Müzakereler Kainat ve İnsan Usûle Dair

Melekler Ek 1: Meleklerin Hayat ve Şuur Sahibi Olması

Melekler Ek 1: Meleklerin Hayat ve Şuur Sahibi Olması | Ha-Mim

Alaaddin – Melek konusuyla ilgili olarak izaha kavuşmasını beklediğim bir nokta var. Şöyle ki; mana/tecelli ile şuur arasındaki ilişki çözümlendiğinde, var oluş bazında meleklerin varlığını tahkik ederek tasdik edebileceğimi düşünüyorum. Ancak mana/tecelli ile şuur arasındaki ilişkinin ne olduğu, nasıl olduğu noktası benim dünyamda henüz netleşmedi.

Yusuf – Yazılanlardan anladığım kadarı ile, kâinattan an be an benim şuuruma taalluk edecek mesajlar alıyorum ve bu mesajı ifade eden/temsil eden mahluklara “melek” deniliyor. Evet, benim için önemli olan, benim algımda kâinatın manidar bir mektup/yansıma/kelâm olması. Bu anlamda, meleklerin/manaların şuurlu olması demek, şuur kelimesinin mecazi anlamda kullanılmasını ifade ediyor. Ve fakat bu manidar varlığın kendi manasının farkında olması noktası (yani şuuru meleğe izafe ediyoruz, benim şuuruma hitap ediyor oluşunu ifade etmede kullanmıyoruz) muğlak kalmış oluyor.

Daha açık ifade edecek olursam, ben, şuurlu bir insan olarak (ki, şuurun ne olduğunu kendi tecrübelerimden vicdanen biliyorum, yoksa bir tarif getirmiyorum şuura) varlığımda tecrübe ettiğim sanat harikalarıyla beni Var Edeni nasıl takdir ediyor, mükemmelliğini ikrar ediyorsam, bu cümleleri okuyan siz dostlarımın, burada yazılan hakikatli mesajları okuyup, idrak edip, Yaratıcınızı takdis ediyorsanız, aynı şekilde camın önündeki saksıda duran orkide çiçeği de, kendi üzerindeki sanatları idrak edip, his ve zevk edip, o vesile ile sanatkarını tesbih ediyor olsa gerek, diye düşünüyorum.

Yazılarda yapılan vurgu; orkide çiçeğinin bana ulaştırdığı şuuruma hitap eden bir mana vardır, bir sonraki basamakta bunun bir tecelli olduğunu anlarım, bir sonraki aşamada ise konuşma olduğunu idrak ederim şeklinde idi. Güzel, elhamdülillah. Ve fakat çiçeğin kendisinin şuuru hakkında direk bir yorum içermiyor yazılanlar. Muğlak olan ve izaha muhtaç olan nokta burası.

Bunların yanında, orkide çiçeğinin, ifade ettiği mananın şuurunda olması, orkide çiçeği içinde/üstünde/yanında uçan kaçan bir varlığı hayal etmemizi zorunlu kılmıyor. Mesela, bu cümleleri okuyan insanların “ruhu” dediğimde, uçan kaçan (ya da bilgisayar karşısında oturan) bulutumsu bir şey hayal etmiyorum. Herhangi bir suret biçmiyorum ruhlarınıza. Ve fakat biliyorum ki, bu yazıyı okuyan şuurlu birileri var, yazılanları değerlendirecekler, tatmin edici bulmadıkları yerleri tashih edecekler, makul buldukları yerleri tahsin edecekler. Benzer şekilde de orkidenin ruhu hükmünde olan şuurlu bir mahluk olsa gerektir, ki o orkide ile ifade edilen mananın birinci elden müşahididir, benim orkide ile olan iletişimimde şuurumun irtibat kurduğu şey de, işte o yöndür, demek yanlış olmasa gerek, şeklinde düşünüyorum.

Mehmet Ali – Meleklerin neden ve nasıl hayattar ve şuurlu olmaları gerektiği yolundaki sorular, gayet hakikatli sorular ve de bunların cevapları da yine varlık bazında verilebiliyor olmalıdır.

Benim temsil yoluyla bunlara verebileceğim cevap şu şekilde: Daha önce çeşitli vesilelerle geçen bilgisayar ve ekran örneğine geri dönelim. Hatırlarsanız, ekranın pixel denilen parçacıklardan oluştuğunu ve bunların bir veçheden bilgisayarın CPUsundan gelen emirlerini aldığını, diğer yüzleri ile de bize o emirleri yansıttığını söylemiştik.

Yani, biz bilgisayar ekranına baktığımızda diyelim sabit ve camit bir cisim görüyoruz. Ekranda bir “taş” parçası gördüğümüzü varsayalım. Bu taş parçasına bakıp da şu sonuca varsak: Bu taş parçası bu ekranda kendi kendine var oluyor olamaz. Bunun muhakkak burada var olmasını sağlayacak arka planda yani gaybda bir emir sahibinin olması gerekiyor. Bu cisim benim müşahedem çerçevesinde her an var olmaya devam ettiği için, bunu her an devam ettirecek bir kaynağa ihtiyaç var. Dolayısı ile o kaynak, her an kendisi hayattardır ve ekrandaki cisim onun hayattar olması ile kaimdir. Yani var etme faaliyeti her an daimidir.

