Ders Notları

İhlas, Tenkit Etmeden Yardıma Koşmaktır!

İhlas, Tenkit Etmeden Yardıma Koşmaktır! | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan (10. 02. 2024) İhlas Risalesi dersinde, aşağıya alıntılanan Yirmi Birinci Lem’a’nın İkinci Düsturu okunup müzakere edildi:

“Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.

Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.

İşte, ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.” (Lem’alar, İstanbul 2020, YAY, s. 178-179).

Derste özellikle ilk iki paragrafla ilgili olarak önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=VYDfItVSzhQ) bir kısmına değinmek istiyorum. Moderatör şunları söyledi: “Metni öncesinde okuyup düşündüğümde şöyle bir fikre ulaştım: Bir bedende bulunan organlar kendilerini aynı bedenin hizmetçileri olarak gördükleri için birbirlerini tenkit etmiyorlar. Yahut bir fabrikanın çarkları veya makineleri aynı amaç için işlediklerinden birbirlerini eleştirmiyorlar. O halde benim önce bir bütünün parçası olduğumu görmem ve dikkate almam gerekiyor. Metin bunu ‘iman ve Kur’an hizmeti’ diye ifade ediyor. Ben ‘iman-Kur’an hizmeti’nin yani bu maksatla bir araya gelenlerin oluşturduğu bütünün parçası isem, bu hizmette bulun herkesi de bu şekilde görmem ve bunun gerektirdiği tavrı sergilemem gerekiyor. Metin genel olarak bunu ihlas olarak açıklıyor. İhlası kazanmanın bir yolu olarak bu hakikati göz önünde bulundurarak bu hizmet içinde olanları tenkit etmemek vs. diye açıklamaya devam ediyor.”

Demek ki, bu hizmette olanların birbirlerinin eksikliğini gidermesi, kusurunu görmezden gelmesi ve ihtiyacını karşılamaya koşması ‘ihlas’ kavramının öğelerini oluşturuyor. Aslında ‘tenkit’ kavramının içeriğinde ‘itham etmek’ var. Beden örneği üzerinden konuşursak, mesela göz, buruna diyor ki, ‘Benim önemim ortada, sen necisin, senin ne önemin var, sen olmasan da olur…’ İşte bu ihlassızlıktır. Neden? Aynı bedene hizmet ettiğini kabul etmiyor, kendi başına üstünlük iddiasında bulunuyor.

Bir müzakereci de şunları paylaştı: “Bu metinde şunu yapın, şunu yapmayın denirken bir taraftan da ihlasın çeşitli biçimlerdeki tanımı veriliyor. Burada ‘kardeşlerinizi tenkit etmeyin’ denirken, bu hizmette olanların birbirlerini tenkit etmelerinin ihlassızlık, tenkit etmemelerinin ise ihlas olduğu söyleniyor. Yine metinde ‘birbirlerinin noksanını ikmal etmek ve kusurlarını örtmek’ten bahsedilirken bunların ihlas, zıtlarının ihlassızlık olduğu belirtiliyor. Bu, birinci olarak dile getirmek isteğim husustu. İkinci husus, buradaki ölçü aynı bedenin unsurlarıyla alakalı. Önce kendimizi aynı bedenin unsurları ya da aynı fabrikanın çarkları olarak görüyor muyuz? Ben evvela bunu hesaba katmayalım. Başka bedenler, başka fabrikalar var. Onları tenkitten veya eleştiriden söz edemem. En çok ‘onlarla ilgim yok’ derim. Sonuç olarak ben kendimi hangi vücut içinde görüyorsam, vücut organlarının birbirini tenkit etmediği gibi ben de başkalarını tenkit etmeyeceğim. İşte ihlas budur, diye anlaşılıyor.”

“Dikkatimi çeken üçüncü husus, ‘tenkit’ dediğimiz kavramının içeriği. Metin bu konuda önemli işaretlemelerde bulunuyor. Mesela metnin başında, ‘Bu hizmet-i Kur’aniye’de bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nevinden gıbta damarını tahrik etmemek’ ifadesine yer veriliyor. Cümledeki ‘ve’ bağlacını -bir açıdan- yani diye anlarsak fazilet taslayarak gıbta damarını tahrik etmenin bir çeşit tenkit olduğu hatıra geliyor. Yine metinde, ‘Birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder’ ifadesi de tersinden tenkit kavramına açıklık getiriyor. Yani tenkit ile noksanını ikmal etmemek, kusurunu örtmemek, ihtiyacına yardım etmemek arasında bağa işaret ediliyor. Demek ki bu hizmette olanların birbirlerinin eksikliğini gidermesi, kusurunu görmezden gelmesi ve ihtiyacını karşılamaya koşması ‘ihlas’ kavramının öğelerini oluşturuyor. Aslında ‘tenkit’ kavramının içeriğinde ‘itham etmek’ var. Beden örneği üzerinden konuşursak, mesela göz, buruna diyor ki, ‘Benim önemim ortada, sen necisin, senin ne önemin var, sen olmasan da olur…’ İşte bu ihlassızlıktır. Neden? Aynı bedene hizmet ettiğini kabul etmiyor, kendi başına üstünlük iddiasında bulunuyor.”

“Diğer önemli bir nokta da, ‘birbirinin noksanını ikmal eder, ihtiyacına yardım eder’ prensibidir. Demek ki tenkit ayrıdır, eksiklerin giderilip tamamlanması, ihtiyacı olanlara yardım edilmesi ayrıdır. Hiçbir insan olamaz ki yardıma ihtiyacı bulunmasın. ‘Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz’ (Muhammed 47/7) ve ‘… İyilik ve takva hususunda yardımlasın…’ (Maide 5/2) ayetleri de Allah’ın dininin hakikatlerinin muhtaçlara ulaştırılmasında ve daha geniş anlamıyla her türlü iyilik yapmada yardımlaşmayı emreder. Bir kişi eğer eksikleri gidermeye ve ihtiyacı olanlara yardım etmeye çalışıyorsa, bu gayretini tenkit edasıyla yapmamalıdır. Diğer taraftan da, eksikleri giderilen kişinin yardımı kabul etmeye açık olması ihlas alametidir. Kendisini eksiksiz görmek, bir insan olarak mümkün değildir. Bir kişinin kendisinin yardıma ihtiyacı olmadığını düşünmesi veya teklif edilen yardımı reddetmesi gurur alametidir. Demek ki, noksanı tamamlanan, ihtiyacına yardım edilen bir kişi de noksanının tamamlandığını anlayıp, bu yardımın tenkit olmadığını düşünüp kabul etmesi ve memnun olması ihlasın alametlerindendir.”

Bir kişi eğer eksikleri gidermeye ve ihtiyacı olanlara yardım etmeye çalışıyorsa, bu gayretini tenkit edasıyla yapmamalıdır. Diğer taraftan da, eksikleri giderilen kişinin yardımı kabul etmeye açık olması ihlas alametidir. Kendisini eksiksiz görmek, bir insan olarak mümkün değildir. Bir kişinin kendisinin yardıma ihtiyacı olmadığını düşünmesi veya teklif edilen yardımı reddetmesi gurur alametidir.

“Ayrıca burada ‘hizmet-i Kur’aniye’ tabirini de düşünmek lazım. Demek buradaki ölçüler geniş bir açıdan bakıldığında Risale-i Nur hizmetiyle sınırlı değildir. Diyelim bir kesim Kur’an’ın tilavetine hizmet ediyor, bir kesim Kur’an’ın belâğatına hizmet ediyor, bir kesim Kur’an’ın anlamıyla uyumlu melodisine yönelik çalışmalar yapıyor vs. Bunların hepsi burada sözü edilen prensiplere uymaya çalışmalıdır, diye mânâ çıkıyor. Yani bu hizmetlerde bulunan kesimlerdeki insanların birbirlerini tenkit etmemeleri, birbirlerinin eksikliklerini gidermeye çalışmaları, birbirlerinin kusurlarını örtmeleri, birbirlerine yardımcı olmaları gerekiyor.”

