Ders Notları Diğer Kur'an Okumaları

Rabbimizin En Yakını Olmak: Hz. Meryem

Rabbimizin En Yakını Olmak: Hz. Meryem | Ha-Mim

(3/45) اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهًا فِي الدُّنْيَا

وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ

“Hani melekler demişti ki: ‘Meryem! Şüphesiz Allah sana, kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Onun ismi, Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O dünyada da âhirette de şerefli, itibarlı ve Allah’a yakın kullardan olacaktır.’”

Şurası kesin ki Allah sana bir kelime müjdeliyor. Fakat bu kelime “Minhu” yani Kendisinden. İsmi de Meryem’in oğlu İsa. Allah Meryem’in oğlu İsa’yı Kendisinden bir kelime olarak ifade etti. Kur’an’da başka yerlerde ruh diye bahseder. Bu ayeti bu yazımızda anlamaya çalışacağız.

Her tercüme, tefsir bir yorumdur. Kimse: “Bak bu ayet böyle diyor.” diyemez. Bundan anladığımızı söyleriz. Bu da insanın anlayışıdır. Yani Allah’ın sözüne masadak olmuş, o sözün anlam kapsamı içerisinde bir yer bulmuş anlayıştır. Kendi anlayışımız ve başkalarının anlayışı da Kur’an’ın anlayışında tasdik bulmuş, yer almış, masadak olmuştur. Dolayısıyla biz burada iyi niyetimizle bir anlayış sergilemeye çalışıyoruz. Bu anlayış mutlak doğru anlamına gelmediği gibi mutlak yanlış anlamına da gelmez. Yanlışı doğrudan ayıran kriterimiz ne olmalıdır? Bunun ölçüsü Kur’an’ın ana mesajına aykırı bir tercüme veya yorum olursa onu yanlışlamamızdır. O zaman o ayetin anlam kapsamının dışındadır. Bunun da kuralları vardır. O kurallardan bir tanesi yapılan yorumun veya tercümenin Kur’an’ın Arapça gramer kuralına aykırı olmamasıdır. Çünkü Kur’an Arapça gramer kuralına aykırı bir kapı açmaz. Peki Arapça gramer kuralı nedir? Her dilin bir kuralı olduğu gibi Arapça’nın da bir kuralı vardır. Arapçanın grameri Kuran ile sabitlenmiştir. Şu anki Arapça konuşan insanların dili, Kur’an’ın Arapça grameri ile biraz benzese de tam karşılığını  vermez. Kur’an’ın Arapça dil kurallarına uygun aynı zamanda kendi içinde bütünlüğünü koruyacak şekilde anlamak için hepimiz çaba göstereceğiz.

Bu ayette geçen “kelime” sözcüğü ile Kur’an ne kastediyor bakalım. Kelime, kelam, kelamullah, kelimetullah, tekellüm, mütekellim Kur’an’ın ifadeleridir. Bunlar aynı köktendir. Allah’ın ismi Mütekellim’dir. Kur’an Kelamullahtır. Allah’ın Kur’an’da konuşmasına tekellüm denir. Kainatta görünen her bir yaratık Kelimatullahtır, Yaratıcılarının kendilerinde yansıttığı özellikleri bize bildiren bir tur fiili konuşmadır. Kur’an ayetleri de kelime olarak anlaşılabilir. Kur’an ayetleri ile kainatta yaratılan yaratıkların kaynaşması vardır. Bu konuda en güzel örneğini Casiye Suresinin baslarında görüyoruz. Casiye Suresinde ayet kelimesi kainattaki yaratıklar veya Kur’an’da geçen ayetler olarak birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanılır. Bu şekilde Kur’an bize öğretir ki bunları birbirinden ayıramazsınız. Birisi söz ile konuşma ve diğeri fiil ile konuşmadır. Her biri konuşmanın kelimeleridir.

Hz İsa da Allah’tan bir kelimedir. Yani bir yönüyle Allah’ın “ol” emri neticesi var olmuş bir mahluktur.  Bir yönüyle kainatın bir parçası olan bir kelimedir. Hz İsa’yı Kainattaki diğer varlıklardan farklı bir şekilde anlamamalıyız. Hz İsa bir yönüyle yaratık bir yönüyle sözdür. Kelime sözcüğünü şu şekillerde anlayabiliriz. Hz İsa bir yaratıktır. Konuşması hep Allah’ın vahyiyle kontrolü altında insanlara Allah’ın mesajını iletmek maksadıyla yaptığı bir konuşmadır. Yani, vahiy rehberliği ile konuşan bir yaratıktır.