Ekrandaki pixeller de, ondan gelen emirlerin yansıma yeri olduğu için, emirlerin geldiği yönün adı olan “arka veçhe” devamlı hayattar ve zişuurdur, -biz her ne kadar bu taraftan şuursuz ve hayatsız bir cisim görsek bile-.

Hakikaten bilgisayarın CPU dediğimiz emir merkezi, her an “hayattardır” ve “şuurludur” ve “yaratma” faaliyetindedir. Sıfır ve bir’lerle ile ifade edilen emirleri saniyede binlerce kez pixellere göndermeye devam eder. Bu açıdan, pixelin arka yüzü devamlı bu emir dili olan ‘bir’ ve “sıfır’lar ile faaliyet içindedir; yani hayattardır. Hayattar olması zorunludur. Hayat yoksa eğer, faaliyet yok demektir. Faaliyet yoksa, bu tarafta bizim herhangi bir varlık müşahede edemiyor olmamız lazım. Varlık müşahede ediliyorsa, arka veçhede devamlı kaynağın hayattar ve zişuur özelliği ile yansıyan yönü olmalıdır.

Daha önceden hatırlarsınız, meleklerin hayattar ve zişuur olması gerektiğini ancak bunun mahiyetini bilemeyeceğimizi söylemiştik. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, hayattar ve zişuur olan Mutlak Var Edicinin yine hayattar ve şuurlu tecellilileri ile melek yani varlık ile arasındaki ilişkinin mahiyetini bilemeyiz. Yani, dünyadan verdiğimiz örnekler her zaman bir temsil ve teşbihtir; hakikatin kendisinin ne olduğunu mahiyet olarak bilmeye erişimimiz olmadığı için ancak temsil diliyle konuşmak mümkündür.

Dolayısı ile, Mutlaktan gelen emri alan “hayattar melek” dediğimizde, böyle kanatlı asker gibi birisi bekliyor da sonra emir gelince ona selam duruyor da, emredileni yapıyor diye anlayamayız. Halbuki, yukarıda verdiğimiz temsil dilini akıl düşünmeye çalışsa, en fazla bu şekilde bir resim çıkıyor karşımıza.

O yüzden biz, hayyattardır ve şuurludur ama mahiyetini bilemeyiz diyoruz. Melek emri nasıl alır? Nasıl o emir varlığa döner? falan bunları bilmemiz hem mümkün değil, hem de gerekli değil. Emin olduğumuz sadece şudur: hayattar olan Mutlak Kaynağın her türlü tecellisi kendisi gibi hayat özelliğini taşıyor olmalıdır.

Bir kez daha söylemiş olayım: “Melek” dediğimiz kavram, sadece ‘linguistic bir metafor’ değildir. Eşyanın hayattar ve şuurlu veçhesidir; çünkü hayattar ve şuurlu olan emirlerin yansıdığı yerdir. Yani “vardır”. Onun hayattarlığını ve şuurluluğunu bilemediğimizin farkında olarak bunu deriz. Aynen, Allah’ın hayattar olmasının mahiyetini bilemediğimiz gibi.

Alaaddin – Allah razı olsun, yapılan açıklamalardan çok istifade ettim. Aklıma Risale-i Nur’daki şu pasaj geldi:

“Ve hâkeza herşeyi buna kıyas et ki, güneşlerin deveranından ve seyr u seyahatlarından tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y u hareket, kanun-u kader-i İlahî üzerine cereyan ediyor. Ve dest-i kudret-i İlahîden sudûr eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-ı tekvinî ile zuhur eder.”

Kanaatimce bu pasaj, Ali Mermer ve Mehmet Ali Akgün’ün melek konusundaki yorumlarının nasıl anlaşılması gerektiğine güzel bir örneklik teşkil ediyor.

Şöyle ki anlayabildiğim kadarıyla irade, emir ve ilmi içeren “emr-i tekvinî”nin elbette ki şuurlu olması gerekiyor. Yani, irade, emir ve ilim şuuru gösterir. Demek ki emr-i tekvinîdeki şuurluluğa “melek” deniliyor, diye anlıyorum. Yani Mutlak Kaynaktan gelen ve mahiyetini bilemediğimiz emr-i tekvinî var. Tefekkür aşamasına, bakış açımıza göre bu emr-i tekvinîye madde/mülk, mana, melek, Esma tecellisi gibi isimler takıyoruz.

Bölümler: Önsöz | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12

Ekler:  2 | 3

Yazar hakkında

Müzakereler

Çeşitli imani konular üzerine yapılan e-posta yazışmaları Müzakereler kullanıcı ismiyle yayınlanmaktadır.

Yorum yazın