Bunun üzerine moderatör şu katkıyı paylaştı: “Metindeki ifadeler ve müzakerede dile getirilen hususlar bana şunu çağrıştırdı: Malum, bir insanın bir organı zayıflayınca veya görevini tam yerine getiremez hale gelince diğer organlar keskinleşiyor ve onun eksikliğini kapatmaya çalışıyor. Mesela göz görme fonksiyonunu yerine getiremeyince kulak keskinleşiyor. Niçin? Çünkü ortada bir hayat var. Hepsi o hayatın devamı için vazife görüyorlar. Birisinde bir zaaf, bir kusur ortaya çıkmışsa diğerleri onu kapatmaya çalışıyor. Vaktiyle, aylarca simit aldığım birisinin görme özürlü olduğunu bir vesile ile öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Adama para veriyorum, para üstü alıyorum vs. ama görme engelli olduğunu fark etmiyorum. Niçin? Çünkü eli paralara karşı duyarlı olmuş, kaç para verdiğimi fark ediyor, ona göre para üstü veriyor. Demek ki birbirine yardım etmek, birbirinin kusurunu örtmek böyle oluyor. Kur’an hizmetinde bulunanlar da, diyelim birisi göz hükmünde ise ondaki zaafı fark ettiğinde, onun yaptığı görevi tamamlamaya çalışacak. Yoksa onu tenkit edip, kendisini öne çıkarmaya çalışmak bir çeşit ihlassızlık oluyor.”

Diğer bir müzakereci şu notları dile getirdi: “Konuşulanları dinlediğimde aklıma kolektif sporlarda çok söylenen ‘takım oyunu’ tabiri geldi. Takım oyununda oyuncular, metinde ifade edildiği gibi birbirlerine yardım eder, birbirlerinin açığını kapatır, birbirlerinin hatasını örtmeye çalışır. Çünkü önemli olan takımın başarılı olmasıdır. İman hizmetinde de bu hizmette bulunanların aynı şuur ile hareket etmesi gerekiyor. Bu hizmette bulunan bir kimsenin hizmet kardeşinin yardımına koşacağı ve noksanını ikmal edeceği yerde onu itham etmesi yahut hatalarını diline dolaması ihlassızlık olarak anlaşılıyor.”

Başka bir katılımcı bu paylaşım üzerine şunları ilave etti: “Evet, iş hayatında ‘ekip çalışması’ diye bir kavram var. İnsanları işe alırken bireysel yeteneklerine bakmakla yetinmiyor, onun iş arkadaşlarıyla müşterek olarak ekip ruhu içinde çalışmaya elverişli olup olmadığına da bakıyorlar. Yani ehl-i dünya burada anlatılanları iş hayatında zaten uyguluyor.”

Aynı müzakereci sözü metindeki “…Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak” cümlesini nasıl anlamak gerektiğine getirdi ve şöyle dedi: “Kur’an’da, muhtelif bağlamlarda, insanların vazifelerini yapmamaları halinde Allah’ın onları yok edip yerine yenilerini getireceğine dair uyarıları var. Mesela bir ayette, ‘Eğer siz topyekun seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir…’ (Tevbe 9/39) deniyor; başka bir ayette, ‘Eğer yüz çevirirseniz ben müsterihim, zira size ulaştırmakla görevli olduğum buyrukları size tebliğ ettim. Rabbim dilerse sizi gönderip yerinize başka bir topluluk getirir…’ (Hud 11/57) buyruluyor. Bu ayetler ne diyor? Ayetler metindeki ifade ile ‘fabrika sahibinin o fabrikayı kırıp dağıtacağını söylüyor’, diye anlıyorum.

Başka bir müzakereci şunları ifade etti: “Müellif, Eski Said Dönemi Eserlerinde tenkide dair şunu söylüyor: ‘En müthiş bir maraz ve musibetimiz ise cerbeze ve gurura istinat eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam ederse tahrip eder, parçalar.’ Okunan metinde kaçınılması gerektiği belirtilen tenkidin cerbeze veya gurura dayanan tenkit olduğu anlaşılıyor. Bir müzakerecinin işaret ettiği gibi kardeşini tenkit eden bir kimse dolaylı olarak kendini övmüş, kendine pay çıkarmış oluyor. Bunun ise ihlasa aykırı olduğu açık.”

Ders metindeki diğer noktaların açıklanması istikametinde faydalı tefekkürlerle devam etti. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın