Usûle Dair Kur'an Okumaları

 Kevser Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-1

 Kevser Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-1 | Ha-Mim

Kevser suresi, nüzul sırasına göre on beşinci sıradadır.

Hayatımızda anlamlı değişiklikler yapabilmek için varlık anlayışımızı inşa ederek işe başlamalıyız. Bu kolay bir iş değil ama denemekten geri durmamalıyız. Bu ayetler insanın hayatını, kendisini yaratan ve varlığını veren Birini dikkate alarak anlamlandırmasına yardımcı oluyor.

108:1. “Muhakkak ki sana, Kevser’i verdik.”

İlk ayetteki “İnna = Muhakkak” ifadesi, Kur’an anlatımında insanın açıkça ve kolayca idrak edip kavrayabileceği bir delile dikkat çekmek için kullanılır.

İnsanın kâinatta tecrübe edebileceği sayısız delil vardır ve her bir delil Yaratıcısının farklı özelliklerine işaret eder. Kâinatın Yaratıcısı açıkça şunu söylüyor: “Yaratılmışlarda gördüğünüz her özellik bana aittir ve ben sizinle bu özellikler üzerinden konuşuyorum.” Tıpkı bir yöneticinin aldığı kararın o kurumun otoritesini temsil etmesi gibi kâinattaki özellikler de Yaratıcıyı temsil eder.   Örneğin merhamet hissini yaşadığımızda o his, Kâinatın Yaratıcısının merhamet etme özelliğini temsil eder.

Hakimiyet kâinatın neresindedir?

Her şey Sahibine, kainattaki her iş de Hakimine aittir. Evrende tecelli eden çeşitli ve sonsuz özelliklere şahidiz ve bu özellikler, evrenin Yaratıcısı namına hareket eder. Sanki kâinatın Yaratıcısı, “Özelliklerin Varlık Kaynağı benim ve varlıklar benim adıma konuşuyor” der.

  •  Evrendeki tüm varlıklar, bir Sultanın elçileri vasıtasıyla gönderdiği birer mesaj gibidir.

Açık Meydan Okuma: Evrendeki hiçbir şeyin varlık kaynağı kendisi veya bu evrendeki herhangi bir şey olamaz.

Allah kavramı: O, evrenin Yaratıcısıdır, çünkü evrendeki her bir özellik, yalnız ve yalnız Allah, yani Var Eden niteliği olan ve her şeyi Yaratana ait olabilir.

• Bir bakterinin herhangi bir niteliğinin, örneğin belirli bir andaki durumunun, bu evren türünden olmayan bir şeye, yani evrenin Yaratıcısına ait olduğunu kimse delil göstererek inkâr edemez, ancak kişisel bir kanaat bildirebilir.

Materyalist bilimin iddiası: Her sebep, bağımsız biçimde bir sonucun nedenidir. Yani sebepler, sonuçların varlık nedenidir.

Bu iddia neden bir gerçeği yansıtmaz? Bir organizmanın gelişimindeki her aşama, varoluşun başka bir aşamasıdır ve hepsi birlikte yeni yaratılan evrende var edilmeye muhtaçtırlar. İçinde bulunduğum andaki varlığım, bir önceki anda bulunan varlığıma bağlı olamaz. Bir önceki an kendi varlığını sürdüremezken, bir sonraki ana nasıl varlık verebilir? Örneğin, “Büyüyorum/yaşlanıyorum” gibi sözler kullanıyoruz. Biraz sonra vücuduma ne olacağını bilinçli bir varlık olan ben bile bilmiyorken, nasıl maddenin bunu planlayacak bir özelliğe sahip olduğu iddiasında bulunabilirim?

