Ders Notları

Hz. Adem Kıssasından “Bana Ne” mi? Ya da Kur’an’ı “Yaratıcım Bana Konuşuyor” Diye Okumak

Hz. Adem Kıssasından "Bana Ne" mi? Ya da Kur’an’ı "Yaratıcım Bana Konuşuyor" Diye Okumak | Ha-Mim

Hafta sonu yapılan müzakereli bir derste (https://www.youtube.com/watch?v=zn-VA_EZV8M), Kur’an’ın mucizeliği konusunda, müellifin sıraladığı delillerden birisi olarak şu cümlelerle başlayan paragraf ele alındı: “Evet, bir kelâm, ‘kimden gelmiş, kime gelmiş, ne için gelmiş’ denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belağatı tezahür etmesi noktasından, Kur’an’ın misli olamaz ve ona yetişilemez…” (Ayetü’kübra Risalesi, On Yedinci Mertebe). Konu etrafında kıymetli müzakereler paylaşıldı. Bir müzakereci, Ha-mim derslerinde Kur’an ve hadis metinlerini okurken “4M Kuralı” diye altı çizilen prensibi hatırlatarak Kur’an’ı; a) mütekellim yani konuşan, b) muhatap yani konuşulan kişi, c) makam yani konuşanın konumu ve bağlam, d) maksat yani konuşanın amacı” çerçevesinde okumanın gereği, önemi ve faydalarına değindi.

Başka bir müzakereci bu esas üzerine okumanın gerekliliği ile birlikte, “tahkik”e dayalı okumanın önemine işaret eden, sonra da konunun akışı içinde değerli çağrışımlar ihtiva eden bir tefekkür ortaya koydu. Müzakere şöyle başladı: “Evet, Kur’an’ı 4M Kuralına göre okumak lazım ama bunun öncesinde Kur’an’ın, iddia ettiği gibi gerçekten Yaratıcının mesajı olup olmadığını tahkik etmek gerekiyor. ‘Teslimiyet’e dayalı okuma ancak onun gerçekliğini anladıktan sonra söz konusu olacaktır. Gerçekliğini anlamadan önce de bir sorgulama olacak. Yani bu kitap bir iddia ile geliyor. Bakayım, bu iddia doğru mudur? diyeceğim. Bu, ukalaca bir teklif değildir, çok önemlidir. Çünkü herhangi bir kişi de böyle bir iddia ile karşımıza çıkabilir. Kendine göre inandığını söyleyen bir kimsenin takındığı tavır ona aittir. Ama biz derslerimizde daima, ‘imanın hakkaniyetinin insanlar tarafından tasdik edildiğinin gerekçelerini bulmalıyız’, diyoruz. Derslerimize ‘tahkiki iman eğitimi’ dememizin maksadı da budur…”.

Kur’an’da konuşan benim Yaratıcım, konuştuğu muhatap ben, konuşma makamı Onun benim Yaratıcım olması, konuşma maksadı Onun benim Kendisi ile nasıl ilişki kuracağıma yönelik rehberlikte bulunması. Peki bu kıssa bana ne diyor? Buna bakmam lazım.

“Basitçe örneklendirmek gerekirse, bir biyoloji uzmanının yazdığı kitabı elime aldığımda, bunu ilkokul Hayat Bilgisi kitabı gibi okursam, kitaptaki Latince kelimeleri, terimleri vs. ‘yazar uyduruyor’, derim, haklı da olurum. Ama çeşitli usullerle sorgulayıp sonunda, ‘hayır, bu kitap bir uzman biyologun çalışmasıdır’ dersem durum değişir. Kur’an’ı da böyle sorgulayarak tahkik edip okumam gerekir. Bir ayeti okudum; diyelim ‘Elhamdü lillahi rabbi’l-âlemîn’. Şu kainatta gördüğüm hamde yani övgüye değer özellikler -ki övgüye değer olmayan hiçbir özellik yok, en sevmediğin çürük elmanın bile yaratılmasında bir ilmin, bir kudretin, bir kastın, bir iradenin bulunduğu açık-, alemlerin Yaratıcısı olan Rabbedir. Bütün ilim kitaplarının kainat hakkında, -yorumları değil-, yapmış oldukları tespitlerin hepsi, -doğru olduğu kadarıyla- hamdin konusudur…”.

“Mesela, bu kainatta bir atomun çekirdeği parçalandığı zaman, şu kadar muazzam enerji çıkıyor, şu kadar enerjiye sahip kılındığını öğrendim. Bunu yaratanın, düşün bakalım Kudreti ne kadardır? Tahmin etmek mümkün mü? Bir de kainattaki bütün atomları düşünün. ‘Evet bu özellik hamde layık bir özellik’ diyorsun. Bunu ancak alemlerin Rabbi, varlık Kaynağı, oradaki sistemi kuran yapabilir. Maddenin özünü bu özellikte, bütün olarak, ahenk içerisinde yapamayan şu atomun içindeki enerjiyi yükleyemez. Enerjiyi zaten fizikî olarak tutamazsın. Bu alemin yapılış özü maddedir. Madde kendisinin cinsinden olmayan bir özelliğin varlık kaynağı olamaz. Yani benim bedenim, insanî yönümün varlık kaynağı olamaz. Atomun parçacıkları, atom altı partiküller de onun enerjisinin varlık kaynağı olamaz. Çünkü var oluş düzeyleri farklı. Birisi madde cinsinden, diğeri madde özelliği taşımayan enerji cinsinden…”.

“Benim her zaman dikkatimi çeker. Mesela elektrik konusunda en yüksek eğitimi görmüş birisine sorun, ‘elektriğin mahiyeti nedir’ diye. Tarif edemez, yok uzunluğu şu kadar, yok kalınlığı bu kadar diyemez. Tamamen farklı bir yaratılış düzeyinde var ediliyor çünkü. Madde bunların kaynağı olamaz. O halde, bu özellikler atoma ‘yüklenmiş’ olmalıdır. Kimin tarafından? Ancak kainatın tümünü yaratan Rabbü’l-alemin tarafından. İşte Kur’an diyor ki, ‘sen insansın, sana böyle anlayış yakışır’. Sen de insan olarak tutacaksın, ben böyle bir anlayışa ulaşabilir miyim, diye düşüneceksin. Önce aklım bunu kavrayabilir mi? Sonra duygularım böyle bir kavrayış ile ahenklilik sağlayabilir mi? Yani bu tavır bana uyar mı? Benim bütün özelliklerimle onaylayabileceğim bir görüş müdür bu, diye bakacak, Kur’an’ı bu maksatla okuyacaksın…”.

Açıkça söyleyelim, Adem sensin, İblis sende var, melek sende var. Melek tarafın ruhuna secde edecek, İblis tarafın senin meleklerin üstünde olduğunu iddia ederek, ‘ben kendimin sahibiyim’ diyecek vs. vs. Yani Kur’an aslında sana seni anlatıyor.

“Böyle bir düşünce, ‘Kur’an’ı 4M Kuralına göre okuyalım’ demeyi benim dünyamda aşıyor. Yani bir, Allah sana konuşuyor, onun lezzetini almak için okursun; bir de bana konuşan acaba doğru mu söylüyor? Ben onu onaylayabilir miyim diye okumak var. Böyle bir bakışla Kur’an okunduğu zaman çok harika sonuçlar çıkıyor. Şöyle ki; Kur’an’da, peygamber düşmanlarının Kur’an hakkında itiraz olarak söyledikleri, ‘Bunlar öncekilerin uydurdukları masallardır’ şeklinde cümleleri var. Hikayeler, masallar. İşte bu anlayış bu itirazları kökünden siliyor. Açalım, Kur’an diyor ya, Davud diye bir peygamber vardı, şöyle şöyle yaptı. Süleyman diye bir peygamber vardı, şöyle şöyle yaptı, Nuh diye bir peygamber vardı, şöyle şöyle yaptı… Başa gidelim, Adem, İblis’le şöyle yapmış, böyle olmuş… Bunları masal diye dinleyebilirsin. Ben de dinleyebilirim. Kainatın Yaratıcısı bana masal anlatıyor, diyebilirim. Niye anlatıyor ki? Bakalım geçmişte neler olmuş diye bir merakım var, o merakımı gidermek için. Böyle bir anlayış ile Kur’an’ı kendimizin dışında düşünmek ne kadar yanlış! Efendim, ‘tarihten ders almak var ya, ders almamız için bunlar Kur’an’da yer alıyor’. Ne demek? Melekler Adem’e secde etmiş ve fakat İblis diye bir şey etmemiş. Peki ne yapayım ben şimdi? Beni ne ilgilendirir bu? ‘Şu melekleri çağırın, ben Adem’in torunuyum, bana da secde edin’ mi diyeyim? Birisinin gelip benim önümde eğilmesinden ne olacak ki? Komik olmamak lazım. Böyle düşünülürse işte böyle komik sonuçlar çıkar…”.