Vahiy kelimesi Kur’an’da çok farklı anlamlarda kullanılır. Arza vahyettik ettik, arıya vahyettik,  Meryem’e vahyettik, Musa’nın annesine vahyettik…  Vahiy kelimesi eğer Kur’an’a izafe edilirse yani anlam ve sözcükleri ile doğrudan doğruya Yaratıcının Resullerine gönderdiği metin olabilecek nitelikte sabit konuşmalara Kur’an, İncil, Tevrat şekline “vahiy” diyoruz. Resullerin hayatlarında yapmış olduğu işler ve sözler de birer vahiydir Fakat Rasullerin dilinden ifadesini bulurlar ki buna “ilham” denir. Resullerin fiileri ve sözleri yanlışlarıyla beraber değerlidir. Peki Resullerde yanlış olur mu? Burada yanlış anlamamalıyız. Allah peygamberini yanılttı da sonra düzeltti değil. Yanlışıyla doğrusuyla örnek olan bir Resul olmalıdır. Çünkü Resullük Kuran’ı açıklayan beyan eden görev üstlenir. Hayata uygulamak şeklinde Kur’an’ı açıklamak Resullerin aracılığıyla insanların gözlerinin önüne sergilenir. İnsanlar hatalarından, yanlışlarından nasıl döneceklerini de yine Resullerin örnekleriyle öğreneceklerdir. Böylece peygamberler insanların yaptıkları yanlışların nasıl düzeltilmesi gerektiğini konusunda örneklik sergilemiş olurlar. Bu konuda peygamberlerin hayatı Kur’an’ın açıklayıcısıdır. Resuller onun için hayatın parçalanmaz ayrılmaz bir yönüdür. Allah’a iman, resul’e iman, vahye iman, meleklere iman. Bu dört iman rüknü birbiriyle tamamen koordine olmuş iç içe geçmiş kaynaşmış unsurlardır. 

Mutlak olması gereken Yaratıcı kainat aracılığıyla kendini insana tanıtır. Kainattaki anlam,  Allah’ı tanıtmanın, yani Allah’ın özellikleri ile birlikte bilinçli olan insanlara tanıtımın fiziksel sergilenmiş görünümüdür. Bütün kainat, Yaratıcının sıfatlarının kainat kitabına bilgi cinsinden işlenmiş şeklidir. Yazar kitaptan farklıdır. Yazar ayrıdır, kitap ayrıdır. Yazarın bilgisi ayrı, yazarın kitaba yansımış olan bilgisi ayrı. Kitabın yazarının bilgisi o kitaba yazı şeklinde işlenmesi gibidir. Kitaba yansımış olan bilgi yazarın bilgisi dahilindedir ama onun tüm bilgisini kapsamaz. Kapsasa da okuyucu ancak kapasitesi kadar o bilgiden faydalanabilir. Yine de yazarın bilgisini tanıtır. Kainat da (kainat kitabı) yazarının bilgi de dahil tüm özelliklerini yansıtır. Kainatta Yaratıcının tüm özellikleri sınırlı bir şekilde yansır. Yaratıcının bütün özelliklerinin örnekleri bizim kavrama kapasitemize gözümüz kulağımız aracılığıyla yansıyan şekiline “melek” denir. Böylece Allah, kainat, melek iman konuları birbirleriyle kaynaşır. 

Kitapta ilmin yansımadığını düşünelim geriye kağıt yığını kalır. Dolayısıyla bunlar birbirinden ayrılamaz. Melekleri Allah’ın kendisini tanıtması için bir araç olarak kullanıp yani yazar bilgisini mürekkep aracılığıyla kullanıp yazıya dönüştürdüğünde mürekkep oradaki bilginin kaynağı değildir. Yaratıcı ile yaratık arasındaki geçiş bir araç vasıtasıyla gerçekleştirilecek şekilde bu kainatın düzeni kurulmuştur. Bu aracı inkar ettiğinizde kainat ile kainatın Yaratıcısı arasındaki bağı koparır kainatı kağıt yığınına dönüştürürüz. Kelime sözcüğü çok dikkatli kullanılması gereken bir sözcüktür.

Meleklerin tesbih etmesi kavramından ne anlayacağımızı tekrar dile getirelim. Yaratıcının yaratık cinsinden yarattığı alem, Yaratıcının kusursuzluğunu mutlak olan özelliklerini tanıtan alemdir. Bütün yaratık aleminde görülen değerli olduğunu eğer peşin hükümlü değil isek takdir ettigimiz özelliklerin tümünün kaynağı kainatın Yaratıcısıdır. “O güzellikler ve övgü Ona aittir.” der ve buna da hamd denir. Tesbih ve tahmid eden melek anlayışı bu özelliklerin bize yansımasıyla anlaşılır. Yaratıkların bize taşıdığı bir anlam yok zannederler “melek” uydurma bir kavramdır derler. İşte bu yaratılış aracılığıyla gerçekleşen ve Yaratıcının konuşmasıyla kendisini tanıtması kainatın konuşturulması ile kendisini tanıtmasının insan cinsinden algılanabilir özellikleridir. Ben fiil ile yapılan bir davranıştan hareketle anlam çıkarttığım gibi bir sözcükten de anlam çıkartacak bir mahiyete sahip olarak yaratılmışım. Benim gibi bir yaratığa iki türlü konuşmayı da alnıma kapasitesi vermiştir. Dolayısıyla, iki türlü araç vasıtasıyla bu anlama kapasitesine sahip olan insana Yaratıcıları konuşacak demektir. Yaratıcının hikmeti gereği bu iki tür konusmasini gerektirir. Yalnızca kainat ile konuşması insanın tatmin etmez. Söz ile anlama kapasitesine sahip olan insana söz ile konuşma vadi verilmiştir. Bu sözcüklerin kainat ile insan duygularının uygulanmasıyla kaynaştırılması için insanın her konuda olduğu gibi eğitime ihtiyacı vardır. 

Hiçbir yaratığı şükre, hamde layık görmüyorum, ancak onların Yaratıcılarına hamdimi iletirim diyen  insan bunu bir de fiilen gösterme ihtiyacı duyar. Bu fiilen yaşamayı görme ihtiyacındaki insan, ancak hamdin ve şükrün insan bedeniyle kaynaştırılması halinde bunu anlayabilir ve uygulamaya koyabilir. Resullerin misyonunu, görevini, risalet görevini bu bağlamda anlamalıyız. Bizde Kur’an’ın sözcükleri ile gelen mesajı fiili ile meleklerin bana ulaştırdığı anlamlar yönüne uygun olarak uygulama çalışması yapmalıyız. Kainatın anlamlılık yönüyle Kur’an sözcüklerini hayatımızda eşleştirerek bir okuma çabasına girmeliyiz. İnsan, Yaratıcı tarafından insana verilmiş araçlar ile kainattaki anlamı anlayıp Kur’an’daki sözcükler ile eşleştirip okumalıdır.

Yaratıcının bize vermiş olduğu aletler nelerdir? İnsanın iki aracı dediğimizde akıl ve kalp olur. Kalp dediğimiz zaman duygularımızı kastederiz. Akıl ve kalp birbirinden ayrı çalışmaz. Akıl ve kalp arasında bir uyum vardır. Birini inkar edip diğerini üste çıkarmak veyahut diğerine hakim kılmak akla da kalbe de zulüm olur. Bir insan zihinsel olarak ulaştığı sonucu duygularının onaylayabileceği ölçü de kabul eder. İnsanın aklı ve kalbi ile yani ruhuyla ulaştığı sonuçları uygulamada beden ile ifade etmek ister. Duygularımız aklın anladığı ulaştığı sonucun beden ile ifade edilmesine ihtiyaç duyar. Sevdigimiz bir insana ikram etmek isteriz. İnsanın ulaştığı mantıksal sonuçların bedenin hareketleriyle kaynaştırılarak, örneğin zekatsa malın dağıtımı ile kaynaştırılarak, hacsa  Hz Adem’den Hz Muhammed Aleyhisselam’a hatıraların Risalet zincirinin hatırlanmasını sağlamak, bunların tarihen yaşandığı yerleri bizzat görerek bunun tatbikatını yapmak ibadet olarak nitelendirilir. 

İnsanın bedeni canlılık özelliğini kayberse, çalışmaz hale gelir ve onu Ruh kullanamayacağı icin bedenden çıkar ve böyle “insan” olmaktan da çıkar. Yani artık insan bu dünyada bu evrene ait bir parça değildir. Beden bu dünyada kalan bir et parçasıdır. Ama geri kalan insanlar için o beden o insanın hatırasını temsil ettiği için hatırasına namaz kılınır, hatırasına hürmet edilir. İnsanda hatıraya hürmet duygusu vardır. Onun için Medine bizim için önemlidir. O Mekke’deki davanın, mesajın bizim dünyamızdaki uygulama hatırası Medine’dir. Biz fiziken yaşayan insanlarız, fiziken temsilci ile ilişki kurarak onun taşıdığı manaya ancak öyle ulaşırız. Kitapsız yazarının bilgisine ulaşamayız. Maddeten o kitap olacak ki o kitaptaki bilgiye öyle ulaşalım. 

