Bir süredir memleketteyiz. Burada farklı insanların farklı hallerine şahit oldukça belki hepimizin yaşadığı bir manayı çok yoğun hissettim.
Mesela daha dün yaşadığım bir tecrübe üzerinden anlatayım. Teyzemin 20 yaşındaki oğlu trafik kazası geçirmiş ve yoğun bakımda yattığını öğrendim. En son belki 10 yaşındayken görmüştüm bu çocuğu. O saf ve temiz hali canlandı gözümde; özellikle teyzem açısından bakınca tahammülü gerçekten çok zor geldi bu olayın. Hemen sonra çocuklar “acıktık” dediler. Baktım hızlıca ne yapabilirim. “Erişte var mı dedim” kayınvalideme. Meğerse o da kendisi rengarenk bir erişte yapmış birkaç ay önce. Ispanaklı, pancarlı, domatesli ayrı hamurlar yoğurup onları açmış kesmiş, sanki bir sanat eseri olmuş. Aldığım üzücü haberle bu renkli eriştenin varlığı çok tezat içeriyormuş gibi geldi. Yani sanki bir tarafım diyor ki acıların, ölümlerin olduğu bu dünyada oturup yemek yenir mi, hadi mecbur yemek yedik de böyle renkli erişte yapayım diye uğraşılır mı? Bu anlattığım tek bir örnekti ama geldiğimizden beri bu ikilemi defalarca yaşadım. Bir yerden bir hastalık haberi, bir yerde nişanlanmaya hazırlanan bir çiftin ayrıntılı, heyecanlı hazırlıkları, bir yanda zor adım atan bir Alzheimer hastası, bir yanda yeni doğmuş bir bebeğin taze tatlı ayakları.
Birbiriyle tezatmış gibi gözüken tüm bu sahneler aslında aynı hakikatten haber veriyor olabilir mi? Sanki bir taraftan farklı lezzetler, ihtiyaçlar, arzularla bizde saklanmış olan kabiliyetler işletiliyor; bize var olmak sevdiriliyor; dünyayla ilişki kurmaya davet ediliyoruz; bir taraftan da burda tattığımız lezzetlerin, ilişkilerin birer “numune”, kendinden başka bir gerçekliğe işaret (ayet) olduğu sürekli hatırlatılıyor. Her iki çağrıyı da ciddiye almak gerekiyor.
Benim hem kendimi, hem teyzemi teselli edebilmek için renkli eriştenin yapılmasına ihtiyacım var. Neden her zamanki klasik erişteyle iktifa edemiyoruz, nasıl oluyor da içimizde hep daha iyisi olsun, daha güzeli olsun diye bir istek var? Kazaları, ölümleri kabul etmek çok zor ama varlığımızda bulduğumuz bu isteği işte öylesine oluşmuş diye kabul etmek kolay mı? Bizi bu istekle beraber var edenin bizi çürük bir sona mahkum etmesi mümkün mü? Ya da mesela kayınvalidem özene bezene yaptığı eriştenin tek bir tanesinin dahi israf olmasına öylesine çöpe atılmasına razı olur mu? Eserimize karşı duyduğumuz bu güçlü sevgi yoluyla bize ne mesaj veriliyor? Demek ki bizim Sanatkarımız da bizi başıboş bırakmaz, bizim varlığımızın israf olmasına, basit bir kaza yoluyla öylesine yokluğa karışıp gitmesine izin vermez.
Dünyaya davet bize ebediyeti aratmak için..
Tam bu meselenin benzerlerini yaşayıp, düşündükten sonra uzun zamandır siteyi ziyaret etmiyorum, bi bakayım derken bu yazıya denk geldim. Allah razı olsun