“Dolayısıyla ben bunu okurken doğrudan doğruya, ‘benim Yaratıcım, bana doğru olan varlık anlayışını göstererek hidayette bulunmak üzere, benim beklentilerime cevap vermek için konuşuyor olması’ gerektiğine göre, bütün bunlarla bana ne diyor diye düşünmem lazım. Çünkü tanım bu. Kur’an’da konuşan benim Yaratıcım, konuştuğu muhatap ben, konuşma makamı Onun benim Yaratıcım olması, konuşma maksadı Onun benim Kendisi ile nasıl ilişki kuracağıma yönelik rehberlikte bulunması. Peki bu kıssa bana ne diyor? Buna bakmam lazım. Kıssaya dönersem tekrar, ‘Bir ağaca yaklaşma’ demiş. Ne yaptıysa yapmış, hanımı ile birlikte oradan kovulmuş. Ne yapayım? Şimdi ben ne yapacağım? Sonra Allah niçin bir sürü ağaç yaratıyor da birisini yasaklı kılıyor? Bu nasıl masal? ‘Biraz mantıklı masal anlat’ derim. Cennette sayısız ağaç varmış, fakat ‘şu ağaca yaklaşma’ demiş. Böyle masal mı olur? Aslında bunlar bana, ‘Kur’an’ı asla temel maksatları dışında okuma’ diyor, ‘o çerçevenin dışına çıkarak Kur’an’ı okumamalısın, okumayacaksın, okuyamazsın’ diyor. Okursan Kur’an’ın değerini ayaklar altına alırsın. Bu maalesef çok işlenmiş bir cinayettir. Yani ilk defa senin, benim problemim değil. Geçmişten bize gelen kötü bir miras. Bu mirastan kurtulamadığımız takdirde Kur’an’ı yerine koyamayız. Bu mirasa karşı çok hassas olmamız lazım. ‘Tarihi vakalardan ders alacağım’ demenin de anlamı yok. Açıkça söyleyelim, Adem sensin, İblis sende var, melek sende var. Melek tarafın ruhuna secde edecek, İblis tarafın senin meleklerin üstünde olduğunu iddia ederek, ‘ben kendimin sahibiyim’ diyecek vs. vs. Yani Kur’an aslında sana seni anlatıyor…”.

“Kıssaları böyle okumak lazım, deyince birileri, ‘peki Kur’an yalan mı söylüyor’ diyor. Oysa ayet açıkça, şunu beyan ediyor: ‘Ve tilke’l-emsâlü nadribühâ linnâsi laallehüm yetefekkerûn’. Yani o misalleri, insanlar üzerinde düşünsünler diye verdim. Bunu bir türlü kavrayamadık. ‘Ne yani Nuh kıssası olmamış mı’ diyorlar. Sana ne? Olsa ne olur, olmasa ne olur? Sen anlatılanlar yerine koysana kendini! Kur’an’ın dört maksadının ve Kur’an’ı dört temel kural açısından okumak gerektiğinin hangisinin altında bu kıssanın ya da kıssaların tarihi gerçekliğinin olup olmadığına dair bir iddia yatar ki?”.

Kendi adıma itirafta bulunayım ki, Kur’an okuma usulü ile ilgili olarak burada işaret edilen husus çok da meçhulüm olmadığı halde, kendimi yokladığımda, yeterince böyle bir okuma içinde olmadığımı gördüm. Bu müzakere bana ilaç gibi geldi. Müzakereden sonra kendi kendime, “inşallah bundan böyle, bana gayet makul gelen, burada işaret edilen hususları daha ciddi olarak göz önünde bulunduracağım”, diye kendime tembihte bulundum. Umarım muvaffak olurum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın