Beled Suresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor.
Beled, 90: 8-16
8. Biz ona iki göz vermedik mi?
9. Bir dil ile iki dudak vermedik mi?
10. Biz ona iki yolu da gösterdik.
11. Fakat o sarp yokuşu aşamadı.
12. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin?
13. O, köle azad etmektir.
14. Yahut kıtlık gününde yemek yedirmektir:
15. Ya bir yetim akrabaya,
16. Veya toza toprağa bulanmış yoksula.
13. ayette geçen kölelik kelimesini “bir insanın diğer bir insanın hizmetinde olması, onun kölesi olması” şeklinde anlamak ayetin bütün asırlara ve her bir asırdaki insana hitap eden mesajından kendimizi mahrum bırakmamız anlamına geliyor. Çünkü günümüzde zahiri anlamıyla kölelik pek kalmadı. Bulunduğu devirde kölelik olan bir insan için ayetin işari manalarından birisi köleyi hürriyetine kavuşturmak olabilir. Ama bizim farklı bir açıdan yaklaşarak bu ayetin 21. asırdaki insana ne mesaj verdiği üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
13. ayetteki köle azat etmek, insanın kendisini nefsinin köleliğinden, kapitalizmin, materyalizmin, sebeplerin köleliğinden azad etmek demek olsa gerek. Zaten 13. ayetten önceki ayetler de bu yorumlara uygun görünüyor. İnsana verilen iki göz, bir dil, iki dudak ile zahiri anlamı ile köle azat etmenin ne ilgisi olabilir? İnsana verilen gözler, dil ve dudaklar, insann kainatı okuyarak tahkiki iman seviyesine ulaşmasında ve kendisini ve çevresini yukarıdaki anlamları ile kölelikten kurtarmasında kullanılacak araçlar.
Vahiy, nebi ve kainatın rehberliği ile “Biz ona iki yolu da gösterdik.” Yaratıcısını tanımadan yaşayan bir insanın kendisini içine sokacağı acıları (depresyon, firak acısı, gençliğini ve hayatını ebediyyen kaybetmek…) ve mutlak ratmete sahip Yaratıcısını tanıması sürecinde hissedeceği imanın emniyeti…
Kıtlık gününde yemek yedirmek, materyalizmin, pozitivizmin hüküm sürdüğü, her yerde şeytani ve insanı yaratıcısından uzaklaştıracak fikirlerin gezdiği bir ortamda (kıtlık gününde) insanlara yemek yedirmek yani kendisini ve onları iman hakikatleri ile tanıştırmak demektir. Yetim (yaratıcısından habersiz) bir akrabaya, ya da toza toprağa bulanmış bir yoksula (hani üstad bahsediyor ya batıla düşmüş çıkamayan ve hayret içinde olan insanlardan) yemek yedirmek demektir sarp yokuşu çıkmak.
Bütün bunları yapmak ise “sarp yokuş” ifadesiyle anlatıldığı gibi kolay değil ve insanın kendisine verilen inat duygusunu veriliş amacına uygun kullanarak güçlü bir irade göstermesini gerektiriyor. İnsanın, kendisini yaratıcısından uzaklaştıracak yüzlerce farklı akımla karşılaştığı bu asırda, kürekleri bir gün bile bırakmaması demek sarp yokuşu çıkmak.
Aşağıdaki mealde Muhammed Esed’de buna benzer yorumlamış sanki bu ayetleri.
8. Biz ona iki göz vermedik mi?
9. Bir dil ve bir çift dudak,*
10. ve ona [kötülüğün ve iyiliğin] iki yolunu da göstermedik mi?
11. Ama o, sarp yokuşa tırmanmayı denemedi…
12. Bilir misin nedir o sarp yokuş?
13. [O,] boynunu [günah zincirinden] kurtarmaktır;**
14. yahut [kendi] aç iken (başkasını) doyurmaktır,
15. yakını olan bir yetimi,
16. yahut toprağa uzanıp kalmış olan [yabancı] bir yoksulu,
*Yani, Allah’ın varlığı hakikatini tanıması ve bu hakikati dile getirmesi yahut en azından hidayeti istemesi için.
**Beğavî tarafından nakledilen ‘İkrime’nin ve ayrıca Râzî’nin yorumu. Fekku rakabe ibaresi, alternatif olarak, “insanoğlunu boyunduruklarından kurtarmak” şeklinde de çevrilebilir (karş. 2:177, not 146). “Boyunduruk/zincir” terimi, burada, “kölelik” olarak tanımlanabilecek olan bütün tutsaklık ve sömürü -sosyal, ekonomik veya politik- biçimlerini kapsar.