Bu evrendeki her şey bir düzene tabidir ve burada hiçbir şey istediği gibi özgürce hareket edemez. Aksini kim iddia edebilir? Ayrıca evrenin düzeni sürekli değişir, kendi kendine değil fakat bu da bilinçli planlanmış bir değişime tabi biçimde gerçekleşir. Düzen sürekli biçimde yenilenir. Evrenin düzeni geleceği bilmez. Dün ile bugünün aynı olduğunu mu zannediyoruz? “Benzerlik” bizim için yanıltıcı olabilir. Örneğin, bugünkü ben ile dünkü benin aynı olduğunu zannetmem bir yanılgıdır. Gerçekte var olanı dikkatle sorgulamazsam, “benzerlik” beni yanıltır. Gerçekten dünkü benle bugünkü ben tamamen birbirinin aynısı mıdır? Sorgulamak ve düşünmek lazım.

Evreni gözlemlediğimizde bir tutarlılık görürüz. Her gün yeni ve farklıdır. Bedenimizin zerreleri nasıl değişip yeniden düzene gireceklerini bilecek özelliğe sahip değildirler. Düzendeki değişim asla bozulmaz. Başka bir deyişle, düzen asla bozulmaz. Düzenlilik (veya değişim) sabittir, yani “sürekli”, “mükemmel” ve “pürüzsüz” bir niteliktedir. Düzenlilik değişmediği halde, düzen içinde var edilen eşya sürekli değiştirilmektedir. Yani hiçbir varlık sabit değildir. Bunlar, A’nın B’ye neden olduğu yanılgısına düşmememiz için üzerinde düşünülmesi gereken önemli kavramlardır.

  • Değişim sabittir ve bir düzene tabidir.
  • Her an aynı olan hiçbir şey yoktur.

Yaratma eyleminin sürekli ve bir düzen içinde gerçekleştiği görülür. Yeni bir şekilde var olabilmek belirli tercihlerin sonucunda gerçekleşir. Örneğin, bir sınıfa geliyorsunuz ve her zaman eşyaların değiştiğini görüyorsunuz. Sıraların farklı ama her defasında mükemmel bir şekilde düzenlendiğini fark ediyorsunuz. Mükemmellik ve düzenlilik kısmı her zaman sabittir. Sıralar kendi kendine mi yer değiştiriyor? Bu mümkün mü? Hayır. Bilinçli Bir Varlık kesinlikle yeni bir sınıf düzenini seçerek sınıfa şekil veriyor olmalıdır. Bu, insanın ulaşması zorunlu olan akli sonucudur.

  • Bedenimizin zerreleri yeni düzene uyum sağlamak için kendilerini nasıl değiştireceklerini bilemezler ama yeni düzene uyum sağlamış biçimde var edilirler. Bu, Yaratıcının Mutlak olması gerektiğini anlamanın altın kuralıdır.

Varlıkları, noktalar kümesi biçiminde tanımlanan bir çizgi gibi izah edemeyiz. Öyle olsaydı her noktanın bağımsız bir varlığı olacaktı. Esasen, bir şeyin varlığındaki bir parçayı diğerinden ayıramayız. Bu durum, eşyanın aralıksız ve sürekli var edildiğini gösterir. Evreni birbirinin ardı sıra sıralanmış noktalar kümesi biçiminde göremeyiz. Eğer bir noktalar kümesi olsaydı (nokta anlık bağımsız bir varoluş anlamına gelir) o zaman evrenin Varlık Kaynağı sınırlı olurdu.  Yani, Varlık Kaynağının kendisi yaratılmaya muhtaç olan evrenin bir parçası gibi zaman denilen bir sınıra tabi olurdu. Halbuki yaratma işleminin gerçekleşmesinde herhangi bir şekilde bir aralık veya boşluk görülmez.  Eğer bir boşluk gözlenebilseydi o takdirde Varlık Kaynağının Mutlak olmadığı sonucu ortaya çıkardı.  Oysa Mutlak olanın belirli bir anda ne yarattığı tam manada kavranamaz çünkü Mutlak olanın yarattıklarının sayısından bahsetmek mümkün değildir. Eşyanın varlığının bir anını diğerinden ayırmak mümkün değildir ki, sayılabilsin. Bu özellik insanı mantıken, eşyanın Varlık Kaynağının Mutlak olması gerektiği sonucuna ulaştırır. Mutlak olanı daha iyi anlamak için şu soruyu sormak gerek: Kâinatın belirli bir sonu veya sınırı var mıdır?

