Kainat ve İnsan Kur'an Okumaları Usûle Dair

Hz. Davud (as) Kıssasında Kendimi Buldum-4

Hz. Davud (as) Kıssasında Kendimi Buldum-4 | Ha-Mim

Peygamberlerin Kur’an’da anlatıldığı şekliyle pratik yaşamlarında yaptıkları, bizim için gerçek bir yaşam deneyimi örneği olarak sunulur. Elçileri göndermenin amacı budur. Elbette Rabbimizin ölçütü, mesajı alacak ve eğitilmeye değer olacak en uygun kişiyi seçmek içindir. Bu mesele Sonsuz ilmiyle her şeyi yaratan Rabbimizin takdirine bırakılmalıdır çünkü kimin neyi hak ettiğini bilmiyoruz. 

Her peygamber, kendinden önce insanların kendi elleriyle bozdukları dini düzeltip dik konuma getirir ve pratik hususları da günceller. Burada dikkat etmemiz gereken nokta; İnsanın fıtratı ve evrenin düzeninin gerçekliği (yani bu düzenin varlık Kaynağının mahiyetinin bilinemezliği) değişmediği için temel inanç esasları da asla değişmez ancak inanç temellerinin delillerinin güncellenmesi gerekiyordu. Çünkü o çağın insanlarının gözlemlediği yaratılışlar bambaşka olduğu için önceki delillerle getirilen kâinatın hakikati o çağın insanına hitap etmiyor ve dolayısıyla aradaki bağlantı kurulamıyordu. Bu yüzden yaşanılan zamandaki yapılan keşiflerle beraber hakikati insan anlayışına sunmak için inanç esaslarının delilleri her zaman güncellenmelidir.

Son yüzyılda birçok teknolojik yenilik ve keşifler hayatımıza artarak girmeye devam ediyor. Bu teknolojik yaratılışları sadece ‘insan yapımı’ olarak adlandırıp sanki yeni bir ‘teknolojik dünya’ kuruyorlarmış izlenimi verseler dahi, bu yaratılışları insanlara atfedemeyiz. Bütün bu gelişmeler, insanın evrenin mahiyetini değil evrendeki düzenlilik sıralamasını keşfetmesiyle ve bu sıralamaya uymasına bağlı olarak gerçekleşiyor. Yani evrenin düzeninin kuruluşunda zaten böyle aletlerin üretilmesini mümkün kılma amacı vardır. Bu yüzden değişmeyen hakikat, sürekli değişen deliller ile sunulmalıdır.

Konumuz, Musa ve Harun peygamberlerin önceki peygamberlerden arta kalanlara sahip olması konusuyla bağlantılıdır. Bu yüzden Kuran’da tam olarak aynı olmasa bile ilgili pek çok Tevrat rivayeti, yani hakikat kalıntısı bulmaktayız. Evrenin realitesini anlayan toplumun gelişmesi ya da insan ihtiyacının ve yaşam koşullarının değişmesi nedeniyle o mirasın açıklama şekli değişti. Geçmiş peygamberler zamanında bazı şeylerin yasaklanmış veya bazı şeylerin emredilmiş olmasına şaşırmamak lazım. Görüyoruz ki Kuran bunlardan bazılarını iptal ediyor; “Hayır bunlar senin için değil, kendi şartlarında yaşayan başka insanlar içindir,” diyor. Yaratıcımız bize yine bizim şartlarımızda uygulanabilir açıklamaları içeren vahiyler gönderiyor. Kur’an’ın talebesi olmak isteyen kişilerin gereksinimlerine uygun bir şekilde güncellenmiş, geliştirilmiş örneklerle donatılmış bir vahiy gönderiyor.

Nübüvvet geleneği birbirini izler, destekler, doğrular fakat mesajın sunuluş şekli de sürekli değişmektedir.

Dünya artık globalleşmiştir. Bir ülkede yeni bir şey keşfedilmiş, bir olay gerçekleşmiş veya bir varlık yorumu ileri sürülmüşse bundan neredeyse dünyanın çoğunluğunun haberi oluyor. İnternetle beraber yeryüzündeki insan yaşamının evrensel bir kasaba veya koca bir köy haline geldiğini görüyoruz. Irkların kaynaşmasıyla dünya çapında kültürel tabandaki düşünce yapısı ve yaşam deneyimi ortak bir noktada birleşiyor. Yani peygamber göndermenin hikmeti söz konusu olduğunda, artık iki ayrı hayat sistemi ve varlık anlayışı açıklamaları için iki peygamber göndermeye gerek kalmadığını anlıyoruz.

Bu nedenle Kur’an Hz. Muhammed için, “nübüvvetin mührü” (وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ) diyerek artık yeni bir mesajın gönderilmesine gerek olan bir ortam yaratılmayacağının haberini verir.  Görünürde olan bazı fiziki şartlar toplumdan topluma değişip daha önce bilinmeyen aletler keşfedilse bile, insanların varlık sorunlarına sunulacak farklı delillere gerek kalmamıştır. Kur’an’da, uygulanması gereken bazı pratik kurallar dışında genel terimler kullanılır. Mesela, “bir kişinin annesiyle ve kız kardeşiyle evlenmesi yasaklanmıştır,” şeklinde ayetler vardır. İnanç esasları ve ahiret söz konusu olduğunda çok basit ve temel delillerle sunulur. Örneğin, yeniden dirilmenin delillerini görmek istiyorsak, kışta ölen bitkilerin baharda yeniden nasıl canlandığını, DNA yenilenmesi olaylarını vs. ayrıntılarıyla inceleyebiliriz.

Kur’an genel terimlerle konuşur. Mesela, çalışılan ayette bahsi geçen tabutun veya sandığın içinde önceki elçilerin genelleştirilmiş mesajıyla karşılaşırız. Evrende ne keşfedersek keşfedelim bunların varlık kaynaklarını açıklama iddiası taşıyan birçok tez/tahmin sunulabilir, fakat bunların hepsinin tek bir cevabı vardır: Bu evrende her şey ancak Mutlak özelliklere sahip bir Yaratıcının olmasının zorunluluğunu ilan eder.

Şimdi 2:249 ayetini çalışacağız inşaAllah.

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

” Ve Talut, ordusuyla yola koyulduğunda onlara, ‘Bakın,’ dedi, ‘Allah sizi bir nehirle imtihan edecek. Ondan içen benden olmaz, onu tatmaktan sakınan benden olur; ondan sadece bir avuç dolusu içen ise affa mazhar olacaktır.’ Ancak birkaçı dışında hepsi ondan [doya doya] içtiler. İman edenlerle birlikte nehri geçtiğinde, ‘Bugün Calut ve onun savaşçılarına karşı [koymak için] gücümüz yok!’ dediler. [Fakat] kesin olarak Rablerine kavuşacaklarını bilenler: “Nice küçük topluluklar, Allah’ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir! Zira Allah, güçlüklere karşı sabırlı olanlarla beraberdir” diye cevap verdiler.” 2:249

Siyasi bir zorbadan kaçmak için bir yönetim biçiminin alanından kaçanlar tamamen ayrı bir konudur. Fakat çoğumuz doğduğumuz topraklardan kovulmadık. Peki, kendi asli vatanımızdan, insaniyetimizden kovulmadığımıza emin miyiz? Seküler eğitim bize zorla dayatılarak aklımız ve duygularımız insaniyet vatanından uzaklaştırıldı.

Nehir nedir? Alimler, nehrin test anlamına geldiğini ve bu nedenle suyun çok önemli olduğunu öne sürüyorlar. Şimdi kendi yaşam koşullarımıza gelelim. Burada benim için önemli olan ruhumun insani gerçekliğini çarpıtmamak olmalıdır. İçimizdeki ruh, varoluşunun, yaşamının, duygularının kökenini bulmaya ve duygularının beklentilerini nerede tatmin edebileceğini öğrenmeye susamış durumda. Evet, ölene kadar şu alemin maddi imkanlarından tatmin olunabilir, daha çok yemek ve eğlence için daha çok çalışmak isteyebiliriz ama hislerimiz geçicilikten nefret ediyor ve burasının bizim “evimiz” olmadığını devamlı bize hatırlatıyor. 

