Ders Notları

İmanın Duygulara Sindirilmesi

İmanın Duygulara Sindirilmesi | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu yapılan (22. 10. 2023) Lahikalar dersinde, Kastamonu Lahikası’ndan 12. Mektup okunup müzakere edildi. Her zaman olduğu gibi katılımcılar metnin anlaşılması ve pratik hayatımıza bakan boyutlarının açıklanması doğrultusunda kıymetli tefekkürler paylaştı. Ben bunların tamamını ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=AblgjkxYoiE) söz konusu mektubun aşağıya alıntıladığım kısmıyla ilgili bir müzakereyi aktarmak istiyorum:

“İman-ı tahkiki ilme’l-yakinden hakka’l-yakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor…” (Kastamonu Lahikası, İstanbul 2020, s. 20)

Görüldüğü gibi mektup, tahkiki imanın ilme’l-yakîn ve hakka’l-yakîn mertebelerinden söz edip hakka’l-yakîne doğru yaklaştıkça artık o imanın reddedilemez, kaybedilemez, çürütülemez hale geleceğine dikkat çekiyor. Gerekçe olarak, böyle bir imanın kişinin sadece aklında durmayıp bütün duygularına yerleşerek kök salacağını, ölüm esnasında şeytanın insanın bu duygularına elinin yetişemeyeceğini, duygulara sindirilmiş imanın sahte gerekçelerle kandırılamayacağını, dolayısıyla bu tür iman sahiplerinin imanlarının korunacağını, kabre imanlı olarak gireceklerini ve ehl-i cennet olacaklarını ifade ediyor.

Moderatörün iman-ı tahkiki kavramı ve bu anlamda tahkiki imana sahip olmanın önemi, tezahürleri ve sonuçlarına dair değerli açıklamalarından sonra bir müzakereci söz alarak şunları söyledi: “Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in (asm) hatıraları anlatılırken zahiri olarak onun kainatı gözlemleyerek aklî muhakemeye baş vurduğu, araştırıp sorgulamaya dayalı bir yol takip ettiği anlatılır. Bu yolla tahkiki iman eğitimi verilir. Ama gerçekte onun aklî muhakeme ile birlikte imanın duygulara bakan boyutunu önemsediği göz ardı edilir. Oysa bu bağlamda akıl-duygu birlikteliği, imanda hem aklın iknasının hem duyguların tatmin olması gerektiğinin önemini hatırlamak gerekir. Bu bakımdan Hz. İbrahim kıssası bütün detaylarıyla çok iyi çalışılması ve anlaşılması gereken bir hatıradır. Bütün peygamber kıssaları ya da hatıraları çok önemli mesajlar vermekle beraber, Hz. İbrahim’in kıssası çok özelliklidir, adeta bizim içinde bulunduğumuz çağın inanç ve sosyal hayata dair prensipler sunmasıyla bir numaradır. Her ne ise… İlgili ayette belirtildiği üzere mesela Hz. İbrahim, gece karanlığı basıp yıldızı görünce ‘İşte Rabbim budur’ diyor, fakat yıldız batınca ‘Ben öyle batanları sevmem’ diyor (6: 76). Burada onun ‘Ben, batan bir şeye inanmam’ demeyip de ‘Ben batanları sevmem’ demesi dikkat çekiyor. Yine ayetlerde belirtildiği üzere Hz. İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ dediğinde, Allah’ın ‘inanmıyor musun’ demesine karşılık ‘Elbette, fakat kalbimin tatmin olması için” şeklinde verdiği cevap (2: 260) da çok dikkat çekicidir. Onun ilk verdiğimiz ayette ‘Ben batanları sevmem’ demesi, diğer ayette ‘Kalbimin tatmin olması için’ demesi hem iman ile duygularımız hem de iman ile ‘tatmin olma’ arasındaki güçlü ilişkiyi vurguluyor.”

İlgili ayette belirtildiği üzere mesela Hz. İbrahim, gece karanlığı basıp yıldızı görünce ‘İşte Rabbim budur’ diyor, fakat yıldız batınca ‘Ben öyle batanları sevmem’ diyor (6: 76). Burada onun ‘Ben, batan bir şeye inanmam’ demeyip de ‘Ben batanları sevmem’ demesi dikkat çekiyor. Yine ayetlerde belirtildiği üzere Hz. İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ dediğinde, Allah’ın ‘inanmıyor musun’ demesine karşılık ‘Elbette, fakat kalbimin tatmin olması için” şeklinde verdiği cevap (2: 260) da çok dikkat çekicidir. Onun ilk verdiğimiz ayette ‘Ben batanları sevmem’ demesi, diğer ayette ‘Kalbimin tatmin olması için’ demesi hem iman ile duygularımız hem de iman ile ‘tatmin olma’ arasındaki güçlü ilişkiyi vurguluyor.”

“Mesela maddenin varlığını veya vücudumuzun varlığını sever miyiz? Var olmalarını, sağlıklı olmamızı isteriz, fakat bir gün onların hepsinin bizi terk edecek, bize bir fayda sağlayamayacak olduğunu da mantıken anlarız. Onlara bütün ümitlerimizi bağlayamayız. Zira insanî kapasitemiz itibariyle asıl beklediğimiz sonsuz mutluluk isteğidir. Peki, maddeden o sonsuz mutluluk işaretini alabiliyor muyuz, yakalayabiliyor muyuz onu? Varlığı sorgulamada aklî muhakeme ve aklın ikna olması elbette çok önemlidir ama bu, işin başlangıç noktasıdır. Biz madde ile ilişkimizi önce aklî sorgulama ile yaparız. Bedenî ihtiyacımızı tatmin edecek bir eşya alacağımız zaman pratik hayatımızda, ‘Bu bize lazım mı’ deriz. Evet, bize lazımsa başlarız özelliklerini düşünmeye. ‘Tamam, bu bize lazım ama yakışmaz yahut rengi içimi açmadı yahut şu yönünü sevmedim bunun’ deriz. Lazım olmasına rağmen o maddi varlığı elde etme teşebbüsünde bulunmayız. İnsanın bu yönünü devamlı aktif şekilde kullanması gerekiyor. ‘Sever miyiz” ya da ‘neyini severiz’ sorularının cevabı önemli. Diyelim ki bize bir buket çiçek takdim edildi. Neyi severiz? Salt çiçeğin kendisini mi yoksa onun arkasında sevilmemizi, değer verilmemizi gösteren kaynağı mı? Böyle bir durumda bizim içimizi ısıtan, kalbimizi yumuşatan madde olarak çiçeğin kendisi midir yoksa onun takdiminin arkasındaki duygu mu? Derin muhabbet duyarız çiçeği sunana! Halbuki aradaki madde çiçektir.”

“Baktığımızda, işte var olmak böyle bir çiçek takdimidir. Yaşamak böyle bir çiçek takdimidir. Hayatla önümüze konulan her şey bir çiçek takdimidir. Bu takdimler, bu sunular, bu hediyeler karşısında benim aklî olarak ‘Bu çiçeği ya da çiçekleri bana armağan eden Kaynak var’ demek, ifade ettiğimiz gibi- işin başlangıç noktasıdır. İmana yol bulma buradan başlar. Ama burada bitmez. Her çeşit çiçeği bana Armağan Eden’in bana olan muhabbetini düşünmem gerekir. Bu düşünce ile, Onun muhabbetine benim muhabbetle mukabele etmem gerekir. Onu tanımam, Onu sevmem, Ona yönelmem -daha doğrusu bütün duygularımla- Ona bağlanmam gerekir. İşte sonu olmayan bu anlayış ve bu yolculuk hem iman mertebelerinde yükselmem, hem imanın aklî melekem dışında bütün duygularıma yerleşmesi, kökleşmesi anlamına geliyor. Başka bir ifadeyle bu, imanın bütün duygulara içirilmesidir. Metnin ifade ettiği ‘kalp, ruh, sır’ gibi kelimelerle ifade edilen her çeşit duygumuzdur. Tahkiki imanla, hakiki imanla kazanılan bu hal kişinin hayatının her alanında, özellikle namazda daha yoğun boyutuyla yaşanır.”

“Bu açıdan bakınca, namazdaki hareketlerimiz her ne kadar bedenin hareketleri gibi görünse de onların ifade ettiği mânâ sanki sevgisini ifade etmek isteyen bir insanın yüz hatları, davranışları, ses tonu, el-kol işaretleri, yani duygularını fiziki olarak da bedeniyle dile getirme biçimleri gibi görünür. Kur’an bu davranış biçimini şu ayetleriyle ifade eder: ‘Sabah akşam, yalvararak ve ürpererek, sesini yükseltmeden, için için Rabbini an; sakin gafillerden olma’ (7: 205) ve ‘Rabbinize için için yalvararak gizlice dua edin. O, aşırılık yapanları sevmez’ (7: 55). Ayakta beklerken Yaratıcısına şöyle ‘Şu anda ben Seninle içimde taşıdığım memnuniyetimi, teşekkürümü ifade etmek için saygı duruşundayım diye hissediyorum, bu hissimi bu halimle dile getiriyorum’ der. Rüku’ için eğildiğimde, yine dilim ‘Sen bütün düşünülebilecek eksikliklerin ötesinde mutlak bir kemaldesin, Sen benim tek Rabbimsin, Sahibimsin, Yalnız dil ile ifade edemediğim Azametin karşısında ancak ben eğilerek kendi gerçeğimin hiçbir çapı olmadığını sergileyerek ifade edebiliyorum’ der. Secdeye kapandığımda ise, ‘Ey benim tek Rabbim, Sen düşünemeyeceğim mükemmellikte o kadar yücesin ki ben ancak kendimin Senin karşında tam bir ters özelliklere sahip olduğumun ifadesi olan bütün onurumun hiçbir şey ifade etmediğini bu halimde gösteriyor ve dile getiriyor, Sen en Yücesin, en Âlisin!’ der! Bu hali her gün beş defa yaşayan ve hisseden bir müminin kendi gerçeğini anlamış olduğu kesinleşir. Yapmacık hareketlerle değil, kendisinin Rabbi karşısındaki durumunu bütün duyguları ile yaşar ve bir alışkanlık haline getirir. Artık bu mümini hiçbir şüphe kaynağı yanıltamaz, vazgeçiremez!”

“Müellif diyor ki böyle bir kimse ‘kâmil bir iman sahibi’ olur, imanı hayatı boyunca insanî duygularıyla yaşadığı ve yaşayacağı için ahir ömründe de imanını koruyarak dünyadan göçer. Çünkü iman artık o kişinin bütün benliğini kaplamıştır. Nitekim bu konuda Resulullah’dan (asm) çok müjdeli hadis nakilleri de olduğu biliniyor.”

Ders, mektubun devam eden kısımlarıyla ilgili olarak paylaşılan tefekkürlerle devam ediyor. Benim kendi adıma çok hayatî bulduğum husus iman-duygu ilişkisi, imanın duygulara yansıtılması, moderatörün ifadesiyle- iman hakikatlerinin duygularımız tarafından onaylaması ve hissedilmesi husus oldu. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum

  • Allah ebeden razı olsun. Yazılarınızı ilgiyle, şevkle okuyor ve üzerine düşünüyorum. Hayatımda izlerini görüyor ve ifade ediş tarzınızı seviyorum.