Yaratık olması dolayısıyla kâinatın sınırlı olması, başı ve sonunun olması zorunludur. İnsan, evrenin yaratılış sürecinde belli bir anı sabit tutarak (gerçekte böyle bir sabitlik imkansızdır) o zaman ekseninde, mantıki bir çıkarımla evrenin başı ve sonundan bahsedebilir. Ancak insanın, evrenin gerek zaman gerekse mekân boyutunda bir sonu olduğunu bizzat tecrübe etmesi mümkün değildir. Nitekim insan evrenin tümünün içinde, zaman ve mekân boyutundan dışarıya çıkamadan varlığı izah etmek zorundadır. Kendi varlığından bağımsız bir evren tasavvur edemez. Bu anlamda evren, insanın kapasitesine göre sonsuz niteliktedir. 

 Kevser Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-1 | Ha-Mim

Bizim algılama kapasitemiz içinde düşünerek, gözlemlerimize göre evrenin bir tasavvurunu yapmak için söyle bir örnek bize yeter: Her an galaksilerden bizim gözlemimize ulaşan yeni ışıklar yansıyor. Yeni bir ışık demeti algılamak bu ışığın ilk ortaya çıkışından bugüne kadar birkaç milyar yıldır seyahat ettiği ve bu dünyaya yeni geldiği anlamına gelir. Bundan sonra daha ne kadar yeni ışık demetleri algılayacağımızı tasavvur etmemiz mümkün değildir. Bunun üzerinde tefekkür etmemiz ve “Bu kâinatın Varlık Kaynağına hamdolsun. Kâinat canlı bir konuşma yaparak Yaratıcısının Mutlak olması zorunluluğunu bize bildiriyor. Allahu ekber!” diyerek secde etmemiz gerekir:

Benzer şekilde mikro dünyada da maddenin en küçük alt parçacığını bulamıyoruz. Hem mikro hem de makro dünyalarda bizim algılamamıza göre varoluşun sonu olamaz. Varoluşta bir nokta bulup onu sabitleyip inceleyemeyiz. Bu ne anlama geliyor? Varoluş süreklidir. Yaratılışta, bir kamerayla yapabileceğiniz gibi bir anın piksellerini veya parçalarını yakalamak diye bir şey yoktur. Bu çok çarpıcı bir gerçek! Varlığın Kaynağının tüm nitelikleriyle Sonsuzluğunu onaylamamız şarttır. Bu nedenle, kendi içinde çelişkili hale geldiği için Mutlak Yaratıcının Mutlak İlmiyle yaptığı konuşma olan kutsal kitabı, ancak kendi kapasitemizde anlayabiliriz. Hiçbir şekilde Konuşan bunu kastetti iddiasıyla anladığımızı söyleyemeyiz. Tıpkı kâinatın varlığını tümüyle kavradığımızı söyleyemememiz gibi. Örneğin, “Bir şeyi dilerse ol (kûn) der” ayeti. İnsanlar, var olmayanın varlık alemine gelişini ancak var olduktan sonra anlar. Fakat varlık alemine getiriliş sürecini tasavvur edemez. Çünkü var olmayan ile var olanı karşılaştırması insan için mümkün değildir. İnsan yokluğu tasavvur edemez. Bu ayet, bir şeyin varlığının ancak bir Var Edicinin dilemesiyle gerçekleştiği sonucuna ulaşmamız gerektiğini haber verir. Yani, Kur’an’ı Mutlak’ın bakış açısından okuyamayız, aksine Mutlak, yaratılışta gözlemlediklerimizi yorumlayabilmede rehberlik etmek için bizimle konuşuyor. Biz ancak, kendi kapasitemiz dahilinde anlayabildiklerimizden bahsedebiliriz.

