فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
(3:37)Bunun üzerine Rabbi ona hüsnü kabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ onun bulunduğu yere, mâbeddeki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve “Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorar, o da “Allah tarafından” cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.
Meryem’in kıssasının bize vermek istediği mesaj nedir? Günümüze canlı bir şekilde nasıl taşırız? Bu soruları cevaplandırmak için Kur’an’da geçen “mihrap,” “rızık,” “mülk” gibi temel terimleri genişleterek anlamaya çalışacağız.
Kur’an haberinden anlıyoruz ki, Meryem’in hayatta güzel bir şekilde yetişmesi için Biz ona hazır yiyecekler verdik. Güzel bir gelişme ortamı hazırladık. Güzel bitkileri onun için yetiştirdik. Kefaretini üstlendiği kişi (Zekeriyyâ) ona “Bir sıkıntın var mı bir isteğin var mı?” diye sormaya geldiğinde onun bulunduğu mihrabda rızık bulur. Bu ayetten Meryem’in bir mihrapta bulunduğunu anlıyoruz. Peki nedir bu mihrap? Kelimenin “çatışmak ve savaşmak” anlamlarındaki “hariba” kökünden türediği, bunun da işaret edilen önemli yerlere ulaşmak veya bunları korumak ve savunmak için büyük çaba gösterilmesi ile irtibatlı olduğu söylenmiştir. İslam geleneğinde camilerde imamın durduğu alana Mihrap denir. Evlerimizde mihrap yok mudur? Evde imamlık yapan zatın dikkat etmesi lazım ki durduğu yer “mihrap”tır ve harap aletini kullanmaya başlamıştır. Bu mihrabın önemli mesuliyeti vardır. Eğer insaniyetini, insani duygularını doğru bir şekilde kullanmazsan burada Rabbi tanıyacağım derken kendine gurur, kibir vesilesi olacak şekilde kullanabilir.
Bu mihrap ve harap aleti kavramlarına yakından bakalım. Biz okullara gidiyoruz herhangi bir meslekte kendimizi eğitmeye çalışıyoruz, bunlar gayet güzel. Eğer bu öğrendiklerimiz bizim için sanki tüccar gibi bir satış aracı halini alması amacıyla meslek edinip zengin bir kişi olarak toplumda belli bir statüye sahip olduğumuzu düşünüp insanlar üzerinde üstün bir pozisyonda olduğumuzu zannettirecek bir empoze etme aracı haline dönüştürürsek, ilim bizim kendimizi tahrip eden harap aleti olmuş demektir. Kendimizi Allah’ı tanıttıracak bilgilerle donatmak veya kendimizi ibadetlere alıştırmak gibi çalışmalarımızın arkasındaki niyetimize bakmalıyız. Dikkat etmemiz lazım ki o ibadetlerimle gurura mı düşeceğim? Kendime bir statu mu vereceğim?
Kefaretini üstlenen kişi yanına girdiği zaman Meryem’in yanında rızık buldu. Ya Meryem: “Bu rızık Sana nereden geldi?” Rızık kelimesi burada yalnızca yiyecek, giyecek, güzel imkanlar, mal anlamında değildir. Kur’an malın rızık olması için insanlara önderlik yapar. Rızık insanın yaratılış maksadına uygun bir şekilde kullanmak için, Yaratıcısının kurduğu düzene uymak suretiyle kendisine ihsan ettiği herşeydir. Kainatın düzenine uyarken bunu tabiat kanunları gibi çeşitli nedenlere bağlayarak elde edilen hiçbir şey bizim için rızık olmaz. Bu da benim insaniyetimi besleyen insaniyetimi tatmin eden bir rızık olmaz. Ancak bana zarar veren, yedikçe beni ölüme hazırlayan bir araç haline gelir. Elhamdülillah ben şöyle bir makama geldim şöyle bir meslek edindim dediğim zaman çok dikkat etmem gerekir. Acaba bu benim için bir rızık vesilesi midir? Yoksa gurur vesilesi mi, kendime güvenme vesilesi mi? Elde ettiğimiz rızık mı yoksa zehir mi bunlara dikkat edeceğiz. İlmini insanlara anlatan kişiler eğer ilmini gurur vesilesi yaparsa o ilim ilmi anlatan kişi için rızık vesilesi olmaz. Benim yaratılış maksadımı mahveder, gerçekleşmesine engel olur. İmam Ali kulluğunuzu iş adamları, tüccarlar gibi yapmayın diye nasihat eder. Bize ihsan edilen nimetleri bir tüccar gibi alınıp satılan bir zehir haline getirmemeliyiz.
Meryem’in yanında rızkı buldu demek yani onun ihtiyacını karşılayacak olan her şeyi buldu. Meryem faydalanıyor ve gelişiyor (rızık olduğu için böyle anlamak gerekir). Nereden buldun bu rızkı, diye soruyor Zekiya. Meryem:
.قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
“o da “Allah tarafından” cevabını verirdi.”. Yani Meryem olayın farkında. Bu Allah’ın bana ikramıdır ondan geliyor, diye ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Allah dilediği kişiye sınırsız rızık verir.”
Bu sınırsız rızık; mal, mülk, para ile sınırlı değildir. Onlar da dahildir. Ayrıca ilim verir, statü verir, mal mülk verir, imkanların olur. Meryem’den öğreneceğimiz bunların hepsi Allah’ın bir ikramıydı, benim bir başarım değildi. Kim yarattıysa onun bana sağladığı bir imkandı, benim değildi anlayışı bize verilenlerin bizim için rızık olmasının temelini oluşturur. Bu anlayışı geliştirmek gerekir. Bize verilen tüm imkanları onların varlık kaynağına şükür için kullanmak gerekli. Ben mi yaptım? Yoksa ben istedim, benim için mi yapıldı? Kur’an’da mealen: Allah’tan çocukların sağlıklı olmasını isterler ama çocuk doğduktan sonra onu şirk aracı olarak kullanırlar(7: 189, 190) “Ne günler geçirdim, geceleri ne sıkıntılar çektim, hamilelik dönemi de ne kadar zordu fakat dayandım. Şimdi artık bu çocukla iftihar edebilirim.” sözlerinin altında yatan anlayışa dikkatle yaklaşmak gerekir. Kur’an bizi açıkça ikaz eder. Kendimizin müdahalesi olduğu işlerde kendimizin Yaratıcı olup olmadığını sorgulamayı ihmal etmemeliyiz. “Ben bunu yaptım.” dersek o zaman Yaratıcının bu işteki müdahalesini arka planı atarız. Kuran’ın şirk dediği de budur. Kur’an’da İbrahim Aleyhisselam’ın putlarla olan mücadelesi anlatılır. Putu yalnızca bir nesne olarak değil de hayatımızda yukarıda bahsedildiği üzere şirk koşulan her türlü kavram olarak anlamak gerekir (21: 66-67). Put kavramını birer temsil olarak anlamalıyız. Mesela bir anne veya baba çocuklarına sanki çocuğun varlık kaynağı kendileriymiş gibi, “Gece gündüz çalıştık sizi yetiştirmek için.” dediğinde kendilerini “Yaratıcı” haline dönüştürmemeye dikkat etmelidirler. Put kavramı yaratıcıyı ihmal etmek demektir. Anne çocuğa “Ben sana Allah’ın yarattığı sütü verdim.” diye açık konuşmalıdır. Çocuk için sütü yaratıverenin kim olduğunu ifade eden bir söylem dilimize yerleşmelidir. Böyle bir söylem geliştirdiğimiz takdirde, kastetmesek bile sözlerimizin geri planında Kur’an’ın gizli şirk dediği hali yaşarız. Genellikle Allah’a inananlar kastetmezler fakat dikkatsizliğin sonucu, bizim kendimizi harap etmemize sebep olan bir anlayışın yeni nesillerin kafasında yer etmesine sebep oluruz.
Allah dilediği kişiye dilediği kadar hesapsız rızık verendir. Allah’ın dilemesinin sonucu kainatın yaratılış düzeni kurulmuştur. Bu düzene uyarsanız veya uymazsınız. Bu düzene uymadığınızda Allah’a müracaat etmediğinizde, bu düzene uymadığınızda istemiyorsunuz demektir. İnansın ya da inanmasın yaratılış düzenine uyup isteyen kişiye Allah düzen dahilinde yaratıverir. O düzeni kuran Allah düzenin aracılığıyla bize bu haberi veriyor. İnsanın düzene uyması düzeni kurana, varlığını sağlayana itaat etmesi demektir. Mesela kanunlara uyanlar belli bir devlet sistemi içerisinde, kanunların otoritesine itaat ediyor, o otoriteyi tanıyor demektir. Tanımayanlar kanuna uymazlar. İsyan ederler. Eğer kanuna uyarsanız devlet size vatandaş muamelesi yapar, takdir eder. Bu dünya düzeninde sen devletin kanunlarına uyduğun sürece sana karışmaz, onun otoritesini tanıyıp tanımamandaki samimiyete bakmaz, çünkü kalbini bilemez. Uymazsan cezalandıracakları ve ceza da çekilmeye değmediği için de uyabilirsin. İstemeyerek, nefret ederek uyabilisin.
Şu kainatın Yaratıcısıyla olan ilişkimizde ise, düzene uyanlara yine istediği verilir. Ama biz zannediyoruz ki inanan da inanmayan da istediğini alıyor. Evet, bu dünyadaki bedeni ihtiyaçlarımızı karşılamada herkes düzenin kanunları, gerekleri karşısında eşittirler. Buna Kur’an dilinde Yaratıcımızın “Rahmaniyetinin” tecellisi denir. Fakat insani duygularımızın karşılanmasında asla eşit değiliz. Nedeni, bizim verilenlerin kaynağının sonsuz oldugunu takdir edip etmediğimize göre muamele ediliriz. Buna da Kur’an dilinde “Rahimiyetinin” tecellisi denir. Rahimiyet, rızkın Yaratıcısını sonsuz özelliklere sahip olduğunu anlayıp takdir edenlere bu dünyada verilenlerin kaynağı sonsuz olduğuna göre Onun Kendisini tanıyarak Onun kurduğu düzene uyanların mukafatıdır. Düzene uyarken Onu onayladıkları, Ona itaat ettiklerinin bilinciyle hareket ettikleri için Onun sonsuz özelliklerinin kendilerine bir haberci olduklarını fark ederler. Bu özelliklerin sahibini tanır ve bu tanıma ile insani duyguları Yaratıcılarının vadini böylece anlarlar. Onun vadine güvenerek tatmin olmuş bir şekilde hayatından memnun olurlar. Ben ölünce yok olup gideceğim bir daha bulamayacağım korku ve ümitsizliği ile yaşamaz. Bilir ki, bunları Yaradanın bir mesaji var onlarda, o mesaji alır ve rahat eder.
Allah mal veya başka imkanlar verir fakat bunlar bizim için rızık olmayabilir. Bize bu dünyada verilenleri varlık maksadımıza uygun olarak kullanmadığımız takdirde onlar bizden şikayet ederler sanki “kullan at gibi geçici bir maksat için kullanıp israf ettiler.” diye. Bizim
Yaratanımızı tanıtmamıza bakmadan, kendisine niçin verildiğimizi düşünmeden, kendi yaratmış veya sahipsiz bir malmışız gibi muamele etti diye. Yaratanımıza değil de bizim kendisine ulaşmamızda bu dünya düzeninde vesile olan taşıyıcılara köle oldu. Seni tanımadı ve teşekküre bile değmez gördü.
Allah istediğine istediği kadar hesapsız verir. Örneğin bir ekmek parası kazanırsınız veo ekmeği Allah’ın bize yaptığı bir ikram olarak yersek, bizin yaratılış maksadımıza uyduğu için bize rızık olur. Allah diyor ki “Ben rızkı sonsuz veririm.” Kime? “Dilediğime.” Mülkü dilediğine verir ama o rızık olabilir de olmayabilir de. Bu ayrımı yapmamız lazım. Rızkın azı çoğu olmaz. O verilen şey Yaratıcımı tanıma aracı yaptıysam o benim için rızık olur. Türkçede bütün övgüler hamdler bu rızıkları benim icin hazırlayıp gönderen şu kainatın Yaratıcısıdır, anlamında “elhamdülillah” deriz. Demek ki düşünmeliyim bu övgüleri ben kendi üstüme mi alıyorum?
Nasıl bir Yaratıcısın ki taştan topraktan bana neler neler yarattın. Bir et parçası olan beyin aracılığı ile ne güzel bilgiler edinme özelliği verdin. Et, kan ve kemikten yarattığın beden aracılığıyla bana ne güzel kabiliyetler verdin. Et, kan, kemik bu insani özelliklerin, duygularımızın varlık kaynağı olabilir mi? Onların bilinçli tercih yapan özellikleri var mı? Rızık kelimesi Kur’an’ın kilit kelimelerinden biridir. Rızık rahmetin tecellisidir rızık rahmetten gelir.
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍؕ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْؕ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَبٖيراً(17/31)
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir hatadır.”
Şimdi düşünelim çocukları fakirlik korkusu ile öldüren kim var? Kelime kelime çalışırsak Katil kelimesini öldürmek olarak alırız. Ama katil kelimesi daha kapsamlı bir şekilde (Hz Adem kıssasında çalıştık.) Bir çocuğun sonsuzluk talep eden duygularını sonlu bir dünya maksadına hapset demek olduğunu anlıyoruz. Çocuğumuza imanın temellerini öğretmez de “Yalnızca okul derslerine çalış sen” diyerek onun kabiliyetlerini, sorumluluk duygusunu katledersem kendi sorumluluğunu kendi işini kendi yapma kabiliyetini öldürürsem çocuklarımı fakirlik korkusuyla öldürüyorum dünyaya gömüyorum demektir. Çocuklarımıza bizim bu geçici Dünyada yaratılmamızın ana maksadını öğretmemiz gerekir. Bu ayette: “Çocukları biz rızıklandırıyoruz. Etini kemiğini aklını hafızasını gözünü kulağını biz verdik. Ve sizin de öyle, sizi veren de biziz. Çocuğa bakma duygun dahil hepsi bizim yaratmamızdır,” diye ifade eder. Bütün bunlar kainatı kim yaratmışsa onun yaratmasıdır. Onları öldürmek büyük bir hatadır. Bu ayet ile Rabbimiz ile büyük hata konusunda bizi uyarır.
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ(29/60)
“Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (kendileri yaratmazlar). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
Dabbe hareket eden demek. Kur’an’ın kullanımında yaratıklar demektir. Bu kelimenin genellikle hareket eden hayvanlar diye tercüme edildiğini görürsünüz. Kainatta her şeyin hareket ettiğini biliyoruz. Bütün atomlar devamlı hareket halinde. Bütün hücreler devamlı hareket halinde. Galaksilerin hepsi hareket halinde. Enerji hareket halinde vesaire… Hareket halinde olmayan bir şey yok. İşte onların rızkını yine onları kim yaratmışsa o hazırlamis olmalıdır. Hiçbir yaratık yok yoktur ki rızkının Allah üstlenmemiş olsun. Ve biz de buna dahiliz. O ihtiyaçlarımı dile getiren varlığımız ile, sözlerimiz ile yaptığımız duaları “İşitendir, Bilendir.” Peki burada neden işitendir diye bahsetmiş? Rızık veren deseydi olmaz mıydı? Yarattıklarının ihtiyacını bilen onların taleplerini bilir. Onları muhtaç olarak yaratır. Onların ihtiyaçlarının farkındadır biliyordur ve karşılar. Ta ki, onlar da bu ihtiyaçlarının nasıl karşılandığına dikkat edip Yaratıcılarını tanısın diye. Onun için bu ayetin kapanış cümlesi işitendir, bilendir, duyandır. Yani bu işi bilerek yapıyor. Sizi muhtaç olarak yaratıp ihtiyacınızı karşılayan da O’dur. Onu iyi tanımalıyız.
اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(28/62)
“Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için takdir eder. Kuşkusuz Allah, Her Şeyi En İyi Bilen’dir.”
“İbad” kelimesi Türkçede “kullar” diye tercüme edilir. Yalnız insanlar değil bütün yaratıklar Yaratıcısının emrini amade şekilde yaratılır. Bütün varlıklar Yaratanın şu şu özellikleri var diye üzerlerinde sanki ilan tahtaları taşır gibi Onu tanıtır. Ve isterse ona miktarı belirlenmiş şekilde verir. Miktarını belirlemek Onun bileceği iştir. Neden? Bütün kainatta her şey Allah’ın yaratış kanunlarına uyar. Ve bütün bu yaratıkların ihtiyaçlarını bilen de yine onların Yaratıcısıdır. Ve ihtiyaçlarını yine Yaratıcısı belirler ve yaratır. İnsana gelince, insanın ihtiyaçlarını da Yaratıcısı karşılar. Ama bu ihtiyaçları insanların talepleri, beklentileri kadar değil, o kişinin yapmış olduğu teşebbüsler, yani muhtaçlığını uygulayarak Yaratıcılarına ifade ettikleri kadar karşılanır. Bu verilenlerin az ya da çok olup olmadığına değil, bizim için rızık olup olmadığına bakmamız gerekir. Onun varlık kaynağını tanıma yolculuğunda Ona şükretme, memnuniyetini ifade etme, Onun varlığını tanıyıp ona ibadet etme imkanı verdiyse işte o zaman bu verilenler bizim için rızık olurlar. Az ya da çok bunun önemi yok. Yapan bilerek yapıyor, dağıtımını yapıyor. Sen kendi vazifene bak. Yani sana verilenleri rızık olarak değerlendirme çabası içine gir.
Konu hiçbir zaman azlık ya da çoklukla alakalı değildir. İhtiyaç karşılama, tatmin olma ya da olmama ile alakalıdır. Biz daima çok vermesini isteyeceğiz. İhtiyacımı karşılayayım başka muhtaçlar olursa paylaşayım diyerek, isteyeceğiz. Ben bir tabak meyve yesem midem doyar. Ama ben bir insanım, yalnızca karnımı doyurup bedenimi beslersem, insaniyetimin midesi olan ve sonsuz tatmin bekleyen duygularım doymaz. Onlar sonsuzluğa açtır. Ben Yaratıcıyı bulmadıysam bütün meyveler benim evimde olsun isterim. Eğer bir insan insaniyetini kullanırsa yiyemediği ulaşamadığı ama farkında olduğu yiyecekler bile onun için rızkı olur. Örneğin çilek, çekirdekleri inciler gibi dizmiş, lezzetini, rengini, yaratmış. Önce bize gülümseyen bir yüz misalini andıran bembeyaz çiçekleri ile sonrasında bu gülen yüzün mujdesi gibi sunulan bir muhabbet meyvesini görmekteyiz. Üstüne serpiştirilmiş çekirdeklerin çokluğu ile bize sonsuz Rahimiyyetini tanıtır. İnsan çekirdeklerin hikmetli yarıtılışlarını, önce çiçeğin tozlaşarak meyve vermesinin hikmetini görür. Çok hikmetli bir şekilde yaratıldığını gören insan, “Bana da bunlara sahip olma iştiyakanı, ihtiyacını verendir,”der. Beni böyle çileklere daima sahip kılması için çalışma ihtiyacını verenin kim olduğunu anlamaya çalışarak bu ihtiyaçların hepsini verenle tanışmak isterim. “Kim bunları bana veriyor? Kim bu çileği bana sevdiriyor? Kim bunları bana takdir edebileceğim özelliklerle donatarak vermiş? Kim sonu gelmeyecek şekilde bu ve bunların benzeri nimetlerle beni beraber kılacak? Ancak böyle bir sorgulamadan sonradır ki onları gördüğümde kendimin veya kainatin içinde hiçbir şeyin yaratamayacağı bu çilek beni onun Yaratıcısı ile tanıştırdığı için vazifesini yapmış demektir. Bana rızık olmuştur. Bunun azlık ya da çokluk ile alakası yoktur.
*Not: Bu yazı Hamim Youtube kanalında yayınlanan Âl-i İmrân 37., İsrâ Suresi 31., Ankebût Suresi 60. ve 62. ayetlerin tefsirine dair yapılan derste gündeme getirilen konular çalışılarak hazırlanmıştır. İlgili derse şu linkten ulaşabilirsiniz: https://youtu.be/rxaJf5Mgdkw