فَذَٰلِكَ ٱلَّذِى يَدُعُّ ٱلْيَتِيمَ
107:2.” İşte o, yetimi itip kakar.”
Varlıkların var edilmesi için bir dayanak veya destek noktası bulmak gerektiğini belirtmiştik. Bu evrende her şey var edilmeye muhtaçtır. Herhangi bir şeyin varlığına destek veya dayanak olmak ne demektir? Bu kâinatta varlıkların dayanak noktası olabilecek herhangi bir varlık yoktur çünkü buradaki her şey var edilmeye muhtaçtır. Bu evrende görülen özelliklerin herhangi birinin bir dayanak noktası yoktur. En küçük varlık olarak görülen atomların da varlığını destekleyecek bir dayanak noktası yoktur. Bu varlıkların hepsinin var edilmeye muhtaç olduğu ve onları Var Eden bir varlık kaynağının mutlaka var olması gerektiği kaçınılmaz bir sonuçtur. Varlık Kaynağı kâinatta olmadığına göre kâinat ötesinde olmalı yani kâinat türünden olmamalıdır. İnsan bedenini kâinat gibi düşünürsek ruhu veya hayatı, beden türünden olmayan ve onun ötesinde olan bir varlık türüdür. İnsanı insan yapan bu hayat veya ruhtur. Bu ruh veya hayat, beden gibi yaratılmaya muhtaçtır. Ruh veya hayat bedenin yaratıcısı olamaz. Benzer biçimde, kâinattaki düzen veya kanun da kâinatın yaratıcısı olamaz. Çünkü kâinattaki düzenin de Varlık Kaynağı, kâinatın ötesinde bilinçli bir Düzenleyici olmak zorundadır. Kâinatın maddi görünümü ve düzeniyle birlikte kâinat türünden olmayan Bir Varlık Kaynağı tarafından var ediliyor olması mantıken zorunludur.
Varlıkları bu Varlık Kaynağıyla irtibat kurmadan, kendi kendine veya tesadüfen oluşmuş kabul etmek, onların Yaratıcılarının özelliklerini tanıtarak varlıklarıyla yaptıkları şahitliğin hakkını yemek ve böylece de Varlık Kaynağını inkâr etmek demektir. Bu korkunç cinayeti işlememek için varlıkları ve onlarda yansıyan özellikleri Varlık Kaynağına atfetmek ve Onu tanıyarak okumak gerekir. Ancak böyle muamele edersek onların haklarını koruruz. Onları yetim bırakmamış oluruz. Yetimlere kim kaba ve sert davranır? Yetim, artık Kur’an’ın getirdiği yeni bir anlayışla var olmak için destek veya dayanağa muhtaç olan her şey biçiminde anlaşılmalıdır. Ağaç, var edilmeye muhtaçtır, bu manada bir yetimdir. Onun görevi, Yaratıcısının vasıflarını tecelli ettirmek ve böylece mesaj taşımaktır. Yaptığı görevin hakkını korumak için bu ağacın bu dünyada bir dayanağı, desteği veya koruyucusu yoktur. İnsanlar istedikleri gibi o ağacın varlık hakkını gasp edebilirler.
Benzer biçimde yaratılışına uygun davranışlarda bulunan bir insan, kendisinde Yaratıcının özelliklerini yansıtma görevini yapmış olur. Tıpkı üzerine gelen ışığı yansıtan ve böylece görüntünün ortaya çıkmasına vesile olan bir ayna görevi görür. Görüntünün kaynağı ayna değil, ışıktır. İnsanın işlediği bir fiilin veya varlık aynasında yansıyan özelliklerin varlık kaynağı kendisi değildir. İnsanı ve kâinatın düzenine uyarak yaptığı tercihlerin sonucunu var eden Yaratıcıdır. Fiillerinin veya kendinde yansıyan özelliklerinin kendisine ait olduğunu iddia eden birisi, hakikati çarpıtmış ve korumasız yani yetim gibi görünen o yaratılışlara kötü davranarak, onları itip kakmış olur. Çünkü fiiller ve özellikler var edilmeye ve desteğe muhtaç birer yetimdirler. Onları Varlık Kaynağıyla irtibatlandırarak desteklemek, gözetmek ve haklarını korumak gerekir.
Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken bir diğer kavram ise muhtaç anlamında kullanılan miskindir. Muhtaç, kültürel manada sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlandırılamayacak kadar geniş kapsamlı bir anlam taşır. İnsan bir yerde çaresiz kaldığında öncelikli olarak para, yiyecek, giyecek ve barınmaya ihtiyaç duyar. Bunlar insanidir ve fakat yalnızca bedenini ilgilendiren maddi ihtiyaçlardır. Esasen insan mana, sevgi, saygı ve değer görme gibi sonsuz manevi ihtiyaçları olan bir varlıktır. Modern hayatta bunları karşılama imkânı yoktur. Materyalist kültürde yer alan sosyal destek, aile desteği veya psikolojik destek bile mali güce bağlı olduğu için bir bakıma maddidir. Yardım için desteğe başvuran birinin danışmanıyla maddiyata dayalı olan görüşmesi de materyalist mahiyette bir çözümdür.
Kur’an, alışılmışın dışında kelimeler kullanma zorunluluğu olmadan bilinen kavramlara geniş kapsamlı manalar yükler. Kur’an’da sınırlı biçimde belirli bir peygamber topluluğunun kültürüne ait bazı yabancı kelimeler vardır. Her toplumda Kur’an’daki biçimiyle anlamayı zorlaştıran ve çoğunlukla materyalist mahiyette olan bir muhtaçlık anlayışı vardır. Benzer biçimde, kültürel olarak kul veya köle kelimelerinin kullanılış biçimi Kur’an’daki “abd” kelimesinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Kur’an’daki ibadet eden manasına gelen abd genellikle kul, hizmetçi veya köle olarak tercüme edilir. Bu tercüme, Kur’an’ın mesajını anlamaya yardımcı olmaz. Abd, insanı her tür bağımlılıktan ve var edilmeye muhtaç varlıklardan medet ummaktan kurtaran ve onu sadece Yaratıcısına bağlayarak hürriyetine kavuşturan bir hayat anlayışını ifade eder. Çeviriler genellikle abd kelimesini Kur’an’ın temel öğretileriyle bağdaştırmaz. Bundan dolayı, Kur’an terimlerini onun öğretilerine uygun biçimde, en yakın manayı verecek kelimelerle karşılamak ve orijinal kelimeyi de kullanmak gerekir. Aksi halde, bilinçsiz kelime kullanımı okuyucuyu zamanla materyalist anlayışları Kur’an’ın terimlerine mal etme hatasına düşürebilir. Örneğin, abd kelimesi yerine kul veya köle kelimesinin tekrar tekrar kullanılması okuyanların zihinlerinde materyalist dünya görüşündeki kölelik anlamını meşrulaştırabilir. Tıpkı padişahın emrinde olan askerlere kapıkulu denmesine benzer bir durum söz konusu olabilir. Aynı şekilde muhtaç kelimesi de materyalist kültürde genel olarak anlaşıldığı gibi anlaşılmamalıdır.
Sadaka, bu bakış açısıyla anlaşılması gereken diğer bir Kur’an kavramıdır. Sadaka, tasdik etme anlamına gelen bir kök fiilden türemiştir. Hakikati onaylayan manasındaki tasdik ve tasadduk da aynı kökten gelir. Sadakte, doğruyu söyledin manasında ve aynı kökten gelen diğer bir kelimedir. Peki sadaka vermekle onaylamanın ne alakası var? İşte Kur’an, kelimeleri mesajındaki ana fikirle ilişkilendirerek onlara bu şekilde mana verir. Sadaka kelimesi Kur’an eğitimine göre insanın hakikati ifade etmesinin bir yolu manasında kullanılır. Kur’an terbiyesinden geçen bir insan sadaka vermekle, kendisinin var edilmeye muhtaç ve kendisiyle birlikte tüm varlıkların Yaratıcısının var etmesiyle var olduğu hakikatini onaylamış, tasdik etmiş olur. Yaratıcısının ona verdiği insani özelliklerin Yaratıcıyı tanımak için verildiğini onaylayarak onları bu yolda kullanacağına dair verdiği sözüne sadık kalmış olur. Sadaka sadece maddi açıdan açları doyurmak, muhtaçlara para vermek biçiminde sınırlandırılamaz. Kur’an, insanların sadece maddi ihtiyaçlarını karşılamak için konuşmaz. Maddi ihtiyaçları karşılama isteği zaten herkesin yaratılışında vardır. Her insan fakire ve aç olana acır, merhamet eder. Yaratıcıyı tanımadığı iddiasında olan ateistler bile büyük bir hayır organizasyonu yapabilir. Bu anlamıyla Kur’an’ın “sadaka verin” diye bir emir vermesine ihtiyaç yoktur, bu “emir” bize yaratılışımızdan zaten verilmiştir.
Kur’an’ın hayırseverlik kavramına yüklediği mana evrenseldir. Bu hayırseverlik kavramına beslenme ve maddi yardım da dahildir. Fakat bu duygular zaten her insana verilmiştir. Kur’an, sadece Müslümanlara sadaka vermeyi teşvik etmez. Bütün insanlara, hatta varlıklara kucak açan bir anlayışı muhatabına kazandırmayı hedefler. Çünkü bütün varlıklar, Yaratıcının özelliklerini yansıtan birer aynadır. Aynanın kendisi ve onda yansıyan özelliklerin Varlık Kaynağından dolayı, ayna değerlidir. Yaratılanı, Yaratıcısını gösterdiğinden ötürü sevmek böyle bir mana da taşır. Yaratılanlardan faydalanırken, eğer onların yaptıkları şahitliğin hakkını tasdik ederek faydalandıysak sadaka vermiş oluruz. Bir muhtacın ihtiyacını karşılamak için ona malımızdan bir parça ayırıp verirken, “bu mal bana ait değildir, şu muhtacı benim karşıma çıkarana aittir” deyip bir gerçeği tasdik ettiysek, bu bir sadaka olur. Böylece yetim olan malın ve yine yetim olan muhtacın hakkını verip, onları itip kakmamış oluruz.
Yaşadığımız toplumda kimin muhtaç olduğunu nasıl belirleyip de yardım edeceğiz? Esas olan en yakın çevremizden başlamaktır. Aile fertleri, arkadaşlar, komşular ve bağlantı kurabildiğimiz diğer insanlar, bizim yardımcı olmamız gerekenler hususunda önceliklidirler. Kur’an yolcular, yoksullar, evsizler gibi muhtaç, yetim ve miskinlerin özellikle kişi ismi vererek kimler olduğunu belirtmez. Bunların Müslüman olmaları şart değildir. Böyle bir ayrım yoktur. Müslüman kardeşlerimize sahip çıkalım gibi çağrılar muhtaç olanları tanımlamada ayrımcılık içerir. Muhtaç olmak açısından Budist, Hristiyan, Yahudi veya Müslüman olmanın bir önemi yoktur. Müslüman vasfı genellikle bu tür kelimelere kültürel ve sosyal anlayışlar aracılığıyla eklenir. Bir muhtaç insan için Müslüman kelimesi kullanıldığında kültürel anlayış onu doğrudan doğruya Afrika, Asya veya Orta Doğulu bir insan olarak algılıyor. Bu yaklaşımın Kur’an’ın “Müslim” (Hakka teslim olan) kavramıyla bir alakası yoktur. Aynı şekilde Kur’an veya hadislerde geçen “Müslüman kardeş” ifadesi de genellikle belirli bir bölgede yaşayan insanlar biçiminde anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’a göre “Mümin”, varlığından emin olan ve Rabbiyle barışık yaşayandır. “Selam” ve dolayısıyla “Müslüman” ise hakikati tasdik ettiği için ruhunda, kendi varlığında sükûnet, güven ve huzur hissedendir. Varlığından memnun ve Varlık Kaynağıyla barış ve huzur içinde olandır. Bu tanımlar bütün insanlar için geçerli olan evrensel ifadeler içerir. Mümin ve Müslüman tanımlarını dikkate alarak muhtaç, yetim ve miskinlerin kimler olduğunu tespit etmek gerekir.
Kur’an, insanın fıtratında olan özellikleri ona tekrar öğretmez. Mesela, insan yemek yerken kendinden memnundur, duygularından memnundur. Vahiy, bu memnuniyet hissini tekrar öğretmeye kalkmaz. İnsana bilmediklerini öğretir. İnsanın bilmediği şey ise varlıkların maddi yapısının ötesi yani ebediyetle ilgilidir. Fakat insani ve psikolojik kaygılar aksine daha çok bu dünyayla ilgilidir. Allah’ın Rahman sıfatı herkesin, her varlığın bu dünyada tüm ihtiyaçlarını karşılaması özelliğini ifade eder. Herkese bir şekilde bedeni ihtiyaçlarını karşılayacağı imkânları inansın, inanmasın ayırt etmeden verir. Ruhunun ihtiyacını da bütün insanlara hitap eden Vahiy ile karşılar. Rahim sıfatı ise Allah’ın özelliklerinin ebedi yani mutlak oluşuna iman edenlerin ebediyet arzularını karşılama özelliğidir. İnsan ruhu ancak ebediyetle mutmain olabilir. Ebedi mutluluk arzumuz var ama bunu nasıl elde edip edeceğimizi bilmiyoruz. Dünya şartlarında bildiklerimiz kısıtlıdır örneğin, ağaç dikmeyi biliyoruz.
Öte yandan insan olarak bu maddi alemde zaten var olan özellikleri keşfedebilme yeteneğimiz de vardır. Üst düzey teknolojik cihazlar yapmak için ilahi rehberliğe gerek yoktur. Fakat, Süleyman’ın (AS) mümkün olduğu kadar her çeşit canlıyı emrinde kullanma teknolojisi kimde var? Kur’an’ın bize Süleyman’ın (AS) neler yapabildiğini anlatmasının hikmeti nedir? Süleyman’ın (AS) kıssası, dünyada yaratılan maddi mal, mülk gibi vesileleri hakikatin insanlara ulaştırılması için kullanarak değerlendirmek gerektiğini öğretir. Burada amaç, insanları tüm bu harika yaratılışları keşfetmeye ve Yaratıcıya daha iyi şükretmeye teşvik etmek ve bu keşiflerin hangi amaçla yapılması gerektiğini öğretmektir. Bugünkü medeniyette olduğu gibi meşhur olma, servet sahibi olma ve insanların zafiyetlerini sömürme amacıyla keşif yapmak doğru değildir. Kur’an, bu keşifler vesilesiyle insanlara yaratılıştaki manaları takdir etmeyi ve bu yaratılanları yaratılış maksadına göre kullanmayı öğretir.
Salih ameller, yani iyi niyetle yaptığımız tüm eylemlerden bahsederken, Kur’an’ın o fiillere yüklediği mananın dışına çıkarak onları sadece maddi boyuta indirgememeliyiz. Kur’an’da geçen “taam” kelimesi beslemek anlamına gelir. Kur’an’ı bize bilmediklerimizi öğreten bir rehber olarak okumalıyız. Bunun farkında olmazsak Kur’an’ı tanımayan hümanistler gibi bir besleme anlayışıyla bu fiili gerçekleştirebiliriz. O halde Kur’an öğretisine göre bu kelimenin bir anlamı olmalıdır. Kur’an’ın amacı, kişiyi Rabbini idrak etmeye yaklaştırmak ve neden iman ettiğine dair ikna edici, tatmin edici bir açıklamaya ulaştırmaktır. Geleceğe dair insani kaygılar herkesi rahatsız eder ve karşılık bulması gerekir. Bu manada her insan muhtaçtır ve ruhen ikna edici cevaplarla beslenmesi gerekir. Kur’an’ın bahsettiği ‘muhtaçlık’ sadece bedenin değil ruhun ihtiyaç duyduğu manevi gıdaları da ihtiva eder.
Her insan, ebediyete dair insani sorularının cevaplarını bulmaya muhtaçtır. Herkes ebedi mutluluğa muhtaçtır. Maddi imkânlar örneğin para, insanın varlığını güvence altına alamaz. Bu kâinatta varlığı emniyet altına alabilecek bir varlık kaynağı yoktur. Bu durumda insan neye başvuracak, neye veya kime sığınacak? İnsanın ebediyet arzusu ve ihtiyacı, şahsi tecrübeleriyle elde edebileceği iman duygusuyla karşılık bulabilir. Bu duygunun tatminini sağlayan her araç insan için olmazsa olmaz “taam”dir. Bunun için her insan, insaniyetinin tatmin için neye ihtiyacı olduğunu fark etmeli ve nasıl ikna olabileceğini araştırmalıdır. Bu arayış hissini içimizde olduğu için yaşıyoruz. Her zaman seçeneklerimiz var ve hangisinin arayışımıza cevap olup olamayacağına karar vermeliyiz. Hür irademizi kullanabilmek için bu imkânlar bize verilmiştir, aksi halde irade sahibi olarak sorumluluğumuzu yerine getiremeyiz. Arayışlarımıza karşılık bulduğumuz cevaplar sadece geçici dünya huzuru veriyorsa kendimizle çelişiyoruz demektir. Çünkü dünya şartlarında bulunan geçici memnuniyetler ebedi değildir ve mezarda biter. İnsan ise ebedi mutluluk ister. Dünyada ihtiyaç duyulan en önemli şey bu mutluluk haberidir. İnsan bu haberi, gerçekleşmesi zorunlu olan ikinci bir yaratılış hakikatinden alır.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Maun – Part 4 –04/17/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.