Kur'an Okumaları Usûle Dair

Kur’an Okuma Denemeleri: Maun Suresi-2

Kur’an Okuma Denemeleri: Maun Suresi-2 | Ha-Mim

أَرَءَيْتَ ٱلَّذِى يُكَذِّبُ بِٱلدِّينِ

107:1.” Dini yalanlayanı gördün mü?”

Din, insanın varlığını borç aldığı Kaynağa borcunu ödemesidir. Bu borç mali türden basit bir borç değil, bütün varlıkların varlığıyla da alakalıdır. Borcu ödemek için öncelikle onun farkına varmak ve borçlu olduğunu kabul etmek gerekir. İnsana varlığını veren Yaratıcının mutlak olması gerekir, ki mutlak olanın herhangi bir şeye ihtiyacı olduğu düşünülemez. Fakat insanın kendisine verilen sonsuz iyiliklerin farkına varmaya ve onların kim tarafından cömertçe ihsan edildiğini bilmeye çok ihtiyacı vardır. Bu bilme derecesine göre insan, varlığını anlamlandırabilir ve ebedi mutluluk arzusuna çare bulabilir. Yaratıcı, insanı ve diğer varlıkları dilediği gibi yaratmıştır. İnsan, Yaratıcısından kendisini yaratmasını istemiş değil. O halde Yaratıcısına ne borçludur? Borç, insanın varlığının kendisine ait olmadığını ve kendisine hediye edildiğini kabul ederek teşekkür etmesidir. İnsanın özünde kendisine yapılan herhangi bir iyiliğe karşı minnettar olma ve teşekkür etme duygusu vardır. Peki bu duygu insana neden verilmiştir ve bu duygunun varlık kaynağı nedir? Demek ki bu duyguyu veren Yaratıcı, şuurlu yarattığı insandan bunu yaratılış gayesine uygun biçimde kullanmasını istiyor. İnsanın isteklerine cevap vermek için ona ihtiyaç duyma ve isteme duygusu vermiştir. Tıpkı açlık duygusuna karşılık olarak rızkı yaratması gibi, insanın şükür ihtiyacına karşılık olarak da ibadeti var etmiştir. Bütün varlıkların olduğu gibi bu duyguların da varlık kaynağı kâinat türünden olmayan mutlak Yaratıcıdır. Ancak bütün özellikleri mutlak olan Tek bir Yaratıcı bu duyguları ve varlıkları bir düzen içerisinde var edebilir. Öyleyse, insan kendisiyle çelişmeden varlığının kendine bir hediye olduğunun bilincine vararak onu verene şükretmelidir. Hediyeyi verene olan borç işte bu şükür ve şükrün fiili biçimi olan ibadettir.

Bu Surenin birinci ayeti insanın dikkatini “din” kavramına çekiyor. Dini yalanlayanı gördün mü diye sorarken senin din anlayışın nedir diye dolaylı yoldan da okuyucuya soruyor. Bir dine tabi olmanın ne olduğunu sorgulamaya davet ediyor. İnsan, akıbetinden emin olmak ister. Din, insanın bu emniyet ihtiyacını nasıl karşılar? İnsan, ait olduğu kültürden bu soruya benzer sorulara cevap bulmaya çalışır. Fakat, ait olunan kültür insani sorulara cevap vermeyebilir. Bu nedenle her insan bizzat sorgulama sürecine girerek kendi sorularına cevaplar aramalıdır. Varlığını, hayatını dayandırabileceği bir mana kaynağı bulmalıdır. İnsan, özellikle felaket anlarında bir sığınak bulmak ister. Dine sarılır. Fakat bu durum, sağlık ve huzur anında dine ihtiyaç olmadığı manasına gelmez. Sağlıkta da darlıkta da daima bir mana ve huzur kaynağına ihtiyaç vardır. Öyleyse din, insanın her tür ihtiyacı ve her haline cevap verebilecek nitelikte kapsamlı bir kavram olmalıdır. Sadece kültürel bir alışkanlık veya taklit edilen anlamsız bir ritüeller silsilesi olmamalıdır. Buna rağmen insan içinde yaşadığı kültüre bağlı bir din anlayışına kapılabilir. İnsanların beğenisini kazanmak veya öldükten sonra iyi bir insan olarak anılmak için de bir dine tabi olabilir. Oysa ölüp gittikten sonra övülmenin de yerilmenin de ölen kişi için bir anlamı yoktur. Çünkü dünyadaki hayatı bitmiştir.

Öte yandan insan, mana kaynağını bu varlıklar içinde putlaştırdığı şeylerde de arayabilir. Tapılan şey, insanın sonsuz anlam arayışına cevap verme iddiasındadır. Veya insan aradığı huzuru taptığı herhangi bir şeyde bulduğunu sanabilir. Zaten tapmanın asıl manası ihtiyacını karşılayan kaynağı bulmak demektir. Hayatın, varlığın ve huzurun kaynağını bulmak, tapmakla ifade edilir. Burada önemli olan, tapılan varlığın zaten kendisinin de sonlu olması ve sonsuz mutluluk ihtiyacını karşılayamayacak olmasıdır. Örneğin, bir elmayı yemekle alınan lezzet ve tadın, elmanın kendinden kaynaklandığını zannetmek onu putlaştırmak ve ona tapmak demektir. Zaten var edilmeye muhtaç olan elma, insanın elma yemekle aldığı tadın ve lezzetin varlık kaynağı olamaz. Yine, maaş karşılığı bir işte çalışmak demek hayatı devam ettiren esas unsurun bu iş veya işveren olduğu manasına gelmez. İş de işveren de var edilmek zorundadır. Hayatın ve varlığın kaynağı, bütün varlıkları ve manaları var eden Yaratıcıdır. İş ve işveren olsa olsa var edilmeye muhtaç birer vesile olabilirler. İşi de işvereni de putlaştırmamak gerekir fakat bunu yaparken vazife şuuru da terk edilmemelidir. Tarih boyunca insanların hayatında putlar önemli rol oynamıştır. Bu putlar neyi temsil eder? İnsanlar yaşadıkları büyük hüzün, sevinç, mutluluk veya zaferleri unutmamak ve hep hatırlamak için çeşitli semboller kullanır. Heykeller, anıtlar veya tapınaklar bu türdendir. Mutluluk ve huzurun varlık kaynağı bu sembollerin temsil ettikleri anlayışlar, değerler ve ulaşılan yargılarda aranır. Yaratıcı özellikleri olup olmadığı araştırılmadan bu dünyada “olmazsa olmaz” görülen her ne varsa ebedi mutluluk kaynağı zannedilerek putlaştırılır. Bu varlıkların hepsinin var edilmek zorunda olduğu unutulur veya görülmez. Böylece putlara tapma hatasına düşülür. Putperestlik bu şekilde ortaya çıkar ve yayılır.

Kâinat türünden olup da kendi kendine var olan ve varlığını devam ettirebilen hiçbir varlık yoktur. İnsanın kendisinde ebediyet aradığı bir varlık kâinat, yani daima değiştirilerek var edilmeye mahkûm varlıklar veya toplumun ürettiği kavramlar türünden olamaz. Öyleyse putlaştırılan her ne varsa insanı yanılgıya götürür. Tevhid dini olan İslam’ın sembolü Kâbe, hiçbir sanat değeri olmayan taşlardan yapılmış ve içi boş bir yapıdır. Böyle bir sembol ile İslam insanlara, “bu dünyada neyi kendinize put edinirseniz edinin o sizin için hiçbir değer taşımaz ve hiçbir ihtiyacınızı karşılayamaz mesajını verir. Bütün peygamberlerin getirdiği mesajın odak noktası, varlıkların varlık kaynağının kâinat türünden olmadığıdır. Bu mesaj “La ilahe illallah” ile ifade edilmiştir. Bütün varlıkların varlık kaynağı olan Yaratıcı hiçbir varlığa benzetilemez, tasavvur edilemez ve özellikleri insan idrakiyle sınırlandırılamaz. İnsan, Yaratıcısının özelliklerinin mutlak olmasının zorunluluğunu anlayabilir fakat bu özelliklerin mahiyetini aklen ihata edemez. Çünkü Yaratıcının özellikleri kendinden olmalıdır yani var edilmeye muhtaç olmamalıdır. Oysa bu evrenin bütünü gibi insan da var edilmeye muhtaçtır ve idraki de var edilmek zorundadır. Var edilmeye muhtaç olan, Varlığı Kendinden olanı tam manada kavrayamaz ama Onun varlığından ve özelliklerinden aklen ve duygularının onayı ile emin olabilir. İşte iman, bu emniyet halinin adıdır. Sorgulama ve düşünme neticesinde Yaratıcının varlığını ve Onun özelliklerinin sonsuz olması gerektiğini kavramayan bir insan putperestlik yanılgısına düşebilir. İlah, varlık verebilme özelliğini ifade eder. İlahın kendisinin mutlak olması yani var edilmeye muhtaç olmaması lazımdır ki varlık verebilsin. Ancak mutlak olan Varlık Kaynağı en küçük zerreden en büyük küreye kadar her varlığı var edebilir. Ancak böylesi Mutlak özellikleri olan bir Varlık Kaynağı, insanın ebediyet arzusunun karşılığını da var edebilir.

Bu ayet, insanın var edilmek zorunda olduğu gerçeğini kabul etmeyen tarafına dikkat çekiyor. Her insanda kendi gerçekliğini inkârı seçebilme özelliği vardır. İşte bu inkâr, dini yani insanın var edilmek zorunda olduğu gerçeğinden hareketle şükretme borcunu yalanlamak demektir. İnsan, hür iradesiyle ya bu inkâr yolunu ya da yine kendine verilmiş olan şükür yolunu seçer. Ayetin dikkat çektiği “din” budur, yoksa kurumsallaşmış din anlayışından söz etmez. Buradaki din her insanın vicdanının onayladığı ve kabul ettiği rehberliktir. Bu rehberlik ise insanın Yaratıcısı tarafından yapılır. Kendi gerçekliğini kabul etmeyen bir insan bu rehberliği de kabul etmez.

İslam, temel argüman olarak “La ilahe illallah” ifadesini önerir. Yani bütün bu varlıkların hiçbirisi kendi kendine veya başka bir sebeple var olamaz, hiçbirinin varlık kaynağı kâinatta yoktur. Varlıkların hepsini var edebilen Varlık Kaynağı bu kâinat türünden olamaz. Onun bütün özellikleri mutlaktır. İşte bu Varlık Kaynağına “Allah” denir. Dinin esası bu hakikati öğretmeye dayanır. Yaratıcının mutlak ve tek olması gerektiği İhlas Suresinde açıklanmıştır. Bu Surenin birinci ayetinde Yaratıcının “Ehad” yani kâinatta eşi veya benzerinin olmadığı ifade edilir. İkinci ayetinde “Samed” yani hiçbir şeye muhtaç olmayan tek Varlık olduğu ve diğer tüm varlıkların ise var edilmeye muhtaç olduğu ifade edilir. Üçüncü ayet olan, “lem yelid velem yuled” ise O özelliklerini hiçbir varlıktan almamıştır ve Onun özellikleri hiçbir varlığa geçmemiştir manasına gelir. Kâinatta kendi kendine var olan veya başka bir şeyi var edebilen bir varlık varsa o zaman mutlak özellikleri olan bir Yaratıcıdan söz etmek anlamsız olur. Mutlak özellikleri olan bir varlık kâinatta yoktur. Bundan dolayı Kâbe’nin içi boştur. Kâbe, insanlık tarihi boyunca Yaratıcının tek ve mutlak olması gerektiğini insanlara anlatan peygamberlerin getirdiği mesajın özünü temsil eder.

Mutlak kavramını matematikteki sonsuzluk kavramı yardımıyla daha kolay anlayabiliriz. Sonsuz demek sayı türünden olmayan demektir. Sonsuza bir sayı eklemek veya ondan bir sayı çıkarmak sonsuzu ne artırır ne de azaltır. Çünkü sayı ne kadar büyük olursa veya küçük olursa olsun sonsuz demek değildir. Sayı bir sınırı ifade eder. Sonsuz, sayılarla ifade edilemeyen anlamındadır. Benzer biçimde mutlak denildiği zaman yaratık türünden olmayan bir varlıktan söz ediliyor demektir. Yaratıcının mutlak olması, Onun yaratık türünden olmaması ve bütün özelliklerinin de yaratık türünden olmaması demektir. Varlığı kendinden olmalıdır, diğer varlıklar gibi var edilmeye muhtaç değildir. Bu alemde varlığı kendinden olan bir şey görmediğimiz için bu kavramın yani “Varlığı Kendinden olan Mutlak Yaratıcı” kavramın içeriğini, aslını kavrayamayız. Fakat kâinatın varlık kaynağının Mutlak, dolayısıyla varlığı için bir başka kaynağın var etmesine muhtaç olmayan olması gerektiğini aklen kavrayabilecek kapasitede yaratılmışız. Bu kapasitemizi kullanarak ulaştığımız sonuca teslim olmazsak kendimizle ters düşeriz. Onun bütün sıfatları da sonsuz olmalıdır diye anlıyor ve tanımlıyoruz. Mesela, Onun Şefkati mutlaktır, diğer varlıklarda görülen şefkat gibi geçici ve var edilmeye muhtaç değildir. Bu şekilde diğer özelliklerin mutlaklığı da varlıkların özellikleriyle mukayese edilebilir. Peki Yaratıcının mutlak olması gerektiği sonucuna nasıl ulaşılır? Mutlak olanı kavramak için süper bir zihin mi lazım? Hayır. Yaratıcının mutlaklığı Onun kâinat türünden bir varlık olmaması ve bu kâinat şartlarında kavranamaz oluşunu ifade eder. Düşünme ve akıl yürütme bu kâinat şartlarına ve var edilmeye muhtaçtır. Ancak var edilebilenleri kavrayabilir. Yaratıcı ise var edilemez, dolayısıyla aklen ihata edilemez. Yaratıcı yok olan bir şeye varlık veren olduğuna göre mutlak olması zorunludur. Yani mutlak olmazsa o zaman yaratamaz. Bundan dolayı mantıken O, mutlak olmalıdır.

Dinin temeli bu kâinatın Varlık Kaynağına dayanır. Din tesis edilirken bu varlıkların, insanın ve ondaki duyguların varlık kaynağı nedir sorularına cevap aranır. Varlık kaynağı kâinat türünden olabilir mi sorusu da ardından cevaplanmalıdır. Bu temel sorulara verilecek cevaplar insanın ihtiyaç duyduğu din anlayışının nasıl olması gerektiğini de ortaya çıkarır. Bu cevaplara göre insanlar hayatlarını düzenlemelidirler. Din böyle bir Varlık Kaynağına inancın gereklerine göre bir hayat yolu çizer. Bu yolun haritasını da Yaratıcı, insana Kendisinin görevlendirdiği bir öğretmen elçi ile öğretir. İçinde yaşanılan kültür ve geleneksel anlayışların sunduğu yapay, gerçeklere dayanmayan spekülatif veya taklidi cevaplar, olduğu gibi alınmak yerine sorgulanmalıdır. Bu sorgulama süreci her insanın kendine özgüdür. Kendisini tatmin edecek, aklının, kalbinin rahatlıkla, şartlanmadan onaylayacağı cevapları aramak ve bulmak kişinin sorumluluğundadır. İyi bir öğretmen öğrencilerini sorgulama ve araştırmaya sevk ederek öğrenmelerini sağlar. Sorular sorup hazır cevaplar vermek öğrenmeye engeldir. İnsanı merak ve arayışa düşüren sorularla araştırmaya yönlendirmek kalıcı ve etkili öğrenmeye yol açar. Kur’an, kendisine muhatap olanları bu şekilde sorularla düşünmeye ve ebediyet arzusuna cevap olabilecek açıklamaları bulmaya teşvik eder.          

https://ifw.ha-mim.org/chapter-maun-2/ Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Maun – Part 2 –04/03/19” başlıklı video kay

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın