Kader’e iman ile ilgili bir soru:
”İlim maluma tabidir, derken tam olarak ne demek istiyoruz? Bu cümleyi insan için anlayabiliyorum. Vücudu olan bir şeye bakar ondan bir malumat çıkarırız. Ama bunu bütün mevcudatın kaynağı O dediğimiz Mutlak Yaratıcıya nasıl uyguluyoruz?”
Yaratıcıya uygulamıyoruz. Kanaatimce, uyguladığımızı düşündüğümüzde yanılıyoruz. Kendimiz, yani yaratık açısından bir izah getiriyoruz. Ben, benim iradem ile yaptığım tercihin sonucunda, “Beni, irademi, yaptığım tercihin alternetiflerini Yaratan’in, benim yaptığım tercihe göre, tercih edileni yarattığında, Onun ezelden bildiği bir şeyi mi etkilemiş ve dolayısıyla değiştirmiş oluyorum?” sorusuna, “Hayır, Onun Ezeli İlmi senin yapacağın tercihi biliyor olmalı (çünkü sonsuz ilmin öncesi, sonrası olmaz,) dolayısıyla, bir değişiklikten bahsetmek, sonsuzluk kavramının içeriğine aykırıdır.” diye cevap vermeyi amaçlar bu “İlim maluma tabidir,” ifadesi.
Soru devam ediyor: ”Ezeli ilmi, kendi yarattığı mevcudatın varlığına tabi kılmak, çelişkili bir durum olmuyor mu?”
Evet, Ezeli ilmi, kendi yarattığı mevcudatın varlığına tabi kılan bir anlayış, kendi içinde çelişkiyi taşır. Çünkü böyle bir düşüncede, Mutlak olan Yaratıcı, yarattıkları cinsinden düşünülüyor demektir. ”İlim maluma tabidir” ifadesi, yaratıklar açısından bir izahtır. Ben, “İlmin maluma tabi olduğunu” anlıyorum, kabul ediyorum. Benim tecrübemde böyledir, diyorum. Madem bunu anlayabiliyorum, o halde, benim yapmış olduğum bir tercih neticesinde yaratılacak olan şeyi, ben, Yaratıcının eskiden bilmediği bir şey olarak telakki ettiğim için, kainatın Yaratıcısı bunu bilmiyordu, ancak ben bir tercih yaptıktan sonra bilmeye başladı anlamında düşününce, konu çelişki içeriyor. Halbuki, Ezeli, Sonsuz olan İlm-i İlahi, benim şimdi yaptığım bir tercihi Ezelde biliyordu, ve kainatın düzenini ona göre yarattı. Yani ben özgürce bir tercih yaptığım zaman, Yaratıcının İlmini etkilemiyorum. Ben özgürüm, yaptığım tercihte de özgürüm. Fakat benim yaptığım tercihi Bilenin bilgisi Sonsuz olduğu için, benim açımdan, tercih yaptıktan sonra bilinen bir olay, Yaratıcının Sonsuz İlmi açısından ezelden beri bilinen bir şey olmalı. Onun Bilgisini benim yaptığım tercih etkileyip değiştirmiyor. Beni serbest bıraktığı için, serbestçe yaptığım tercihin nasıl olacağını Ezelden bilmesi söz konusudur.
Soru sahibi devam ediyor: ”Ya da ben neyi kaçırıyorum?”
Yaratıklar düzeyinde yaptığımız bir tahlili, Yaratıcıya uygulayıveriyoruz. Halbuki, yaratık olan olayların Yaratıcıyla olan ilişkisini kavramaya gelince, hemen Onun Mutlakiyetini denklemin içine sokmak zorundayım. Mutlak olmayan Yaratıcı olmaz. İlmi mutlak olmayan, Kudreti Mutlak olmayan, İradesi Mutlak olmayan… Yaratıcı olmaz. Fakat kainat, “Yaratıcım var!” diyor. “Bir de Yaratıcı açısından olaya bakıyım,” dediğimde yanılmaya başlıyorum. Çünkü Mutlak olanın katından hiçbir şeye bakamayız. Biz rakamlarla düşünebiliriz, yaratığız. Yaratıcının Özelliklerini (Mutlak olanı,) bizim düşence araçlarımızla (rakamlarla) izah da edemeyiz, anlayamayız da, anlamamız da gerekmez zaten. Yaratıcının mahiyetini anlayamayacağımızı anlamaktır, hakikat, yani, iman.