Hz. Davud (as) Kıssasında Kendimi Buldum-4 | Ha-Mim

Asıl yuvamızdan mahrum kaldıysak önümüze aşmamız gereken nice engeller ve nehirlerin konulacağı bir eğitimden geçmemiz gerekiyor. Mahrum kalmamışsak dahi terakkiyat devam edeceği için eğitim de hiçbir zaman bitmez. Yani o nehir ile her zaman karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz: İnsan için mutluluk bu dünyada yalnız mal, mülk, itibar ve rahatlık için çırpınmada mı? Yoksa ruhun sonsuz saadet isteyen dileklerini karşılayacak bir arayış içinde olmakta mı? Arayan bulur, aramayan hiçbir surette bulamaz. Ebedi mutluluk rastlantı eseri kimseye ulaşmaz!

Yarın idam edileceğimiz bize söylense ne en iyi araba ne de bir sürü lezzetli yiyecekten haz alabiliriz. Hepimiz insanız ve fıtratımıza uygun olmayan yaşam koşullarına tâbi olmaya zorlanıyoruz. Gerekli ihtiyaçlarımızı karşılamak için çok çalışmamız gerekiyor ama gerekli ihtiyaçların çoğu bize içinde yaşadığımız kültür tarafından dayatılıyor ve farkında olmadan “hayat zor” diyoruz. Bu düşüncemizin tamamen yapay ve dayatılmış olduğunu fark ettiğimizde, Yaratıcımızın hayatı yaşamak için zorlaştırmadığını anlamalıyız. Ama kapitalist ve materyalist sistemin dayattığı şeyleri elde etmek istersek gece gündüz çalışmamız lazım, neyse. Günlük hayatımızda uğraştığımız işlerde kendimizin o işi yaratmadığını ve sadece o işin olması için irade ettiğimizi anlayabilirsek işler gerçekten de kolay hale geliyor. Mesela bir bitkinin büyümesini istiyoruz ve toprağa bir tohum atıp suyunu döktükten ve gerekli bakımlarını yaptıktan sonra o bitki çıkıveriyor. Bitkinin gerekli bakımını yapmak o bitkiyi yaratmak demek değildir. O bakımı yaparken gerçekleşen eylemlerimizi de kendimizin yaratmadığını fark ettiğimizde üzerimizden koca bir yük kalkıyor, içimizdeki endişeler diniveriyor. Sekine, tevekkül ile başlıyor. 

Burada herkesin çiftçi olması gerektiğinden bahsetmiyoruz. Ama tohum ekme örneğinde olduğu gibi şu anda yaptığımız işimizi de bu bilinçte yapabilirsek insaniyetimizi sömüren sistemlere kendimizi hapsetmeden anlamlı ve bilinçli bir şekilde hayatımıza devam etme gayretinde bulunabiliriz. Yoksa cennet hali yaşadığımızı zannederken, meşguliyetler içerisine dalıp düşünme özelliğimizi kullanmadığımız için bu dünyada cehennem halini yaşamaktan kendimizi alamayız. 

Dünyevi mesleklerde çok çalışmamız gereken durumlar olabilir ancak bizim realitemizi, özellikle de yaratıcımızın rehberliğini incelemek için zamanımız kalmıyor. Çoğumuz yapmıyoruz ve maalesef ki zamanı verene zamanımızı ayırmıyoruz. İnsanların çoğu bu kapitalist sistemin içerisinde gerçeğin bu olduğuna inanıyor ve “doğal” karşılıyorlar ama ruhumuzu dinlediğimizde; “gerçekten bu yapay etkenlerden mustaribim ve şimdi mücadele etmem gerekiyor. Bu çok zor,” diyoruz.

فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ

“ondan içen benden olmaz” 

Talut’un bizim içimizdeki susayan orduya karşı böyle demesi gerçek ihtiyaçlarımızdan mahrum kalmamızdır diye karıştırmayalım. Tanım gereği böyle bir şey olamaz, aksi takdirde Allah “Suyu senin için yarattım ve susuzluğu da senin için yarattım ama sudan içmemelisin” deseydi Kendisiyle çelişiyor olacaktı. Suyun içilmesine izin verilmemesi misalinde başka bir gerekçe arayışına girmeliyiz. 

‘Nehirden su içmeyin’ tavsiyesi bedenin gerçek ihtiyaçları dışında takip ettiğimiz başka hiçbir şeyin olmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Neyin gerekli olup olmadığının idrakine varmalı ve örneğin moda ‘akımını’ takip etmenin hiç de gerekli olmadığını görmüş oluruz. Evet, güzel giyinmeliyiz ama tüm vaktimizi bugün “şu gömlekle şu pantolonu giyip altına şu ayakkabımı giysem, hem mevsimin ‘trend’lerine de uymuş olurum!” dememeliyiz. Trendler her zaman değişir ve her zaman aldığımız ürünlerin daha yenisi biz aldıktan hemen sonra çıkıverir. Sonra onu da almak isteriz ve bu zincirleme akıma kapılma anları bizi tahmin edemeyeceğimiz kadar vakit, nakit ve en önemlisi insaniyetimizin israfına yol açabilir. 

Calut, bizim yaşadığımız bu çağda baş düşmanımızı temsil eder. Talut’un tavsiyesine uymayıp tabutun/ sandığın manasını ırmaktaki akıma kapılarak söndürenlerin orduya (dünyevilik ile savaşmaya, Yaratıcının rehberliğini arama çabalarına) katılamayacakları söylenmiştir. Nehrin akışına kapılmak, dünya ile ilişkimizi kesmek değil dünyevi hedefler peşinde koşmaktır. Yani ebedi hayata bakan hiçbir anlamı olmamasıdır. Nehirden su içmek, fani olanlardan Beka anlayışına geçmeyi kısıtladığı için Calut’u yenemeyiz. Belki de içinde yaşadığımız mevcut toplumun değerlerine karşı gelmek pahasına mücadele etmeliyiz. Bu onlarla fiziksel değil ama ideolojik yani hayatın amacı konusunda çatışma yaşayacağımız anlamına gelir. 

Kuran’ın bu mesajı, dünya ile ilişkiyi kesmek anlamına gelmez çünkü vatanımıza yani ruhumuzun ait olduğu yere ulaşması için dünyayı kullanmalıyız. Yaptığımız her eylemde, yaptığımız her seçimde Mutlak’a giden bir uzantının her zaman var olduğunun bilincinde olmalıyız. Yaratıcımızla daha derin bağlantı düzeylerini görebilmek için de kendimizi eğitmeye çalışmalıyız. Bu suyu içmemiz, günümüzde laikliğin temeli olan seküler eğitimin bizde oluşturduğu kaygılara karşı savaşı kazanma umudumuzu kaybetmek anlamına geliyor.

Kur’an:  وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ yani “Bu dünyanın sonu çok daha iyi ve kalıcıdır.” (87:17) diye hatırlatır. Yeter ki bu dünya hayatımızda o yeni yaratılış türüne muhatap olmaya hazırlanalım. Buradaki yaratılanların Yaratıcısı bize Kendisini tanıdığımız şekilde muhatap olacak. Eğer O’nu buradaki yaratılışta yansıttığı sonsuz özellikleriyle tanıdıysak, O da bize sonsuz özellikleriyle muhatap olacak ve doğrudan O’nun yaratması ile başbaşa kalacağız. Bu dünyada geçici ve bir silsileyi takip eden yaratılış ile eğitiliyoruz. Orada ise devamlı ve yaratma sürecinin bir düzene bağlanması söz konusu olmadan mutlak olan özelliklerini sınırsız bir şekilde yansıtacak bir yaratma türü ile baş başa olunacak. Cennet bu hali temsil eder.