Her şeyi kendi bakış açımızdan ölçüyoruz, tıpkı saniye başına kare yakalama hızı gibi. “Sonsuz” sonucuna varmak söz konusu olduğunda ancak Mutlak Biri varlıkları meydana getirebilir diyoruz. Bu nedenle, sonsuzu herhangi bir sayı ile gösteremeyen insanın itirafı anlamına gelen “sonsuz” ifadesini kullanıyoruz. Sonsuz da tıpkı kâinat gibi bize sonsuz görünür ama aslında Mutlak Olan bakımından o da bir sabittir. Sonsuza sınır koyan ve yalnızca evrende ölçemediklerine sonsuz diyenlerin sandığı gibi değildir. Ancak evrenin sonsuz bir kaynağı olmasının zorunluluğundan dolayı bu evrenin bir parçası olmayan bir Mutlak Varlıktan bahsediyoruz.

Bazı düşünürler, Mutlak’ın sonsuz demekten farklı olmadığını söylüyor. Evrende gözlemlediğimiz ve sayıyla ifade edemediğimiz (sonsuz) ile gözlemimiz sonucunda vardığımız (Mutlak) arasındaki farkı ifade edebilmek için kavramlara onu tanımladığımız şekilde isim veriyoruz. Gözlem kapasitemiz, yalnızca ölçüm kapasitemiz dahilindeki şeyleri noktalar dizisi şeklinde görür. Kapasitemize göre bu evren hakkında çıkardığımız sonuç, bu evrenin bir dizi noktadan oluştuğudur. Bir noktayı diğer noktadan ayırmak için sonuna kadar gidemediğimize göre, Varlığın Kaynağının her anlamda Mutlak olması gerektiği sonucuna varıyoruz. Yani, bizim yaratılmaya muhtaç birer yaratık, Onun ise tamamen farklı bir varlık düzeyinde olması zorunlu olan Yaratıcı olması gerektiğini mantıken anlıyoruz.

Mutlak olan Allah’ı tasavvur edemeyiz çünkü Onu bir çerçeveye yerleştiremeyiz ve Ona bir sınır çizemeyiz. Sınırı olmayan bir şeyi hayal edemeyiz. Bu durum, kâinata bakarak ulaştığımız mutlaka bir Varlık Kaynağı olmak zorundadır sonucunu çıkarmamıza engel değildir.

  • Yaratma fiili noktalardan ibaret değildir. Süreklidir.
  • Allah, evvel ve ahirdir.

Sonsuzluğu tecrübe etme kapasitemiz yok, ancak sonsuz kavramını, sayı cinsinden olmayan biçiminde tarif ederek kavrama kapasitemiz var. Temel İslam akidesi: “Allah’a inanmak, Onun insan zihni tarafından tam manada mahiyetinin kavranamayacağına inanmaktır”.

• Tanrı iddiasında olan bir varlığın özünü kavrayabiliyorum diyorsanız, o Tanrı değildir. Çünkü insan var edilmeye muhtaç olan varlıkları kavrayabilir ama Varlık Kaynağı, tanım gereği tam manada zihnen kavranamaz.

• Ancak bu evrenin Varlık Kaynağının zihnen tam manada kavranamaz yani Mutlak olması gerektiğini anlayabiliyoruz. Allah inancı budur.

Bu yüzden Kuran’da Allah’a inanmak, Mutlak olduğu sonucuna vardığımız Varlık Kaynağının özünün kavranamaz olduğuna yani “gayb” olduğuna inanmak olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle Olması Zorunlu bir Varlık Kaynağının varlığına inanmaktır.

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Kur’an (36:82): “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: ‘Ol!’ demesidir. O da hemen oluverir.

Yukarıdaki ayet genellikle yanlış anlaşılmakta ve Allah’ın bir şeyi dilemesinin anlık bir yaratma olduğu ve bizim ona bu evrende şahit olamayacağımız zannedilir. Peki, o zaman bu ayetin anlamı nedir? Daha önce var olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Mutlak Varlık Kaynağının iradesini var etmeden yana kullanması anlamına gelir. Bu yaratma, iradenin sonucu olarak gerçekleşir, yaratma eyleminin değil.  Bu ne demektir? Biz evrenin sürekli değiştirildiğini gözlemlememize rağmen bir “Fail”in iş başında çalışıyor olduğunu gözlemlemiyoruz. Yalnızca hiçbir faaliyet görülmeden aralıksız bir varlık alemine geliş gözlemliyoruz. Bu da Varlık Veren’in Mutlak olmasının zorunluluğunu gösterir.

Yaratılma görünüyor ama aslında iradenin tercihinden başka bir şey yoktur. Evren nasıl bir eylem sonucu var oluyor (bir şeyin üzerinde bir şey yapıldığı görülüyor) veya evren irade sonucu nasıl var oluyor? Evren, Bilinçli bir İradenin varlığı tercih etmesiyle var olmalı sonucuna ulaşıyoruz ve öyle olmalıdır. Sürekli ve hiçbir kesinti veya boşluk içermeyen bir yaratma eylemi gözleniyor.

  • Yaratma iradenin sonucu olarak gerçekleşiyor, fiilin değil.

Kur’an, “zerre” den en küçük alt parçacık olarak bahseder ve “zerre”yi araştırmayı ve tanımlamayı bize bırakır. Yaratılışta bu “zerre” asla sınırlandırılamaz. Noktaları kullanarak bir çizgi çizdiğimizde, noktaları mikroskop altında görebiliriz. Ancak, evrenin varlığı söz konusu olduğunda, onu parçalar veya noktalar türünden ifade edemeyiz veya ölçemeyiz.

İnsan, Kur’an’ın sözlerini kendi kapasitesi ölçüsünde anlayabilir.

108:1. “Muhakkak ki sana, Kevser’i verdik.” ayetindeki “Kevser” kelimesi, yukarıda anlatılmaya çalışılan Mutlak özelliklere sahip olanın bize ikram ettiklerinin sonsuzluğunu ifade eder.

“A’teyna” tamamen, geri istemeksizin vermek manasına gelir.

  • Sonsuz olanın, verdiği de sonsuzdur.

 “Kevser” sonsuz varoluş yani Cennet demektir. Bunun bu dünyada, bizim için manası nedir? Cennette bulunmuş değiliz, bu nedenle bu sözü onaylamamız mümkün değil. Ama insaniyetimizi kullanmak suretiyle, buradayken ebedi isteme özelliğimizi kullanarak bu özelliklerimizin Yaratıcısının bize sonsuz tatmini vereceğine dair bir vaadi, yani garantisi biçiminde algılamamız gerekir. Sonsuzluğu kavrayamadığımız halde varlığını kavrayabilme özelliğimizi kullanarak “Kevser” vaadinin gerçekleşeceğinden emin olabiliriz.

“Ebter” kesmek yani sınır koymak demektir ve “Kevser”in zıddıdır.

Hadis: Peygamber (SAV), “Kevser, minberimle evim arasındadır” demiş.

Bu ne demektir?  Peygamber (SAV) bir şey anlatmak istemiş olmalı.  Peygamber (SAV), her zaman mecazi bir dil kullanır ki insanlar onu kapasitelerine göre anlayabilsin ve daha da ötesini araştırabilsin.

  • Peygamberin (SAV) Risalet görevinde “minber” neyi temsil eder?
  • Vahyi insanlara taşımayı ve gereğini öğretmeyi. Minberin yüksekliği mesajın yüksek bir makamdan geldiğini ve insanın varlığı için çok önemli manalar taşıdığını sembolize eder. Vahiy olmazsa insan, hayat ve ölüm arasındaki herhangi bir canlı gibi olduğunu zanneder.
  • Yükseğe çıkıp mesajı anlatmak insanın kendi fikrini, bilgisini veya anlayışını değil Allah’ın mesajını aktarmak demektir. Hutbenin manası budur.
  • Peygamber (SAV), sadece Hâkim olan Allah’ın mesajını iletir. Onun konuşması “Ben sizden daha akıllı ve bilgiliyim. Size öğretmenlik yapacağım.” demek değildir.
  • “Ev” neyi temsil eder?
  • İnsanın özel hayatını.
  • Mesajı al, hayatına uygula ve kendi özel hayatında “kevser”i tecrübe et.
  • Böylece “a’teyna” yani hibe edilen “kevser”i, bedava verilen varlığını ve diğer tüm özelliklerini dikkatle incele. Varlık Kaynağının sonsuz olması, bunların da sonsuz olmasını gerektirir.

Kur’an ‘sen’ derken Kur’an’ı okuyan herkese hitap eder. Nasıl ki mikrofon aracılığıyla milyarlarca insan bir şeyi dinleyebiliyorsa, aynı şekilde Kur’an da Peygamber aracılığıyla herkese hitap eder. Telefonunu açan herkes mesajı alır. Bu, mikrofonun önemini hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz.

  • Kur’an Peygambere (SAV), mesajı herkese iletmesi için hitap eder.

Bu ayeti duyanın Allah bana bolluk, sonsuzluk verdi diyerek dikkat kesilmesi gerekir.

  • Varlığım bu ayette “kevser” olarak tasvir edilen Mutlak Bir’e aittir.
  • Kevser/Cennet, mesajı anlamak ve uygulamak arasındadır. “Ben Allah’a aitim demek benim kimliğimdir. Memnuniyetim, anlayışım ve daha sayısız özelliğim Mutlak Bir’e ve Sonsuz olana aittir.” Öyleyse, varlığımın mana ve akıbetinden dolayı ne gamım ne de tasam var. 

“Aidiyet”in bir topluluğa veya sülaleye ait olmak anlamına geldiğini zannederiz. İslam kültüründe soyadı, yani bir aileye mensup olmak yoktur. Sadece örneğin, “Metin’in oğlu” denir, o kadar. İslam’da doğuştan gelen bir kimlik yoktur. İnsan, ailesinin evinden çıktıktan sonra, kim olduğuna ve neye ait olduğuna karar vermekle mükelleftir. Ben kâinatın Sahibine aitim, herhangi bir topluma veya aileye ait değilim diyebilmelidir. Ama fikren bunun farkında olmak gerekiyor. Zihnimiz, aşırı malumat bombardımanıyla kirlendiği için daima temizlenmeye muhtaç haldedir. Kapasitemiz ölçüsünde, Kuran’ın mesajını sınır tanımadan anlamaya çalışmalıyız. Buradaki ana fikir, insanın hiçbir şekilde bu dünyaya ait olmadığıdır. İnsan sadece ‘Sana her şeyi ben verdim, sen bana aitsin’ diyen Sonsuz Olan’a aittir. Bu, evrendeki tüm mülkün Mutlak Bir’e ait olduğu anlamına gelir.

“Bolluk” (kevser), insanın asla umutsuzluğa kapılmamasını gerektirir. Yani eğer kendisinin seçtiği bir şey verilmezse mutlaka başka bir şey verilecektir. İnsanı yaratanın ona, Kendisi ile irtibat kurması için gerekli olanı vermesi yaratmanın amacına uygun olandır. İnsan bu irtibatı, Mutlak Olan’a ait olduğunun farkına vararak gerçekleştirebilir. İnsanın ruhu bu dünyaya ait sınırlı, fani bir şeyi değil; sonsuzu, ebedi arzular. Örneğin, 70 yıl sonra görme yeteneğimizin bozulmasını ister miyiz? Hayır. Daha fazla yıl ve sonra daha fazlasını isteriz. Bu, insanın arzularının sonsuz olduğu anlamına gelir. Varlığımızı ancak Mutlak’a ait olduğumuzun bilincine vararak anlamlandırabiliriz. “Her türlü beladan ve dertten ancak müminler kurtulur.”

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Chapter Abundance (Kawthar) – Part 1” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 1| 2 | 3

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın

1 Yorum

  • Allah razı olsun Yunus kardeşim. Güzel bir bayram hediyesi olsun, gözümüz yollarda kalmıştı. İnşallah Peygamber serileri de gelmeye başlar, heyecanla Davud as kendim için ne bulacağımı bekliyorum. Cümlemizin bayramı mübarek olsun.