Bu nedenden dolayı, Kur’an’ın tevhid anlayışını takdiminde Nursi üç aşamayı her zaman dikkate alır:
– “Tevhid-i mevcudat”= Bütün mevcudatın (yaratıkların) arasındaki birliktelik, teklik, bütünlük. Tek elden çıkmış olma özelliği vs.
– “Tevhid-i ef’al”= Bütün icadî fiiler aynı Fail’in fiili olduğunu gösterecek şekilde gerçekleşiyor. (Bundan sonra gelen çok önemli.) Öyleyse:
– “Tevhid-i Esma”= Bir şeyi yok iken var edenin, var etmesiyle gösterdiği bir özelliği, o eşyada gözlemlenen diğer bütün özelliklerin de O Yaratıcıya ait olduğunu zorunlu kılar. Yani, Kudretinin sonsuz olması gerektiğini anlıyorsam, zorunlu olarak, yaratıklarda gözlemlediğim bütün özelliklerin, O Yaratıcının Sonsuz olması zorunlu olan Özelliklerinden kaynaklandığını anlamam zorunlu oluyor. Başka bir kaynağa izafe edemiyorum. Yaratıcının İlminin de sonsuz olması zorunludur, kainat bunun şahididir.
“Âlemde herbir şey, bütün eşyayı kendi Hâlikina verir. Ve dünyada herbir eser, bütün âsâri kendi Müessirinin eserleri olduğunu gösterir. Ve kâinatta herbir fiil-i icadî, bütün ef’âl-i icadiyeyi kendi Fâilinin fiilleri olduğunu ispat eder. Ve mevcudatta tecellîeden herbir isim, bütün esmâyi kendi Müsemmâsinin isimleri ve ünvanları olduğuna işaret eder. Demek, herbir şey, doğrudan doğruya bir burhan-ı vahdâniyettir vemarifet-i İlâhiyenin bir penceresidir.” Link (26. Mektup, 4. Mebhas, 4. Mesele)
Bu bahsedilenlerin sonucunda şunu söylemek zorunlu oluyor: Bir denklemin herhangi bir aşamasında, içerisine bir sonsuz girdiğinde, denklemin içinde ne gibi rakamlar olursa olsun, etkisiz oluverdiğini unutuveriyoruz. Sanki denkleme bir başka rakam girmiş gibi telakki edip, denklemin sonucunu çözmeye çalışıyoruz. Çıkmaza giriyoruz. Sonsuz, bir rakam değildir (yani, yaratık cinsinden tanımlanamaz.) Bunu unutuyoruz. Yaratıcı açısından olaylara bakamamız mümkün olmadığı için (çünkü yaratığız,) hiçbir olayı, Yaratıcı katından analiz edemeyeceğimizi bilmemiz gerekir. Bir yaratık olan benim açımdan kainata ve karşılaştığım olaylara bakınca, bunların Yaratıcısının özellikleri Sonsuz olması gerekir, diye anlıyorum ve teslim ediyorum. Buna iman denir. Sonuza ulaştığınızda, hala denklemi çözmek için çalışmaya devam etmek, tanım gereği yanlıştır, mantık dışıdır. Denklem çözülmüştür, sonuç bellidir: Sonsuz. Bu yaratık, Sonsuz özellikleri olan birisi tarafından yaratılmıştır. Nokta.
Karışıklık buradan kaynaklanıyor, diye zannediyorum. Yanılıyorsam, düzeltirsiniz, benim ricam bu.
Cevabı uzatmamak niyetindeydim, ama tefekküre ederek yapılan dua, bereketini beraberinde getirdi. Yaratıcın Sonsuz ilmi bunun böyle olacağını ezelde biliyor ve kainatın yaratılışını buna göre tanzim etmiş olmalıdır, diye anlıyoruz. Bu sonuç bizim algılamamızdır. Ben dua ettim de onun için Yaratıcı İlmini değiştirdi, değil.
“Yaratıcının mahiyetini anlayamayacağımızı anlamaktır, hakikat, yani, iman.”
Ben de nefsi emmare hakim olduğundan Firavunluk yapıyor ve Yaratıcının mahiyetini anlamaya çalışıyor.