Ayete geri dönelim. فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ Mukarrebin sözcüğü yakınlaştırılmış anlamına gelir. Yakınlaştırmak ne demektir buraya değinelim. Akraba kelimesi de bu kök fiilden türemedir. Bazı kimseler: “Bu benim yakınım, akrabam” der. “Mukarrebin”in kökü olan garib yakınlaştırılmış anlamına gelir. Kan bağı anlamında konuşmuyoruz. Kur’an’da muttaki olanların huşu sahibi olanların Allah’ın huzurunda yaratılmışlığını kabul edip acizliğinin idrakinde olan insanlar için mukarabindendir diye bahseder. 

İki nokta arasında en yakın çizgiye düz çizgi denir. Sırata müstakim bu demektir. İki nokta arasındaki en yakın çizgi ifade eden düz çizgiye sıratı müstakim denir. Gaflete giren ihmal eden dosdoğru gidenler, düz çizgide eğilmeler yapan yolu uzatırlar. İmanın mukarrabinden olması için dümdüz sırat-ı müstakim de iman gereklidir. Araya hiçbir aracı tefeci koymayan ilişkidir. Allah’a yakın olanlar onlardır.  

Kur’an’da kul ve abd kelimeleri birbirinden farklı kullanılır. Abd kelimesinin çoğulu “ibad”dir. Hem inananlar grubu için hem de bütün kainattaki yaratıklar için kullanılır Kur’an’da. Allah’ın gayrında  Allah’tan başka kendisini davet ettiğiniz, yardım istediğiniz, “Gel bana yardım et” diye çağırdığınız, gördüğünüz telakki ettiğiniz ne varsa onların hepsi kullardır, ibad’dir (7: 194). Kainatta ne görüyorsak: bir meyve, meyveyi aldığımız ağaç, o ağacı eken çiftçi hepsi Kur’an’da ibad olarak anlatılır. İnanmayanlar, onlar da abd’dir. Ama kendilerinin abd olduklarını ikrar etmeyip inkar edenlerdir. Kur’an’da kul kelimesi inanan şuurlu bir mahluku olarak Allahın kulu olduğunu tasdik eden insanlar için de özel olarak kullanılır. 

Kur’an’daki “kullar” (ibad) yani şuuruyla tasdik eden insanlar için kullanıldığı yerlerde, hiçbir dalgalanya kapılmadan doğrudan doğruya Allah’a bağlananlar ne kadar yaratılışındaki insani özellikleri doğru istikamette kullanılırsa o kadar Ona yaklaşmaya başlar. Yani Allah ile kendi arasındaki ilişkide hiçbir şeye hiçbir şekilde mesafe bırakmayacak hale getirir. Araya aracı koymadan doğrudan ondan ister hale gelir. İki noktayı birbirine yaklaştırır. Bu bir kavis çizdirir ki bu kavis hilal şekli ile temsil edilir. Yakınlığı gösteren Miraç’ın Kab-ı kavseynini temsil eder. İşte o Hilal’in iki ucu gibi Miraç’ta bir kulun Rabbini tanıyarak Ona yaklaşma hali vardır. Hilalin iki ucu birbirine yakınlaşır fakat birbirine hiç dokumazlar. Ne kadar yakınsa o kadar mukarrabsınız, karibsiniz, yakınsınız demektir. Hilal’in bir ucu, kulu (abdi) diğer ucu ise Rabbi temsil eder. Fakat bu hilal örneği yalnızca iki zıt özellikte olanın (biri yaratık, diğeri Yaratıcı) yaratık olani Yaratıcıyı tanıdığı oranda Yaratıcı ona Kendisini tanıtmanın bir temsildir. 

Her şeyi bilenin bilgisinin Sonsuzluğunun bilincinde olduğumuz oranda, biz de o ölçüde o her şeyi bilene yaklaşırız. O da bize Kendisinin Mutlakiyetini idrak etmek ve Mutlak Varlık Kaynağını bulmanın huzuru, saadetini algılamayı nasip eder. O yakınlığı Miracı ile, yani hayatındaki ubudiyet aracılığıyla hayatına geçirir, “mukarrebin”den olur. İşte bu mukarrebinden olanlardan idi İsa. Hz İsa Allah ile kendi arasında ayrılık söz etmeden ilişkisini “abd” olarak Rabbini de “Mabud” olarak kurdu en yakınlardan oldu. Böylece de Allah’ın indinde çok onurlu mükerrem bir insan olarak dünyada görev yaptı. Rabbimiz bizleri de yakın kıldıklarından eylesin inşallah.

Not: Bu yazı Hamim Youtube kanalında yayınlanan Âl-i İmrân, 45. ayetin tefsirine dair yapılan derste gündeme getirilen konular çalışılarak hazırlanmıştır. İlgili derse şu linkten ulaşabilirsiniz: 

35. Ders, Âl-i İmrân 45. Ayet (25.10.2022)

Yazar hakkında

Zeynep Kurşun

Yorum yazın