Usûle Dair Kur'an Okumaları

Meleklere Dişi İsim Takılması, Ahirete İman ve Allah’a Şirk Koşma Arasındaki İlişki Üzerine Bir Deneme – I

Meleklere Dişi İsim Takılması, Ahirete İman ve Allah’a Şirk Koşma Arasındaki İlişki Üzerine Bir Deneme - I | Ha-Mim

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى
Necm 53:27 Gerçek şu ki, ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimler takmaktadırlar.

M. Esed’in bu ayete düştüğü notun bir bölümü şöyle: “çünkü meleklerin ve taptıkları hayalî ilahların kendileri ile Allah arasında “aracılık” yapacaklarını ve onlar için “sefaat”te bulunacaklarını ümit ederler.”

Bu ayette benim dikkatimi çeken, ahirete inanmayanların meleklere dişi isimler takması. Dolayısı ile bu ikisi arasında doğrudan bir ilişki olması gerek. Ahirete inanmayanlar neden meleklere dişi isim veriyorlar? Ahiret inancı ile meleklerin dişi olması arasında ne alaka var? Dişilik ve ahiret inancının olmaması???

Konuyla ilgili bazı kaynakları karıştırırken, müşriklerin kendi elleriyle yaptıkları putlara da dişi isimler verdiğini öğrendim; yani Lat, Uzza ve Menat diye o duyageldiğimiz put isimleri aslında dişi isimlermiş. Bunu bilmiyordum. Ki, üzerinde konuştuğumuz ayetin öncesinde onların isimleri şu şekilde geçiyormuş:

اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ
53:19 Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı?
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى
53:20 Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât’ı.

Bundan sonraki gelen ayette bu dişilik mevzusu geçiyor:
اَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى
53:21 Demek erkek size, dişi O’na öyle mi?

Bir sonraki ayet de, bunun yanlışlığına şöyle dikkat çekmiş:
تِلْكَ اِذًا قِسْمَةٌ ض۪يزٰى
53:22  O zaman bu, insafsızca bir taksim!

İnsanların kendilerine erkek olanı seçmeleri ama dişileri Allah’a bırakmaları ne demek olabilir? Dişi ve erkek meselesinde, yukarıda Esed’in dediği gibi, bir aracı olma yani şefaatçı olma durumu mu var? Çünkü bir kaç ayet sonrasında şöyle deniyor:

وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى
53:26 Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.

Melekler, dişilik, şefaatçı olma…. Bunlar arasındaki ilişki nedir? Bu ayetten sonraki ayet ise, ilk başta bahsi geçen 27. ayet; yani “Ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimler takmaktadırlar.” Dolayısı ile önümüze konulan mefhumlar şöyle: melekler, dişilik, şefaatçı olma ya da daha doğrusu olamama ve ahirete inanmama. Bütün bunları bir mantık örgüsü içersinde toparlamamız gerek.

Kur’an’dan anlam devşirmek için de Üstad’ın şu usulünü tekrar hatırlama babından buraya alayım:

….ulûm-u Arabiyece sahih ve usul-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasip ve belâgatçe müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usulü’d-din ve ehl-i usulü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehadetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar.”  

Ahiret kelimesini, biraz Üstad’dan kopya çekerek, bir eşyanın arkasındaki veya sonundaki veya üzerindeki anlam yani melekut boyutu olarak düşünsek, bu bizi bir yere götürür mü? Ahirete inanmayanlar yani eşyanın melekutunu göremeyenler yani manay-ı harfi ile eşya ile ilişkiye geçmeyenler. Bunlar hep aynı şeyi ima ediyor gibi.

Peki, devam edelim: ahirete inanmayanlardan kasıt, eşyanın melekutunu göremeyenler ise eğer, şimdi eşyaya eşya adına bakmanın neden dişilik ile isimlendirdiğini bulmamız gerekiyor. Aynı soruyu şu şekilde sormak mümkün görünüyor: eşyaya manay-ı ismi ile yaklaşanlar neden meleklere dişi demişler?