Eğer O’nun yaratıcılığını inkar veya ihmal etmiş isek, o zaman yeni yaratılışta O’nun özelliklerinin yansımasından mahrum olarak yaşanılacak. Düşünelim, O isteklerimize cevap vermezse kim verebilir ki? Doğa mı? Onun yaratıcısı da O idi, fakat Yaratıcıya ait olmadığı iddiasında isek, o takdirde neye aittir dediysek, “Haydi git o hayali doğa senin isteklerine karşılık verecek bir şey yaratsın” denilecek. Cehennem bu hali temsil eder.

Hz. Davud (as) Kıssasında Kendimi Buldum-4 | Ha-Mim

Sadece nehirden su içmek kısmına odaklanalım. Ondan içen, Allah tarafından eğitilmiş peygamberin tayin ettiği başkomutanın “ümmetinden” olmaz. Peygamberler tanımı gereği Allah’tan talimat almadan hiçbir şey yapmazlar. Bu nedenle “bu gece biraz ehli dünya olayım” demek ahireti bir geceliğine unutup “arkadaşlarla anın tadını çıkarayım(!)” demektir. Bunları eğlenmeyelim anlamında söylemiyoruz ancak toplumun geleneksel akışı içerisinde sürüklenip gitmediğimize dikkat etmeliyiz. Gerçek eğlence, sonsuz yaşamımıza bağlı olan her türlü eğlencedir. Elbette sahip olduğumuz en iyi yemeği yiyoruz ama bu, en pahalı restorana gidip başkalarının bize hizmet etmelerinden zevk almak gerektiği anlamına gelmiyor. Kendisi hazırlayıp, pişirebilen ve temizleyebilen insanlarsak yemeğin her aşamasında Varlık Kaynağımızla ve O’nun Hayy, Kayyum, Rezzak, Kuddüs ve daha birçok özelliğini müşahede ederek irtibat kurmaya çalışmak o yemeğin tüm sürecini çok huzurlu bir tablo haline getiriveriyor. 

Asla restorana gitmemeliyiz, demiyoruz. Sadece atmosferinden etkilenmemiz için yapay olarak oluşturulmuş bir ortamın içerisine sanki o restorana gidip o ritüeli gerçekleştirmeliymişiz gibi reklamlarla da bu tatmin olma duygumuzun alanını saptırıyor ve yanlış yönde teşvik ediyorlar. Halbuki, bu durum fıtrata aykırı bir durumdur. Bu yüzden gelenek, görenek, trend, popüler vs. olan ve insaniyetimize aykırı olan hangi akım nehri varsa onlardan su içmekten uzak durmalıyız. Yoksa peygamberlik mesajını almaktan mahrum oluruz, Rabbimiz bizleri korusun! 

اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ 

“ama bir avuç dolusu alan/içen bağışlanır.” 

“Bir avuç” derken ne kastediliyor? “Nasıl yapay olduğunu görmek için bir bakayım, bu insanlar ondan ne bekliyor, gerçekten buna değer mi? deneyimleyeyim.” Dememize fırsat veriyor. Ancak suni ihtiyaçlar zaten bize empoze edilmiş ve tadına bakmış durumdayız. Allah ile bağlantı, Allah’ı tanıma, Allah’ın hayatımızdaki varlığının farkındalığı anlamına gelen insaniyetimizin vatanından uzaklaşmamak için kendimizi eğitme fırsatı veriyoruz, demektir. Bu güzel ama “yalnızca bir avuç affedilir.” Hayatımızın hep “bir avuç” diye diye geçmemesine dikkat etmek gerekiyor. Daha ayrıntılı bir şekilde haftaya işleyeceğiz inşaAllah. 

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Part 4 – I Found Myself in the Story Of David – 11/04/2020” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 1 | 2 | 3 | 4

Yazar hakkında

Meryem Nur

Yorum yazın