların tümü, zaman içerisinde gözlemlediğimiz yeniden yaratılışın bir şarkı gibi dinlenmesine vesile olabilir ve olmalıdır. O şarkıyı bizim için yazanın ne gibi mesajlar verdiğini anlama çabasının adıdır bilimsel çalışmalar. İnsanı sevdiğini ve onu yalnız bırakmadığını dile getiren, şu evren şarkısını besteleyen bir Yaratıcının sevgisini okuma çabasıdır!
Dahası, bütün evreni bilen ve onu her an tasarrufu altında var eden bir kaynak, evrendeki var edilenler cinsinden olmayan bir Varlık olabilir. Yani sonsuzdur, mutlaktır, kendisi yaratılmaya muhtaç olmayandır. Kur’an’ın Yaratıcıyı tanımlayan şu ayetleri bu gerçeği ifade eder:
“We lem yekun lehu kufuwen ehad” İhlas: 4
Hiçbir varlıkta, yoktan var etme özelliği yoktur. Hiçbir şey Onun dengi değildir. O hiçbir şey cinsinden tanımlanamaz. Bütün yaratıkların ötesinde sonsuz, mutlak olandır Yaratıcı.
“Huwe Allahu ellezi la ilahe illa hu” Haşir : 22, 23
Var olan şeyler, kendilerinin ve kendilerindeki özelliklerin var edicileri, yaratıcıları olamazlar.
Kainattaki her bir şeyin bütün diğer eşya ile tam bir ahenk içinde varlık alemine gönderildiğini gözlemliyoruz. Bir şeye varlık verenin bütün eşyayı doğrudan kendi tasarrufu altına aldığı sonucuna ulaşmayı insan mantığı zorunlu kılıyor. Gözlemlere dayanan bu zorunlu mantıksal çıkarım bize, birisi veya bir şey olmalı, dedirtiyor. İşte bu birisi veya bu şey Kur’an’da “O” diye anılıyor. “O” olması zorunlu olandır. “O”nun varlığını kabul etmediğimiz takdirde varlık alemini izah etmemiz mümkün olmaz. İşte “O”, Allah’tır. Kur’an, “Allah” kavramını bize böyle tarif ediyor. O’ndan başka hiçbir şeyde yoktan var edici olma özelliği yoktur.
Hiçbir dogmaya saplanmadan yaptığımız gözlemlemelerimize dayanarak ulaştığımız bu mantıksal zorunlu sonuç, Kur’an’da “iman” denen kavram ile ifade ediliyor.
Bu mantıki sonucu onaylamayan bir insan, kendisine, hiçbir mantıki gerekçeye dayanmayan, yalnızca gibi göründüğünü iddia ettiği bir dogma edinmek zorundadır. Eşyanın varlık alemine gelişini açıklayabilmek için dogmalar uydurmak zorundadır: “tesadüfen oluşuyor”, “Kendi kendini oluşturuyor”, “Doğal olarak oluşuyor” gibi dogmalarla, varlık alemini, tarafsız ve önyargısız incelediğini iddia edecektir.
Yaratıcının yaratmasındaki düzenliliği, sanki Yaratıcının müdahalesi olmadan kendi kendine oluşuyor gibi algılamak, ancak, bir varlığın kendi özelliklerini yaratabileceğini farz etmek ile mümkündür. Bu faraziye sorgulanmadan dogma olarak kabul edildiği takdirde, “Bu fiil, kendisinden çıkıyor gibi görünen varlığın ürünüdür”, cümlesi söylenebilir, ki bu bir dogmatik sonuçtur. Hiçbir mantıki gerekçeye dayanmaz.
Kainattaki gözlemlediğimiz düzenlilik, Yaratıcının düzeni tercih ettiğini ve dolayısıyla kasıtlı bir tercih olduğunu gösterir. Çünkü düzen, her an yenilenmektedir. Mikro düzeyde düzensiz yani kaos gibi görünen bir fiil, makro düzeyde değerlendirildiğinde bir iradenin tercihi olduğu rahatlıkla anlaşılır.
Mesela bir kedi veya ağaç hücresindeki bölünmelerin, mikro düzeyde sanki kendi kendilerine rastgele oluşuyor gibi görünmelerine rağmen, makro düzeyde bir bütün halinde bir kedi veya bir ağaç olarak bakıldığında, o bölünmelerin tümünün kedinin veya ağacın bütünlüğünü koruyacak ve varoluş düzenini bozmayacak şekilde gerçekleştiği görülür. Demek ki, hücrenin bölünmesini gerçekleştiren, kedinin veya ağacın bir sonraki anda alacağı şekli ve özellikleri tam tamına bilendir. Hatta, yalnız kedi veya ağacın kendilerini değil, aynı zamanda onların ilişkide bulunacağı tüm varlıkları, ki bu tüm evrendir, tamamen bilen, onlar ile tam bir ilişki içerisinde olmasını amaçlayan bir ilme, kudrete, iradeye, hikmete, rahmete sahip olan bir kaynak olmalıdır.
Kur’an’da Yaratıcının yaratma düzenini değiştirmediği ifade edilirken, bu düzenin tesadüfi olmadığına, bilakis sonsuz ilim, irade, kudret, hikmet, rahmet özelliklerine sahip olan Yaratıcıyı tanımak imkanı verdiğine dikkat çekilir. Çünkü, evrenin her anki halinde tam bir düzen içerisinde var olmaya devam etmesinin ancak bu sonsuz özelliklerle gerçekleşebileceğini her insan aklı rahatlıkla anlar.
“Wa len tecide li sunnetillahi tebdila” Ahzab: 62 – Fatir : 43 – Fetih : 23
Yaratıcının yaratma düzeninde bir değişiklik bulamazsın. Düzenliliğin sürekliliğini göz önünde bulundurarak evreni inceleyiniz. Yaratıcı, her yaratma fiilinde düzeni amaçlayarak yaratır. Evren, Yaratıcıyı tanıma aracı olarak kullanılmak üzere var edilir.
Sonuç
İslam düşünürlerinin kullandıkları terimlerle bu mantıki örgüyü kavramak istersek özetle şöyle diyebiliriz:
Her bir varlık, kendisinin ancak bütün varlıkları var eden tarafından var edilebileceğini sergileyen özelliklerle donatılarak yaratılıyor. Bu durum, Yaratıcının ehadiyetiyle bizimle konuşmasıdır, tecellisidir. Öte yandan, tüm varlık aleminin tam bir bütün halinde iç tutarlılığını koruyan bir ahenk ile var olması da, Yaratıcının vahidiyetiyle bizimle konuşmasıdır, tecellisidir.
Vahidiyet tecellisi içinde ehadiyet tecellilerini aramak, insanın Yaratıcısını tanıması için zorunludur. Ancak ehadiyet tecellilerini gözlemledikten sonra, vahidiyete geçmek mümkündür. Ehadiyet tecellileri gözlemlenmeden, yalnızca vahidiyet tecellileri ile Yaratıcının tanındığı iddia edilirse, bu tanıma her bir var oluş fiilinde, o fiili var edeni tanıma imkanı vermez. Mikro dünyada, ya da günlük hayatımızda karsılaştığımız tek tek olaylarda Yaratıcıyı tanıma yöntemi seçilmemiş ise, Yaratıcı Allah’a inanma bir dogma seklinde görünür.
Eğer Yaratıcıya inanç, yalnızca Vahidiyet tecellileri ile savunulursa, buna Muharrik-i Evvel veya Musebbib-i Evvel olarak Allah’a iman denir ki, bugün dünyada çok yaygın olan bir anlayıştır. Bu şekildeki bir Allah inancını taşıyan kişilerin, ehadiyet tecellileriyle karşılaştıklarında bir çıkmaza girmeleri kaçınılmazdır. Diğer taraftan, yalnızca Vahidiyet tecellileri ile Allah’ı tanıtan kişilere muhatap olanlar da, her bir olayı kendi içinde incelediklerinde böyle bir Yaratıcı inancını tatmin edici bulmayabilirler.
Günümüz dünyasında, Yaratıcının varlığı hususunda, insan mantığının onaylayabileceği bir sonuca ulaşılması için ehadiyet tecellileriyle Yaratıcıyı tanıma yönteminin uygulanması zorunludur.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan faydalanılarak yapılan bu çalışma, böyle bir ihtiyacın giderilmesine katkıda bulunma duasıdır.