Manay-ı isminin, eşya kendi kendine oluyor demek olduğunu biliyoruz. Eşya kendine kendine oluyor yani o ondan çıkıyor, zuhur ediyor ve dişilik mefhumu. Bulmaya çalıştığımız ilişki bu gibi duruyor. Eğer buysa, daha önceden Hüseyin’in söylediği “bu çekirdek bu ağacı doğuruyor” cümlesi, yukarıdaki mefhumlar arasında aradığımız ilişkiyi bize açıklıyor gibi.

Üzerinde çalıştığımız Necm süresinin 23. ayetinde şöyle de bir ifade var:
مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ
53:23 Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. 

Risalelerden biliyoruz ki küfür veya şirk, delilsiz olan bir iddiadan başka birşey değil. İmanın ise vücudi delilleri var. Bu sebeple, iman isbat edilebilir, küfür ise işbat edilmez denir. Bir diğer ifade ile, manay-ı isminin kainat içersinde delilini bulmak mümkün değil. Sadece bir zandan ibaret.

İlginçtir, yukarıda surede bu konu şu şekilde devam ediyor:

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۚ
23:28 Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

Manay-ı ismi, eşyanın kendisinin yaratmada/var edilmede bir etkisi var demek; ki bu da tevhid fikrine tamamiyle zıt. Tevhidi tesis etmek ise Kur’anın en başlıca maksadı. O halde, bütün bu ayetleri bu anlamda bize tevhid dersi veriyorlar diye okumamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Müşrikler, sonuçta Allah’a inanan kişiler. Ancak şirk koşuyorlar. Yani Onu yaratıcı olarak tanısalar da, arada başka şeylere yani putlara, etki veriyorlar. Şirkin anlamı bu. Biz de aynı şekilde, bir Yaratıcı Allah var diye iman etsek dahi, arada “Şu şundan geliyor”, “Bu, diğerinden çıkıyor” diyebiliyoruz. “Ağaçlar bu sene çok iyi elma verdi” demek, çok yabancısı olmadığımız bir söz. Bunun gibi.

Bu bağlamda şu ayete referans verip bitireyim:

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ
112:3 O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.

Malumunuz, bu surenin adı İhlas. İhlaslı olmak kavramını gündelik dilden biliyoruz. Birşeye samimi ve sadakatle inanmak gibi manaları var. İhlas-Halis yani içine pislik karışmamış, temiz, saf ve duru manalarını çağrıştırıyor. Bu surenin başında Allah’ı şu şekilde bilin/anlayın diye bir girizgah var: De ki Allah… Daha sonra Onun nasıl ihlaslı bir şekilde anlaşılması gerektiğini açıklıyor takibeden ayetlerde. Üçüncü ayete gelince, O doğurmamıştır ve doğrulmamıştır diyor.

O halde, bakacağız. Biz, günlük yaşantımızda doğuran ve doğrulmuş olan şeylere bir İlahlik veriyor muyuz diye. Hüseyin ve Huriye hanımın bize sunduğu “tabiat ana” örneğinde olduğu gibi, gaflet ile elmaları doğuran ve aslında kendisi de daha önceden doğrulmuş olan ağaca İlahlık vermememiz lazım. Yani yine Üstad’ın ifadesi ile sebeb ve müsebbebin arasını açmamız gerekiyor vesselam…

Bölüm I | Bölüm II | Bölüm III

Yazar hakkında

Mehmet Ali Akgün

Dini, insanın kendi gerçeği olarak tanımlamayı doğru buluyorum; dolayısıyla din ve getirmiş olduğu her türlü tanım, hayatın üzerine ekstradan konulan aksesuarlar değil, aksine, olmazsa olmaz kavramlardır demek çok insani bir tavır ve bana çok tatmin edici geliyor. Hal böyle iken, İslamiyet'i de insanın kendi gerçeğini teslim etmesi olarak tarif etmek mümkün. Böylece dinin neden fıtrat dini olduğu ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yapılan "dini" sohbetlerden hoşlanan birisi olarak katıldığım ortamlarda dikkatimi çeken bazı noktaları bu sitede ilgilenenlerin dikkatine sunmaya çalışacağım. İnşallah yararlı olur.

Yorum yazın