Kur'an Okumaları Usûle Dair

Meleklere Dişi İsim Takılması, Ahirete İman ve Allah’a Şirk Koşma Arasındaki İlişki Üzerine Bir Deneme – III

Meleklere Dişi İsim Takılması, Ahirete İman ve Allah’a Şirk Koşma Arasındaki İlişki Üzerine Bir Deneme – III | Ha-Mim

Melekleri ıskalayınca yani onların asıl mahiyetini vahyden öğrenmeyince, ahirete inanmayan olarak tarif ediliyor insan. Çünkü eşyanın kendi kendine yani manay-ı ismi görüşüne göre “ahireti” olmaz.

Dolayısı ile, kabaca bir Allah olmalı diye tek bir Yaratıcıya inandığını söyleyen kişi, aynı zamanda ölünce ahirete gideceğiz diyen kişidir. Bir diğer ifadeyle müşrikler, “ahiret dünyasını” yani öteki tarafı veya öldükten sonra gidilen yer fikrini reddetmiyorlardı. Onu reddetmek için kafir olmak lazım. Ancak buradaki konumuz kafirler değil, müşrikler. Yani bir yaratıcı var diye inanan insanlar. Yaratıcı bir İlah var diyen kişinin de, ahirete inanmıyor olması mantıksız.

Kur’an, hepimizin bildiği gibi, tek bir Yaratıcı fikrini tesis eden ilahi söz değil, aksine, Allah’a inandığı halde tevhidin ince ayarını kaçırmış insanları doğru bir varlık anlayışına götürmenin eğitimini verir. Allah bütün mevcudatı yaratmış demek, doğru olmakla birlikte, nihai hedef değil. Nihafı hedef, Kabe’deki putları temizlemek — yani duru tevhid inancı içersine karışmış hatalı düşünceleri ayıklamak.

Nitekim Hz Peygamber de (asm) Kabe’ye girip, putları devirmekle bunu bize anlatıyor. Değilse, Kabe hem de Kabe olarak müşrikler zamanında da Allah’ın evi olarak biliniyordu. Ancak Allah’n evinin içersine putları yerleştirmişlerdi. Kur’anın amacı, o putları yıkmak.

Bu açıdan bakınca, yukarıdaki referansı verilen ayetlerin, Allah inancının içersine giren, Üstad’ın ifadesi ile şirkalud fikirleri bertaraf etmeyi hedeflediklerini söylemek mümkün görünüyor.

Tek bir yaratıcı Allah’a inansanız da, eğer eşyanın mahiyetini olması gerektiği gibi yani içine şirk katmaksızın anlamazsanız eğer, öncelikle mevcudatı hakkıyla tanıyıp tanımlayamamış olursunuz; bu bir. İkincisi de, bunun devamında, tevhidin ince ayarından geçmemiş olan bu mevcudat fikri, sizi ahirete taşımaz — Allah’a inandığınız halde. Allah Allah! Ne kadar ilginç….

Bu, ayetin dediği gibi hakikaten çok dehşetli bir durum — Allahü Ekber:

اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟
17:40 Gerçekten siz (vebali çok) büyük bir söz söylemektesiniz.

Konunun bu şekilde anlaşılması bana, daha önce üzerinde konuştuğumuz meleklere iman konusunu hatırlattı. Hatırlarsanız eğer, meleklere imanın Allah’a imandan basamak olarak önce geldiğini konuşmuştuk. Yani eşya üzerinde yapılacak gözlem ilk basamaktır çünkü imanın esası olan kelime-i şehadet şahit olmakla işe başlıyor. Eşyanın kendi kendine var olamayacağını tesbit edemeyen bir kişinin, devamında Allah fikrine tahkiken ulaşması mümkün değil.

Üstad bunu şu şekilde ifade ediyor:

Hiç hatırına gelmesin ki, hilkâtte câri olan nâmuşlar, kanunlar, kâinatın hayattar olmasına kâfi gelir. …. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melâike denilen ibâdullah olmazsa, o nâmuşlara, o kanunlara bir vücud taayyun edemez, bir hüviyet tesahhüs edemez, bir hakikat-i hariciye olamaz.

Hakikat-i hariciyeyi gözlemleyen bir kişinin, onu melaikeye hakkıyla teslim etmedikçe, duru bir tevhid anlayışına varması mümkün değil — diyormuş bu ayetler. Maşallah…

Bölüm I | Bölüm II | Bölüm III

Yazar hakkında

Mehmet Ali Akgün

Dini, insanın kendi gerçeği olarak tanımlamayı doğru buluyorum; dolayısıyla din ve getirmiş olduğu her türlü tanım, hayatın üzerine ekstradan konulan aksesuarlar değil, aksine, olmazsa olmaz kavramlardır demek çok insani bir tavır ve bana çok tatmin edici geliyor. Hal böyle iken, İslamiyet'i de insanın kendi gerçeğini teslim etmesi olarak tarif etmek mümkün. Böylece dinin neden fıtrat dini olduğu ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yapılan "dini" sohbetlerden hoşlanan birisi olarak katıldığım ortamlarda dikkatimi çeken bazı noktaları bu sitede ilgilenenlerin dikkatine sunmaya çalışacağım. İnşallah yararlı olur.

Yorum yazın